“Birbirini seven insanlar topluluğu” olmamız öğütlenmiştir dinimizce. Hatta birbirimizi sevmedikçe cennete giremeyeceğimiz belirtilmiştir. Müslümanların ruh kenetlenmesi halinin ifadecisi ve Üstadın beğenip kullandığı “gönüldaşlık” kavramını da “mü’min, mü’minin velisidir” ölçüsünün kapsamında görebiliriz. Demek ki, birbirini kardeş olarak sevemeyenleri en azından bu davranışları dolayısıyla gönüldaşlık kavramı içinde göremeyiz. Veya şu ifadeyi tercih etmek daha doğru olur: Müslüman ama yaptığı Müslümanlığa sığmaz, İBDA’cı ama yaptığı İBDA’cılığa sığmaz. Gönüldaş ama yaptığı gönüldaşlığa sığmaz.

Şahısları kastetmeksizin İBDA’nın ahlâkî ilkeleri çerçevesinde ve bazı menfiliklere ara başlıklar halinde değinmek istiyoruz. Bazen zıddından doğruyu göstermek gerekiyor.

İBDA’cılara değil. İBDA’ya bakmalıyız!

Tıpkı Müslümanların bazı olumsuz hallerine bakıp İslâmı değerlendiremeyeceğimiz gibi, İBDA’cıların da bazı olumsuz hallerine bakıp İBDA’yı değerlendiremeyiz. Şunu katî bir gerçek olarak biliyoruz ki, her mümin ve İBDA’cı kendi şuur ve anlayış, ahlak ve şahsiyet seviyesinde olaylara bakmaktadır ve duruş sergilemektedir. Demek ki ölçümüz şahıslar değil, davadır. İBDA fikriyatının boy aynamız olduğu edep ve usul ölçüsünü hiçbir zaman unutmamalıyız. Hiç kimsenin edepsizliğine ve yanlışına İBDA’cı diye katlanmak zorunda da değiliz. Bilakis, en büyük sermayesi samimiyet ve dürüstlük olan İBDA’nın, “doğrucu olun!” ilkesince, dostumuzun değil, hakikatin hatırını üstün tutmalıyız. Ahbap çavuşluk ilişkisine değil, ahlâkî ve ideolojik ölçülere değer vermeliyiz. En ileri toplum sahabilerden başka örnek tanımaksızın.

Yandaşlık Gönüldaşlık Değildir!

İnsanlar bir araya gelip grup oluşturmaya meyillidir ve arkadaş arama ihtiyacındadır. Fakat bir iman mefkûresi etrafında olmayan arkadaşlıklar gönüldaşlık sayılmaz. Çene çalma veya hizip arkadaşlığı, gönüldaşlık sayılmaz. Böyle arkadaşlıklar bir müddet sonra yandaşlığa döner. İBDA’da mizaç ve iş hususiyetleri uyuşanlar bir arada faaliyet göstersin diye birbirinden bağımsız cepheleşme modeli ortaya konmuştur. Ayrıca provokasyonlara ve polis operasyonlarına karşı da bir tedbirdir. Herkes yaptığından mesuldür ölçüsünce, herkes (her cephe) İBDA’yı yansıtabildiğiyle, iş ve eseriyle ölçülür.

İBDA bir havuzdur; herkesin emeğinin toplanacağı ve hiçbir kimsenin emeğinin zayi olmayacağı bir havuz. Bağımsız cepheleşme, herkes beyliğini ilan etsin, birbiriyle rekabet içine girsin, birbirlerinden adam kapsın diye değildir. Her cephe birbirini görmese ve tanımasa bile mü’min olmanın gereği sevmek zorundadır. Cepheleşmenin muradına uygun faaliyet gösterilmelidir. Cihad ve mücadele ise düşmana karşı yapılır. Bir cephenin kardeş cepheye karşı öbür cephelerle ittifaka girmesi veya benzer davranışlar “cepheler kardeştir” ilkesine terstir ve “şer ittifakı” olarak görülür. İslâm ahlakını uymayan bir cepheleşme İBDA’da yoktur. Davanın olmadığı ve birbirleriyle kısır çekişmenin olduğu yerde tekâmül olmaz. Yapılan işlerin bereketi olmaz. Birbirine karşı hesap ve içten pazarlıklı gönüldaşlık olmaz. Olsa olsa hizipdaşlık olur. Pazarlıksız Allah ve Resulü davası olan İBDA, hem Allaha, hem birbirimize karşı dürüstlüğün merkezidir. Bunun için, ‘hatalar nefsimizin, doğrular davamızındır.’ ahlaki ilkesini şiar alır İBDA bağlıları.

