Kazım Albay'ın "Kaba İbdacı Olur mu?" başlıklı yazısı büyük bir alaka ile okundu ve müspet manada tepkiler aldı. Dergimizi birçok kişi arayıp yazı konusunda teşekkür etti ve fikirlerini beyan etti.  Alaka gören yazıdan önemine binaen kısa kısa pasajlar vermeyi okuyucularımız için uygun bulduk.



Kazım Albay'ın yazısı...

Üzüntüsünü duyarak bir gönüldaş, “Kumandan nazik insan, ama İbdacılar kaba” tesbitini benimle paylaştı ve piyasadaki bazı hallere bakarak ben de ona hak verdim. Kastedilen piyasa İbdacıları; yoksa birçok nazik İbdacı da mevcut. Onları tenzih ederim. Yanlarında bulunmaktan da zevk duyarım. Kabalık mevzuu üzerinde durulmalı, çünkü bu hal genel olarak Müslümanlarda yaygın. İncelik ve zarafet dini bağlıları nasıl oldu da böyle kabalaştılar? İktidar nimetleri de birçoğunun aç gözlülüklerini artırdı. İktidardan pay alamayanların gözü de pastada. Bu noktada birbirlerini eleştirenlerin niyetleri halis değil. Dürüst olanların daha cesur ve aktif olmaları gerektiğini söylüyorum. Meramımızın doğru anlaşılması için her şeyden önce İbda ve İbda Cepheleri farkına dikkat edelim. Piyasada gördüklerime bakarak İbdacıları ikiye ayırmak istiyorum. Birincisi ihlaslılar. “Sanal medyada” sesleri az çıkıyor ama zamanı geldi mi belirleyici oluyor. İkinci grup parsacılar. Sesleri çok çıkıyor. Gandi’nin şu sözünü verelim: “Büyükbabam, iki türlü insan olduğunu söylerdi: İşi yapanlar ve yapılan işten kendisine pay çıkaranlar. O benden, birinci grupta yer alarak çalışmamı istedi. Çünkü orada, diğerinden daha az rekabet vardı.”

Hırs ve hased öyle kötü bir şey ki, ortada bir parsa yok iken bile insanlar kavga edebiliyor, edeb, ahlâk, şeriat ölçülerini çok rahat çiğniyorlar. Öyle ki yalan ve tutarsızlıklar, komiklik ve iğrençlikler yan yana. Allah muhafaza etsin! Onun için böyleleri “İbda harici İbdacılığı” temsil eder. Çünkü İslâm ahlâkının kabul etmediği hiçbir şeyi İbda da kabul etmez; Büyük Doğu’nun “İslâmiyetin emir subaylığı” vasfına nisbeti gereği… Üstad’ın vasiyeti “estetik idraki başa alın” olmasına rağmen ve Kumandan her şeyden önce ve her şeyiyle estetik, güzellik, doğruluk ve samimiyeti başa almış iken ve böyle bir nesil yoğurmayı amaçlamışken, piyasa İbdacısı ve parsacıların Kumandan’la ilgi ve alâkası sadece zahiridir, fikir hâlinde içten değildir. Sathî ucuzculuk ile ne Müslümanlık olur, ne de İbdacılık. Eskiler demişler “kem âletle kemalât olmaz”.

***

İslâmı (İslâma muhatap anlayışı) bünyeleştiremeyenler, velev ki Müslüman ve İbdacı olsun, Kemalist düzenin verdiği maganda ve zevksizliklerden nasibini bol bol almaktadır. Maalesef aileler de bir şey verememekte, çünkü onlarda da gelenek olarak bu terbiye azalmış. Modernizm anlayışı ve televizyon kültürünün girmediği aile kalmadı. Kendini koruyan istisna aileler artık parmakla gösterilir oldu. Kısaca artık herkes modernizmin tek tip seri malı üretiminden geçmiş vaziyette. Yapay ve bencil insan tipi seri olarak üretiliyor. Muhafazakârı da böyle, muhafazakâr olmayanı da böyle. Nezaket veya kibarlık ise, beşerî ilişkilerle sınırlı ve karşısındakinin nefsine dokunmamak temelli. Yani modern hayatın egoizminin gereği karşılıklı bir nezaket var, yoksa içten (ahlâktan) gelen bir iç disiplin olarak değil. Mesela, adam veya kadın (bu bozulmadan nazik olması gereken kadınlar da bir hayli nasibini almış) senin hakkında her türlü şeytanlığı ve hasetliği içinde taşıyor; ama yüzüne gülüyor, ilişkiler yüzeysel olarak yürütülüyor. Çaylar kahveler ikram ediliyor, gerekirse yemekler yeniyor, muhabbetler ediliyor.

