Türkiye ve dünyadaki İslâmî mücadele içinde İBDA’nın yeri, farkı, katkısı ve öncesi ve sonrasıyla planlaması üzerinde durmak istiyorum; yer yer mukayeselere başvurarak…
Osmanlı’dan sonra İslâm âleminin başsızlığı, işgale uğraması ve İslâm coğrafyasının bölgesel direnişler sergilemesi malum…
Türkiye’de ise 1943’lerde Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’larla zuhuru, sistemli İslâmi hareketin başlangıcıdır aynı zamanda …
Büyük Doğu kavgasından önce ve sonra da İslami hareketler olmuştur ama cemiyet modeli ve sistemli mücadele oluşuyla Büyük Doğu ve onun yürüyen hâli İBDA farklı yerdedir.
İman esaslarının savunulması ve Kur’an Kursları’nın yaşatılması açısından Said-i Nursî ve Süleyman Hilmi Tunahan destanlık mücadele vermişlerdir. Şeyh Said Hazretlerinin kıyamı da İslâmî temelli ve kendinden zuhura misaldir. Cemiyet kavgasından uzak, bazı tasavvuf çevreleri de kalpten kalbe hizmetlerini ve varlıklarını her zaman sürdürmüşlerdir; halen de sürmektedir. Fakat devrimizin ihtiyacı ve İslâm’ın iktidarı için gerekli organizasyon, sistem ve sistemli hareket BD-İBDA tarafından işaretlenmiş ve aksiyona geçilmiştir. Henüz muvaffak olunmasa da yol budur, metod ve esas budur.
Birkaç asırdır İslâm’a muhatap anlayış kaybedildiği gibi, İslâm’ın özü devamlı bulandırılmaya çalışılmaktadır. Liberal ve ılımlı İslâm anlayışından, tekke miskinliğine, selefi-vahhabi tekfirciliğinden, şiiliğin sahabi düşmanlığına kadar birçok Ehli Bidat yollara karşı BD-İBDA İslâm’a muhatap anlayışı Doğru Yol-Kurtuluş Yolu’nun bir alemi olarak pırıldatmaya devam etmektedir. Sünnet ve Cemaat Ehline bağlı sistemli bir fikir hareketi olarak İBDA, her mizaç ve grup faaliyetinin kendinden zuhuruna vesile olurken, emeklerin toplanacağı bir havuz olarak, çağının yeni fikir cereyanlarına karşı da İslâm dil ve diyalektiğinin bütüncül tek sistemli hareketi olmuştur. 
Dikkatli bir göz, İBDA’nın yeni bir isim ve yeni bir sistem teklifinden onun hüviyetini ve yenileyicilik vasfını görür. İBDA, ismiyle müsemma, “yeni bir şey meydana getirmek, benzersiz oluş” lügat mânâlarını da ihtiva eder.
İBDA’nın modern ve postmodern çağların ihtiyaçlarını kapsadığını, enformasyon ve bilgi çağına hitap ettiğini ve çağına göre ileri görüşler taşıdığını belirtelim. Mensupları tarafından düşünceyi temsil planında sathî kalınsa da İBDA’nın derinlik buudu ve çözümleyici hüviyetini dost-düşman herkes kabul etmektedir. Çağının sistemlerini ve fikir akımlarını geçmişiyle birlikte kritik eder ve İslâm tasavvufu önünde hesaba çekerken “Fikir Çağı-İBDA Çağı”nın da doğumunu müjdelemektedir. İBDA, çağının İslâm’a muhatap anlayışıdır, yüzyılımızın diyalektiğidir. 
İBDA, İslâmî ilim şubelerinin de kendine bağlı olduğu İslâm hikemiyâtını da ihyâ edicidir. Dağılmış İslâmî ilimleri, ilmin de aslı olan hikmet ve irfan boyutundan aslına bağlamak ve tatbik sahasına geçirmenin manivelasını kurmak. İmam Gazalî Hazretlerinin ilimlerin başına oturttuğu siyaset ilmini, İdeolocya-İhtilâl ve bunun aksiyona tahvili mânâsında ele alırsak, günümüze de uyarlamış oluruz. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kumandanlık” vasfının zaruretini ve kapsayıcılığını idrak etmiş oluruz.
İlimlerde branşlaşma arttıkça dağınıklığın da arttığı mâlum… İnsan ve toplum meselelerinde de aynı durum söz konusu… “Kavramsal” bütünlük kaybolduğu için eşya ve hadiselerin sistemli izahı da yapılamamakta ve her şey bir kördüğüme doğru sürüklenmektedir.
Artık ticarî işletmelerde bile teknik ve beşerî ilişkiler becerisi yanında, “birleştirme ve bütünleştirme” becerisi de denen “kavramsal” beceri aranmaktadır. İBDA külliyatının üzerinde yükseldiği ilk eserin “Bütün Fikrin Gerekliliği” olduğunun hatırlatıp mevzuumuza “sistem” zaruretinden devam edelim:
Modern Organizasyon Teorisi’nde “sistemik” yaklaşım benimsenmektedir. Olayları tek bir açıdan, başka olay ve çevre şartlarından kopuk olarak incelemek yerine, her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka olaylarla ilişkili olarak incelemek; girdi, süreç, çıktı, dış çevre ve geriye bilgi akışı gibi unsurlarla… İş ve ekonomi ilişkilerinde akla gelen ve ticarî amaçlar için tereddütsüzce uygulanan sistemik yaklaşımının devlet ve toplum modelinde akla gelmemesi Türkiye’ye mahsus olsa gerek… İnsanı çevresinden kopuk ele alamayacağımıza göre, varlık ve oluş meselesi izah edilmelidir. İBDA’nın yıllar önce işaretlediği “Mutlak Fikrin Gerekliliği-Bütün Fikrin Kurulamazlığı” davasından işe başlamalıyız.