“Nice İkinci Adam, Oldu Yüzbininci Adam!”

Zaman zaman yaptığı faaliyetlerden sivrilen cephe liderinin benlik ve beylik davasına düştüğü, “herşeyin en iyisini ben bilirim, herkes bana tabi olacak” şeklinde davanın da üstüne çıkmaya çalıştığını görmekteyiz. Nefsiyle zuhur edenleri dava kabul etmez ve yok olup giderler. Bazıları ise kişilerin zamanında yaptığı faaliyetler ve lider pozisyonuna bakarak kuyruğuna takılmayı kendi şuursuzluğuna uygun bulmaktadır veya menfaat ve tatmin peşindedir. Toplumumuzda ideolojik şuurdan ziyade birebir ilişkinin daha etkili olmasından dolayı hizipçilik sadece bizde değil her cemaatte yaygın olarak varlığını sürdürmektedir. Hâlbuki İBDA hareketi bir fikir ve cihad hareketi olduğu için kısır çekişmeler en az orada olması gerekirken, fikir özümlenemediği ve cihaddan uzak kalındığı zamanlarda bu hatalar görülmektedir. Fakat İBDA Cephelerinin yapısında tabiî ayıklama bünyesi olduğu için, cepheleşme modeline ve İslâm ahlakına uymayan cephelerin bu tavırları tasfiyeye uğramaya mahkûmdur. Çöplükler nice ikinci adam enkazıyla doludur.

Şunu da hatırlatalım ki, “ikinci adam kim” sorusu nefsanî ve saçma bir sorudur. Çünkü İBDA bir dünya görüşüdür ve kurucusu tektir ve İBDA’da ikinci adam olmaz. Birbirinden bağımsız cepheleşme yapısında da hiyerarşik bir yapı zaten yoktur. Bu mânâsız sualin cevabını aramakla kimse vakit kaybetmesin. Herkes işine-faaliyetine baksın.

 Şuur Miskinliğinin Sonu

Herkesin yerine getirmesi zarurî olan şuurlanma görevini şuur miskinliğinden dolayı çokbilmiş abilerine havale eden bazı gençler istismar edilebilmektedir. Hâlbuki İslâm körü körüne değil, basiretle Allaha bağlanmayı emreder. Aksiyon isteklilerinin muhakkak okuması gereken Salih Mirzabeyoğlu’nun İdeolocya ve İhtilal eserindeki ifadeyle, “örgüt, iradi katılımla oluşur.” Kısaca, iman ve şuurumuz kimseye havale edilemez ve herkes yaptıklarından sorumludur. Bazı “abiler” ise bu ilkeyi hatırlatıp muhatabını oluş yoluna davet edeceğine onun saflık veya samimiyetini kullanma yoluna gitmekte ve bazı “kardeşler” de böyle bir hizipçilikte yer edinmeyi kâr hanesine uygun görmektedir. Dikkat ederseniz burada “mümin müminin velisidir” ölçüsü tecelli etmediği gibi, gönüldaşlık ilişkisi de tecelli etmez. İki taraflı bir dalkavukluk ilişkisi vardır. Abi kardeşini pohpohlarken, kardeş de abisine yanaşma pozisyonundadır.

Ehliyeti, tecrübesi ve yaşıyla birlikte fikri taşıyıcı çevre oluşması faydalıdır. Hiçbir tecrübesi olmayanların, edepsizce tavır takınması da yanlıştır. Bağımsız cepheleşme kimseye böyle bir hak vermez. Mevlüt Koç gönüldaşım Baran ve Aylık dergilerinde yayınlanan “Bir Fikir Nasıl Temsil Edilmez” yazısın da bir fikri taşıdığını iddia eden kişilerin nasıl bir tavır takınması gerektiğini işaretlemesi bakımından da ehemmiyetli olduğunu hatırlatalım. 

