Salih Mirzabeyoğlu; şair ve mütefekkir!.. Necip Fazıl’dan devraldığı “Büyük Doğu” fikir sistemini, “İbda” keyfiyetiyle yaşatan “genç adam”... Üstad, onun âleminde, varlık ve fikir dünyasına açılan “ana pencere”...
İbda fikir sisteminin mimarı olan Mirzabeyoğlu, 1950 doğumlu. Hayatı, Üstad’ı tanıdığından beri, bir avuç ateş!.. Temel hedefi, “zıtlar arası muvazene sistemi” olan İslam’ı hâkim kılmak!.. Kuşkusuz, bu dâvâda olduğunu iddia eden pek çok kişi var. Ama Mirzabeyoğlu’nun usulü farklı. Bir kere, en üstte “Ehlisünnet” kimliği var. Ve tabiî “Evliyâ kelâmı”... Şeriat, –küllî istikametlendiricilik vasfıyla iç içe– yamukluk nerede olursa olsun düzelten, öpülesi kılıçtır onda!..
İbda Fikir Sistemi ise varlığı ve hayatı teferruatıyla ele alan bir usûl aslında. Usûl diyoruz, zira kökler, ana kaynaklar, âlim ve velîlerin sözleri, tüm bunlar kütüphanelere dizili kitaplarda “mestûr” lâkin, neye nasıl varılacağı ve nisbetlerinin ne olduğu o derece mühim ki, “usûlsüz” dalış yapmak, “boğulmakla eşanlamlı” olup çıkıvermez mi?..
Mirzabeyoğlu’nun hayatı, fikir ve eylemin birbiriyle iç içe geçtiği bir yumak... Şöyle: önce en doğrusunu tasarlayış ve eksiksiz bir şekilde belirtiş... Sonra hareket!.. Ve hareket içinde güzelliği ve cevvalliği artan fikir... Artık, eylem ve fikir, öyle sıkı sarılır ki birbirine, öylesine mezcolur ki, “bu adam ne diyorsa yapar” yahut “ne yapıyorsa mutlaka söylemiş ve düşünmüştür” dersiniz Mirzabeyoğlu için.
Onun sisteminde, tasavvufun derin kelimelerinden bir “kıyam ve inkılâb” usûlü, bir diğer tâbirle, bu işin ideolojisi üretilmiştir. Şunun da bilinmesi elzemdir ki: O, direnmek için direnmez. Güce sahip olduktan sonra, ne yapacağını ve nasıl yapacağını da belirtir. Hem de, TEFERRUATIYLA belirtilen bir alternatif!..
Kitaplarında Platon’a, Hegel’e ve Sartre’a rastlayabilirsiniz. Fakat, asla kuru ve kabul edip geçici tarzda değil!.. Mevzu edilen fikrin can damarını yakalayıp, mümkün olan en büyük faydayı teminden sonra posayı kenara atıştır onunki. Ve Batı tefekkürünü incelerken, İslam tasavvufunun derin ölçüleri vardır elinde!..
Üslûbu, kimi zaman “giyotin” kadar keskin, kimi zamansa “bulut” gibi; yağmur dolu ve yumuşacık... Asla, “kuru örgütçü” değil!.. Şair, lâkin şiir anlayışı farklı; şiiri “sır avcılığı” onun.
Kitapları “ortalama” değil, iyi bir zihin eğitimi görmüş insanlara bile ağır gelebiliyor. Yalnız bu “ağırlık”, şişirme olmayıp bilakis, ele aldığı mevzuların derinliğinden kaynaklanıyor. Nasıl “ağır” olmasın ki? Toplumu, tarihi, varlığı ve insan ruhunu ele almakla kalmayıp, teferruatı da belirterek, hepsinin tek tek “ana prensiplerle” ilişkisini işaretliyor. Dolayısıyla, sürekli bir “gel-git” var eserlerinde. Üstelik üslûbu, gerektiğinde çok açık...
“Normal” ve “sıradan” biri değil... Kızgın bir dâhi!.. Bu yüzden, hakkında birbirinden farklı sözler duyabilirsiniz: “Çok sert”, “Çok yumuşak ve merhametli”, “Şiiri sır gibi”, “Destan şairi mi ne; çekinmese ‘kesin boyunlarını’ diyecek!”, “Sözleri muğlak, genel kitle için faydasız”, “Cümleleri slogan gibi, gayet açık!”, “Bak, bak; Hegel’i nasıl da kullanıyor!”, “Bu adam derviş yahu; her yerde menkıbe”, “Adamın ölüm-kalım endişesi yok herhâl”, “Güce karşı ne kadar da ihtiraslı!”, “Şuna bak; nefs cihadından bahsediyor!”, “Bu sayılar da neyin nesi?”... Uzayıp gidiyor. Bu cümleler, kurgulama değil, sevenlerinin veya muhaliflerinin de duyup bildiği üzere, onun hakkında –bilhassa entelektüel ilgi sahibi çevrede– yapılan değerlendirmelerden aynen naklettiğimiz birkaçı. Herkes kendi aynasından bakar ya!..
Onun düşüncesinde, sonu gelmez bir hareket –ve dinamizm– var. Sürekli canlılık! Ve İbda Sistemi, teferruat konusunda hâlâ oluşum içinde; devam ediyor. Çünkü mimarı yaşıyor. Şayet öğrencileri de gerekli cehdi gösterebilirse, bu gelenek, sürekli yenilenen ve özünü paslanmaktan koruyan bir “mektep” olmaya devam edecek!..
Hemen söyleyelim; fikirleri öyle yaygın, “moda” kavramlarla pek uyuşmaz. Zira şu –sönüp giden– ısmarlama akımların yaşattığı gibi, kullanılıp atılan “zamana uymayı” değil, Mutlak’ın peşinde, öteleri hedefler. Alternatifini sunarak, çağı değiştirmek ister!..
Edebî eserlerinde, kaosla düzenin birbirine yaslandığı görülür. Uzaktan bakan için Tilki Günlüğü, gerçek bir kar fırtınasıdır. Oysa usûlünü bilme cehdine girenlerin ellerinden düşüremediği bir “kâinat kitabı” olur ki, işte o ân okuyucu, o uğultulu fırtınadaki her kar tanesinin, birbirinden farklı bir desen taşıdığını görür. Kimileri için “rüya tâbiri”, kimileri için “içte kopan” fırtınalar, kimileri için “lûgat kitabı”, kimileri içinse “sihir”... Bu kitabı anlamak için –galiba en başta–, “yazandan önce yazdırana bakmak” ilkesi geçerli!..
İbda Sisteminde “akıl”, hakkı yenemez bir âlet. Ama yalnızca âlet!.. “Kalp” ve “sır idraki” ise asıl. Sonsuza açılan penceresini, böylece muhatabına gösterir İbda!..
Kısaca, hayat ve kâinat, nerede ne kadar karmaşık veya zor anlaşılır bir renge bürünmüşse, İbda Sistemi de işte orada “zor anlaşılır” bir üslûba sahip. Ve yine nerede bir mânâyı bedihî olarak anlıyorsanız, işte orada “bedihî” olarak anlaşılır İbda. Muhteşem bir Kaos ve Muhteşem bir Düzen!..
 
 
Baran Dergisi 546. Sayı