Basit bir iş organizasyonunda bile sistem zarureti görünür ve tatbik edilirken, sistem bütünlüğünde bir toplum projesinin olmaması, kendimizi kâinatta kaybetmek demektir ve bugün hâlâ bütüncüllükten mahrum sistemlerin kuyruğunda dolaşarak yapılan da budur.
Batılılar bizim içimize kadar girerek ve bizim adımıza ve tabii ki kendi menfaatleri ve dünya görüşleri zaviyesinden fikir ve çözüm teklifleri üretirken, hain ve işbirlikçiler bir yana, seyirci veya ucuzundan hamasî tepkilerden başka fikir ve çözüm üretememiz çok acıklı olduğu gibi üreteni de (Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu) boğmak istememiz hepten traji-komik...
Serdar Demirel’in Yeni Akit gazetesi 8.11.2012 tarihli yazısında bazı başlıklar, her ne kadar yazarı onu kastetmese de İBDA ihtiyacına denk düşüyor: Makasıdı Şeria sistemini içselleştirmek. Bütünsel Bir Bakış. Zamanın Ruhunu Bilmek. Devrini İyi Tanımak (Modern ve Postmodernin Özü ve Onun  Şekillendirdiği Profan Hayatı). Devrinin İnterdisipliner Perspektifini Bilmek.”
Bütün bunların dil ve diyalektik, dil ve anlayış demek olduğu ve bunun da çağımızın İslâm’a muhatap anlayışı BD-İBDA’yı işaret ettiği, esasen BD-İBDA’nın da iş olsun diye değil, bu ihtiyaçtan doğduğu, böyle bir ihtiyaçtan habersiz ve çilesizlere bir şey ifade etmezken, bu ihtiyacı zahiren ifade edip de içselleştiremeyenlerin tefekkürlerinde derinleşmelerini temenni ederiz.
Fıkhın, fehm- anlayış demek olduğu, İslâm’ın  kıyamete kadar bâkî kalacak ölçüleri ihtivâ ettiği, her çağın ihtiyaçlarının çözümünün aslı doğru yorumlanarak temin edileceği, ve bunun da   kuru kuruya İslâmî ilimleri tekrar değil, İslâm’a muhatap anlayışla, yenileyici ve mütefekkirlerle mümkün olacağını anlamalıyız. İslâmî bilimler bile diğer ilimlerle yeni bir tasnife tabi tutulmalı; asıl ve öz aynı kalmak şartıyla.
 Çağımızın tehdit ve tehlikeleri farklı olduğu gibi, ihtiyaçları da farklılıklar arz ediyor. Çağının profan hayatını eleştiri süzgecinden geçirirken bizcesini sistemli ortaya koymak ve sisteme bağlı hareketi organize etmek: Büyük İslâm İnkılâbı… Makasıdı Şeria sistemi bu olsa gerek ve İnkılâp yolu da bunun içselleştirilmesi… Tebliğ, telkin ve tesir; bütün vasıtalarla… 
Kuantum fiziğinden matematiğe, evrim teorisinden iktisat ve ahlâka, “madde nedir?”den şiir ve sanat hikemiyâtına kadar çağının ilim ve disiplinlerine el atıcı ve kendi hasrına alıcı İBDA’nın üst dil ve diyalektik'i… Mantık üstü mantık’ın ne olduğunu göstermek, devrinin interdisipliner perspektifini de içinde barındırmak üzere… 
“Davanın aşkını, vecdini, estetiğini, diyalektiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretlendiren, hedeflendiren, istikametlendiren, İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin “nasıl”ını çerçeveleyen adam…” İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl tanımlamasındaki bu tespitler,davayı istikametlendirerek ve hedeflendirerek başıboşluktan kurtarmak ve kendi başına bir mânâ ifade etmeyen hareketleri de mânâlı kılabilmek açısından önemli. Tek kelimeyle harekete fikrin damgasını vurabilmek. Yoksa hareket başkalarının işine yarar; yaptıklarımız bir havuzda toplanmaz akar, gider…
Dost ve düşman kutuplarının işaretlenmesi de bir o kadar mühim. İslâmi bir sistem, siyaset ve stratejiye göre dost ve düşman belirlenmesi gerek, başkalarının “dost” dediklerine göre değil. İslâmı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin “niçin”ini örgüleştiren Salih Mirzabeyoğlu, ilk ihtilalci ses olan 1975 yılında çıkan GÖLGE Dergisi ve akabinden Akıncı Güç patlamasıyla sisteme (Büyük Doğu) bağlılığını gösterirken, sistemden hareketle de hareket sistemini (İdeolocya ve İhtilal) kurmuştur ve bunu daha sonra (1984) İBDA ismiyle yürütmüştür.
Bugün inkılâp çizgisinde bir İslâmcı mücadeleden bahsediliyorsa bunu Necip Fazıl’a ve Salih Mirzabeyoğlu’na borçluyuz.
İslâmî mücadeleyi, başkalarının yedeğine girmekten kurtaran İBDA’nın fikir manzumesinin sağlamlığı ve buna göre bir hareket stratejisi izlemesidir. İsterse bağlıları bazen hata yapsın asıl her zaman yerindedir. Ne kadar karalama ve üstünü örtme olsa da cevher kaybolmaz.


Baran Dergisi/ 326 Sayı