Yavşaklık Yaygın Bir Hastalık!

Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü isimli eserinde, güce boyun eğmeye dayalı rejimin gereği bütün cemiyetin birbirinin kuyruğunda dalkavukluk ettiği ve üstten aşağıya güce boyun eğme ve menfaatine göre yön bulma anlayışının hâkim olduğu söylenir. “Ahlak Yaralarımızdan Misaller” bahsinde, “dalkavukluk” birinci sırada yer alır ve Üstad şöyle der: “Manzara şudur: Bütün cemiyet, bir mıknatıs kutbu üzerinde birbirinin eteğine yapışmış demir parçaları gibi, en küçüğünden en büyüğüne doğru birbirinin dalkavuğu vaziyetinde. Çünkü ortada fanî ve mahkûm şahıslar kadrosunu aşan bir hüküm, bir iman ve mefkûre ölçüsü kalmayınca, muvaffakiyetin tek sırrı, kuvvetlinin nefsaniyetini kabartmak san’atından ibaret kalır. İhlas yokluğu…”

Bakıyorum da yavşaklık cemiyetimizin her sahasında olduğu gibi gönüldaşlar arasında da çok yaygın. İnsanlar istikamet üzere duramıyorlar, güce göre eğilip bükülüyorlar. Hakikate göre değil de nüfuz ve etki alanına göre yön değiştiriyorlar Hakka boyun eğip kullara karşı dik duracağına kulis hesapları peşinde yer edinmeyi kendilerine kâr sanıyorlar. Adama bir şey söylüyorsun, etrafa bakarak, güçler dengesine veya yandaşı olduğu takıma (cepheye) göre konuşuyor. Fırıldak gibi dönüyor. Bütün bunlar ve yukarıda saydıklarımız aslında modernizmin getirdiği bencillik ahlakıyla ve yozlaşmayla ilişkili. Aslında yozluk ve ahlaksızlık hâl ve davranışıyla şeriatın gelmesini istemeyen İslâmcılar veya İBDA’yı istemeyen İBDA’cılar diyebileceğimiz acıklı bir hal. Şu psikolojiye de düşmeyelim: Birbirimizin nefsimize ve zaaflarımıza bakıp, “herkes böyle” diye düşünerek içimizi karartmayalım. Çünkü Mecelledeki hükümle söylersek: “Su-i misal emsal olmaz.” Atasözüyle söylersek: “Papaza kızıp oruç bozulmaz.” BD-İBDA’ya ve İslâm’ın gerçek büyüklerine bakarak içimizi aydınlatalım. “Ben varsam davam da vardır” ilkesince, tek başımıza da olsak yürüyelim. Ölçüler ve Külliyatın içimizi aydınlattığını göreceğiz. Onların sevgisi ve dostluğu her şeyin üstündedir ve biz nisbetimizi koruyorsak her zaman yanımızdadır. İnkılap nabzında mânâsı atanadır.

Bazı imanı zayıf ve motivasyonu düşük gönüldaşlar ortada dönen dedikodulardan ve pisliklerden kafasını çıkaramadığı için herkesi böyle sanmaktadır. Hâlbuki facebook gibi dedikodu ortamlarından veya bir araya gelip dedikodu yapan gönüldaşlardan uzaklaşılıp İBDA Külliyatında derinleşildiği zaman birçok güzellikler görülecek ve gönlümüz de açılacaktır. İçi karanlık ve devamlı gıybet yapan gönüldaşlardan (!) uzak durulmalı: Yoksa “üzüm üzüme baka baka kararır” durumuna düşülür. Küçük adamların bulunduğu sularda yüzmek zorunda değiliz. Düşmana cepheden harekete geçelim. Şunu da ilave edelim ki, dedikodu yapanlar kadar dedikodulara bakanlar ve onları dinleyenler de suçludur. Faiz alanın da verenin de suçlu olduğu gibi. Bir uç misalle, pasif veya aktif eşcinselliğin farkı olmaması gibi. Mevzuumuzla alakalı Salih Mirzabeyoğlu’nun eseri “Marifetname”den bir söz işaretleyelim: “Yapılması çirkin olan şeyi işitmek ve okumak da çirkindir.”