***

“Kumandanın nezaketi ile İbdacıların kabalığı arasındaki bu çelişki niye?” diye de mevzu oluyor. Ben ise, “büyük davaya küçük adamlar yapışmış” diyorum. Öyle ki, “en doğru benim anlayışım” diye yobazca yapışmışlar, bırakmıyorlar. İbda’yı ve Kumandanı da mülkiyet olarak görüyorlar. Kimseye kaptırmak istemiyorlar, bencilce. Ayının sevgisi misali. Hatta bu hususta öyle yobazlar ki, birbirlerine ileri geri laf yetiştirip duruyorlar, sanal ortamda. Tabiî ki kimseye davayı bıraksın diyemeyiz ama adam olmak zorundayız. Aksi hâlde İbda’nın kadrosu olamayız, cemiyete de model olamayız. Bu iki kere iki gibi kesin ve zarurî bir durumdur. Davayı tekelinde görme anlayışının yanında emanete hıyanet de vardır. En son 2017 halk oylamasında Kumandan’ın “Evet!” beyanını yalanlamaya kalkan iki avukatın düştüğü (veya düşürüldüğü) durumda olduğu gibi. Müvekkilini yalanlamak, üstelik İBDA nispetinden bahsederken! Hepimiz için söylüyorum, yandaşlık kötü bir şey. Yandaşlığın bitişiği ise yavşaklıktır.
 

***

Her teşkilâtta hizipçilik, baş olma isteği ve daha sonra liderinin yerine göz koyma durumu oluyor. Fakat liderlik hele kurucu liderlik Allah vergisi orijinal bir şey olup, kendi alanını kendi açandır, kendine özgü çile ve oluş alanıdır. Yani sığ işle, ayak oyunlarıyla olan şey değildir. Hainden beter ahmaklıklarla (bazıları hainliğe de varmakta) dava ve hareket yürümez. İman, aşk ve ahlâkını kaybedenlerin düştüğü ibretlik ve oyuncak durum. Edeb ve irfan olmayınca, haddini bilmeyince her şey olabiliyor. İnsanoğlu, doğruyu kaybedince tersine tekâmül gösteriyor. Ahmaklık hainliği besliyor.

***

Aşk, ideal ve iman davası beraberinde neleri yitirmişiz farkında değiliz. Kısaca kabalık kolay, incelik zor geliyor. “Vahşi Batı” gibi olmak istemiyoruz; ama tahassüs ve tefekkür eksikliği had safhada. Her şeyden önce zevki selimden gelen bir hissiyat olması gerek ki kabalıklardan üzülelim ve uzak duralım. Kabalık ruhun his dünyasını köreltir, nefsin arzu ve ihtiraslarını artırır. Bu da bize Üstad’ın bir tiyatro oyunundaki sözünü tedâi ettiriyor: “Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!”. Ağlamak deyince Feto gibi ağlamak değil, için için yanmak kastediliyor. Yoksa insan nefsi için de ağlayabilir, hırsları için de çalışabilir. O zaman “yeni nizam- yeni insan” davasını cidden benimseyip bunun yoluna adım adım girmeliyiz. Önce kendimizi değiştirmeli ve her an yenilemeliyiz, bunun derdini, tasasını duymalıyız. Birbirimize bakacağımıza, Allah’ın oluş yolunda yürüyen ve sabredenin işlerini kolaylaştıracağına inanalım!

***

Yazının tamamı için TIKLA