Geyik Yapmak İdeolojik Faaliyet Değildir

Körler sağırlar birbirlerini ağırlar hesabı 3-5 gönüldaş bir araya gelip mensup olduğu ideolojinin diğer cephelerin geyiğini yapması bir faaliyet değildir. Her şeyden önce şu bilinsin, İBDA’cıların her yaptığı İBDA’dan değildir. 3-5 kişi bir araya gelerek birbirlerinin fikirlerinden meşruluk bulduğunu sananlar hayvan ifrazatının üzerinde yüzen çalı parçasına konup kendini deryada sanan sineklere benzer. Nefsinde kemal dikizleyen ve birbirlerini pohpohlayan salaklar… Hiç bir iş ve aksiyonda yoklardır. Ama, boş konuşmada, onu bunu eleştirmekte ise üzerlerine yoktur.

Hayat bu tiplere ve diğer tiplemelere her zaman gereken tokadı vurmuştur. Hayal görmeyle devrimcilik olmaz. İlkelerimiz ve stratejimiz asır yenileyici mütefekkir tarafından ideolocyamızda çizilmiştir. Bize düşen ise oluş ve çile yoluna girmek, ahlâkımızı ve edebimizi korumak, imanımızın zevkini duyarak aksiyonda bulunmaktır. Filanca ne dedikodu yapmış, o ona ne demiş, o buna sövmüş vs. buralarda dava yoktur. Velev ki bazı İBDA’cılar oralarda olsa bile, İBDA oralarda yoktur. Sanal ortamlarda boy gösterme merakından uzak durmalı. Biri bizi gözetiyor cinsi tecessüslerin (ahlâksızlığın) yeridir çoğu kere oralar.

 Günde bir kelime olsa dahi öğrenmeye bakanlar, daha doğru iş yapmış olurlar. İBDA’yı uçuran ve batıranlardan uzak durmalı; İBDA’yı anlamaya bakmalıyız. Her şeyden önce ihlas ve ahlâkımızı düzeltmeliyiz. Çünkü ihlasın olmadığı yerde hiç bir şey yoktur.

“İş Yapan Nerede, İBDA Oradadır!”

Menfiliklerimizi terketmeden ve oluş yoluna girmeden İslâm inkılabının olamayacağını söylemeliyiz. Veya İslâm inkılabı olur ama biz olmayız. Körler ve sağırlarla devrim olmaz. Ehliyetli kadrolar ehliyetsizleri kovar. Yapılan iş ve faaliyetler kalır. Kadro adayları şahsiyetiyle, aksiyon, ahlâk ve cesaretiyle temayüz eder. Kısaca, “iş yapan nerede İBDA oradadır”, bu Hakkâri’de olur, Edirne’de olur, İBDA, kimsenin kapasitesine ve şuur seviyesine sığmaz; kimsenin tekelinde de değildir. İBDA, üst dil üst manadır.

“Hayırda yarışınız!” ölçüsünce cepheleşme ve birbirine gıpta berekettir. Fakat hizipçilik ve hasedçilik ise tefrikadır. Kim ki hayır üzerinde bulunmaz, işini ve eserini geliştirmeye bakmazsa ondan uzak durmalıyız. Şeytanın gıdası dedikodu ve gıybetle gıdalanandan uzak durmak, en azından kalbimizi temiz tutmak zorundayız. İmanın en zayıfı olan buğz tavrını kötülüklere karşı göstermenin yolu budur. “Ne yapıyorlar?” deyip pisliklere kulak kabartmak onlara bulaşmak demektir ve fitne de böyle ortamlardan ürer. Kardeşini kıskanıp onu yok etmek için uğraşan bedbahtlar, “Hased, odunun ateşi yediği gibi, kişinin amelini yok eder” hadisince ancak kendilerini yok ederler.

Mümin, müminin velisidir. Allah’ın bir ismi de “mümin”; kullarını emin kılıcı… Kalbimizi temiz tuttukça Allah’ın emniyetine yaklaşırız ve mümin gönüllerde yer ederiz.

“İBDA, Yenilik Sırrıdır”

Eşya ve hadiselerin her an yeniliği bize hep yeni ve dinamik olmamızı ihtar eder. Zaten imanın da her an oluş ve tazeleniş ve zevken idrak olduğunun İBDA Külliyatında işaretlendiğini biliyoruz. Demek ki İBDA’cı her an yenilenme mükellefiyeti içinde gelişmeye açık ve önceki halini kritik edebilmeli. Düşman şekil ve taktik değiştirmiş, başka cephelerden saldırıyor ve biz hâlâ bozuk plak gibi aynı tekerlemeyi söylüyorsak, “yürüyen şuur” nerede? Bir de öyleleri var ki, aradan yıllar geçmiş kendisini hiç muhasebe etmemiş, hâlâ köpek gibi kıskançlık içerisinde yaşayıp gidiyor. “Bir günü bir gününe eş geçmeme” emri nerede, 30 senedir hiç tekâmül etmeden yaşamak nerede?

İBDA’cılığın en başta kabul etmeyeceği şey, samimiyetsizlik ve yobazlıktır. Zaten İBDA, dini ölçüleri nefsinde donduranlara karşı olurken, İBDA ilkelerinin de nefslerde dondurulmasını istemez. Bunun için İBDA, yenilik sırrıdır ve yenileyiciler kadrosundan en önce kendilerini yenilemelerini ve kendilerini değiştirmeleri ister. Kendimizde inkılap (değişim) olmadan toplumumuzda inkılap olmasını bekleyemeyiz. Hatta bu varlığımızla inkılap önünde biz engel oluruz. Duranlar, yürüyenler tarafından geçilir. Mani olanlar ise, ister iç, ister dış olsun temizlenir. Salih Mirzabeyoğlu’nun “Marifetname” eserinden gençlere faydalı olur ümidiyle mevzuumuzla da ilgili bir alıntı:

“İnsan gençliğinde dünyayı fethetmek hülyalariyle işe başlar. Ama minnacık bir başarı kazanınca da dünyalar onun olmuş kadar sevinir.”

İdeal mevceleri körelmemiş gençliğe en yakışan fikir ve aksiyon mihrakının İBDA fikriyatı olduğunu da örnekleriyle görmekteyiz. Üstadın ve Kumandanın yetişmesinde pay sahibi olduğu gençlik…

Başyücelik Devleti, Kaymak Yeme Yeri Değildir!

Mevcut düzence iktidar makamı kaymak yeme yeri olarak görülür. Fakat BD-İBDA İslam’a muhatap anlayışına göre devlet, emanet yeridir ve ehline teslim edilir. Makamlar kapışılmaz, bilakis ehliyetlileri tarafından ateşten gömlek giymek şeklinde mesuliyetle sırtlanır. Bu açıdan kimsenin yanaşmak istemeyeceği, Başyücelik Devleti makamlarıdır.

Bazı gönüldaşlar ise kırmızı halı ve bakanlıkları kapma sevdasında ve birbirleriyle beylik yarışında. Hâlbuki bu zihniyette olanların “emaneti ehline verin!” ölçüsüne uymadığı açık.  Yani boşuna kavga ediyorlar. Ayrıca, “her devrim evlatlarını yer!” düşüncesiyle şimdiden birbirlerini rakip görür, kuyusunu kazma ve güya silme politikaları(!) güden akl-ı evveller de var. Bu komik duruma şu komik fıkrayla hatırlatma: Üzeri boş olan eşek ile yolculuk yapan iki kişi kavga ediyorlarmış. “Mal bulup pazarda satarsak, kazandığımız para ile şunu mu yapalım yoksa bunu mu yapalım?” diye. Olmayan malın kavgası saçmalığına misal... Olmayan pastanın kavgasını yapanlar, bir de ortada pasta olsa bu rezil adamlar neler yapar, varın siz düşünün. Allah ıslah etsin ve oluş yolundan hiç birimizi ayırmasın.

Ayrıca şunu da söyleyebiliriz ki, devrim isteyen insan ya şehid olur ya da gazi. Belki sen, belki rakip gördüğün kardeşin şehit olacak. Ayrıca devrimden sonra kim öle kim kala. Ve o zamana kadar dostluklar ve düşmanlıklar ne ola! Ayrıca böyle şeyler bir baş olmadığında olabilir ve Kumandan başta olacağına göre bunları düşünmek ne büyük edepsizlik. Ve son bir not: “Ya şehid ya gazi” ruhundan uzaklaşılmış ve bu çıkar hesapları da bunu gösteriyor. Hâlbuki eylemlerle, işkencehanelerde direnişlerle, bayrak yüksekte tutulduğunda böyle hesapları kimse yapmıyordu. Yine böyle hasis hesaplar yapmayan hasbî gönüldaşlar vardır ve İBDA onların parıldattığı mücadele çizgisinde parlamaktadır. Kim nereye bakmak isterse onu görür. Samimi ve hasbî Allah erleri her zaman vardır ve cevher çamurla sıvanamaz. Tüm kahpeliklere ve İBDA cephelerinin zaman zaman sahip çıkamamasına rağmen Kumandan Mirzabeyoğlu’ndaki cevher örtülebildi mi?

Bu yazımız, fayda mülahazası ile iç muhasebeye dönük oldu. Şahıs ve cephe kastedilmeksizin... Laf sokuşturma veya iç tartışmalara girmek doğru tavır ve ahlâk değildir. Eski gönüldaş da işlese hata, hata olarak işaretlenmelidir. Bizden istenen ise içe ve dışa karşı dik duruştur. Fakat İBDA erleri yiğitlikleriyle maruftur. Ölüm sınırında ve işkencehanelerde birbirlerine velî olan birçok İBDA’cı gördüm. Asıl sınanma yerleri olan o mekânlarda, iğneli fıçılarda Ve hâlâ istikametini devam ettiren gönüldaşlar da meydan yerindedir. Bazı aslanlar pörsüse de İBDA’da aslanlar bitmez. Çünkü İBDA yolu Mutlak Önder’in seriyyesinin akın yoludur.

Kaba İnsanlarla İslâm Davası Temsil Edilemez

Üstad Necip Fazıl XV. Hicri asrın yenileyicisinin estetik idraki başa almasını işaretler ve ilave eder: “Zira güzellik, hesap ve kitap sordurmadan, yakalayıcı, zapt ve fethedicidir.”

İBDA Mimarı, kadro vasıfları olarak dava aşk ve ahlâkı, kültür edası, aksiyon dehası ve sanat ve estetik anlayışını sayarak dördünden de pay alınması gerektiğini vurgular. Müslüman’ın cihadı da zariftir, çünkü gerektiği kadar cezalandırır. Fazlasını ve eksiğini yapmaz. Kerem gösterilecek yerde kılıç çalmaz, kılıç çalınacak yerde de kerem göstermez. Kabalık ve yobazlıkla İBDA’cılık bağdaşmaz. Gerçek İBDA’cı, ölçüleri kendi seviyesine indirip oradan keskinlik yapmaz. Tekfircilere benzemez. Keskinlik zannıyla öküzlük yapmayacağı gibi, taktik zannıyla da taviz vermez. Ve, birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı şiddetli olurlar.

İBDA Mimarı “Elif” isimli resim ile alakalı bir kitap yazmış ve resme bakmanın kültürünü vermişken, pişkin pişkin “ben resimden anlamam!” diyerek bu yobaz tavrını da etrafındakilere sirayet ettirmeye çalışmak, Üstadın “marka Müslümanları” tabirine denk gelen “sathî İBDA’cılar”a misaldir.

Başka bir misal: “Resim sergisine gidelim!” deyince suratını buruşturan gönüldaşlar var. Yıllardır ne konsere gitmiş, ne tiyatroya, ne de açık oturum, panel ve seminerlere. Lisan, müzik, sanat vs. kurslara da ilgisi yok. “Sanat Allahı aramakmış” diye Necip Fazıl’ın dizelerini ve Kumandanın bu mevzularla alakalı eserlerini biliyorlar ama arama ihtiyacı duymuyorlar. Nasıl olsa bulmuşlar (!)  “Kaşar İBDA’cılar”a ne anlatsan boş, nasıl olsa olmuş, bitmişler. Biz de İBDA’yı tam anladığımızı hiçbir zaman iddia etmiyoruz. Bir şeyi anlamayabiliriz ama en azından anlamadığımızı anlarız ve anlama çabamızı devam ettiririz.

“Benim anlayış seviyem ölçüdür” diyenler bir müddet sonra kendi gibilerden ibaret kalıyorlar. Birbirlerine bakıp hepten kararıyorlar. Aslında pörsüme hepimizi bekleyen tehlike, Üstadın Kumandan’a hatırlattığı, “üç tehlike”den biri. Onun için İBDA da yenilik sırrı ve istikamet üzere bulunmak esastır. Bir iki iş yapıp cakasına düşenler ve tatmin olanlar, istikametini kaybedenlerdir. Böylelerinin bir kısmı zararsızca bir kenara çekilirken, bazıları ise parsa ve hizipçilik ile etkinliğini(!) sürdürmek, hasedçilik ve fesatçılık ile yaptığı amelleri de heba etmek peşindedir. Onun için, şahıslara değil; ölçülere bakacağız her zaman.

Bir şeyi öğrenme zahmetine girme yerine toptan reddetmek ve bunu da devrimcilikle izah etmek, İslâm inkılabının istediği vasıf ve kadro değildir. Toptancılığın kolaycılığına değil, tahlil ve tahkim etmenin zorluğu ve bereketine talip olmalıyız. Ucuz muhalefet değil, İmamı Gazali gibi künhüne varıcı muhalefet… Zira, devlet adama ayağıyla gelmez.  

Cins atlar disipline hemen gelirken, mayasında eşeklik olanlar direnir, tepinir, anırır. Ortalıkta anırmaları bundandır. Yoksa keyfiyetleri yoktur.

Parsa için İBDA’ya gelenlerle inandığı için gelenler farkına dikkat etmeliyiz. Birinde taklitle caka varken, diğerinde oluş ve çile vardır. Sathî ve parsacı mizaçlar, İBDA’ya devşirilenleri mülkiyetine alma, cephe hizipçiliğine kullanma amacı güderler. En hafif tabiriyle basitlik ve çocukluk olarak göreceğimiz bu tavırlar, davaya zarar vermektedir. Fakat tarih haşeratlardan bahsetmez.

“Eski mücahitler oldu mütahit!” deniyor ya, bu kaşar gönüldaşlar, mütahit de olamadığı için böyle yandaşlık peşindeler. İBDA pınarından içen nur çağlayanı gençlik, sahtekârları ve sahte olanları çiğneyecektir.

Şu hususu da belirteyim ki, bazı gönüldaşların ayak sürçmesinden memnuniyet duyacak değiliz. Bilakis üzülürüz. Çünkü ne kadar çok gönüldaşımız olur ve davaya hizmet ederse, bunu ister ve bundan gurur duyarız. Aksini düşünmek hasedçi kadın psikolojisi olur.

Nur Gençlik

Kumandan Mirzabeyoğlu’nun istediği İBDA gençliği, hepsi yaptığı iş, aksiyon ve eseriyle meşgul, Allah’a karşı iki büklüm, birbirlerine karşı dimdik, imanının zevkini yaşarken her an eşya ve hadiseler zemininde aktif olan, mevzuunda branşlaşan ve İBDA’dan aldığı sermaye ile tahkim eden gençliktir. İslâm inkılabı burada, mümin olma burada. Gençliğin heyecanı ve temiz ideali burada kendine tercüman bulur.

İBDA bünyesi sağlamdır. Çünkü İBDA bir sistemdir, fikrî manzumesi vardır, dili-diyalektiği ve nisbeti sağlamdır. İBDA’cı olanların hataları her grup ve cemaatte görülecek ve esasen düzenin Müslümanlar üzerinde bıraktığı tortular olup, ancak fikir ve cihad yolu İBDA’ya doğru nisbetimizi kurarak menfiliklerden korunabiliriz. İBDA’nın ruh ve anlayışını temsilden uzak bazı gönüldaşların hatası ise kendilerini bağlar. Hastalık sıhhat şartıdır ve İBDA bünyesi hastalıkları işaretlemiştir. Bu açıdan problem yoktur. Yeter ki bizler dedikodu ve boş şeylerle uğraşmayı bırakıp davamızla hemhâl olalım ve Allah yolunda ayaklarımızı ve yüreklerimizi perçinleyelim.

Baran Dergisi 355. Sayı