Salih Mirzabeyoğlu... Kimlikteki adıyla Salih İzzet Erdiş...

Yıl 1950... 9 Mayıs’ı 10 Mayıs’a bağlayan gece, saat; 02:22... Gün salıdan çarşambaya dönmüş.

Sabriye Hanım, Üstad Necip Fazıl’ın “beş yüz yıldır beklenen mütefekkir” diye tarif ettiği büyük muzdaribi dünyaya getirdiğinden habersiz.

Evet... Yıl 1950... 9 Mayıs’ı 10 Mayıs’a bağlayan gece, saat; 02:22... Gün salıdan çarşambaya dönmüş.

Salih Mirzabeyoğlu, kendisini Allah’a adamak ve adanmışlığı şahsında remzlendirmek üzere bugün dünyaya geldi.

“Erdiş” soyadının üzerinde eğreti durduğunu, onu benimseyemediğini söylüyordu ve 1975’te “Gölge” dergisinin çıkmasıyla ilk kez Mirzabeyoğlu soyadını kullanmaya başladı.

Yaşadığı toplumun umursamazlık ve aşırı rahatlığından rahatsızlık duyuyordu...

Kendisini aradığı dönemleri anlattığı “Yaşamayı Deneme” isimli eserinde bu rahatsızlığını sıklıkla dile getirmiş ve en genç yaşlarında dahi, kendisini insan ve toplum meselelerinin halline dair sorunlara inanç ve gayesi olan İslam’ın hasrı içerisinde çözümler getirmeye odaklamıştı. 1966 yılında ilk kez Üstad’ı dinlemiş ve onun yoluna baş koymaya karar kılmıştı.

Gölge Dergisi’nden sonra, 1979 yılında Mirzabeyoğlu’nun çıkardığı Akıncı Güç dergisi, Üstad Necip Fazıl tarafından incelendikten sonra takdirle karşılandı, bunun devamında sürekli olarak Mirzabeyoğlu ile ilgilenen, onunla günlerce, saatlerce sohbet eden Üstad, Mirzabeyoğlu için, “kırk yıldır aradığım ses”, “fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci”, “elime bir genç geçti, pir geçti, seni ben yetiştireceğim.” diyordu. Yine Mirzabeyoğlu, Üstad tarafından, “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi” takdimine layık görüldü “İstikbal İslam’ındır” adlı eseri telif etmek üzere Üstad tarafından vazifelendirildi. Üstad’ın çıkardığı “‘Rapor”larda yazılar kaleme aldı.

Ve 1983’te nihayet Üstad’tan ayrılma zamanı gelmişti... Üstad’ın vefatından sonra yalnızdı ve çilesi her gün katlanarak artacaktı... Mirzabeyoğlu verdiği eserler ve çıkardığı dergiler ile İslâmcı camia içerisinde büyük yankı uyandırıyor ve böyle olunca tabiî olarak düşmanların gözleri de kendisine dönüyordu. Geniş bir kitlenin Feto’nun eteğine yapışık olduğu dönemlerde, Mirzabeyoğlu’nun davasına baş koyan İbda bağlıları; Karar, Taraf vb. dergilerinde, “FETOŞ’un Sapıklıkları”, “PİÇ’liğin (Paralel İhanet Çetesi)”, “Diğer Adı Zamaneler”, “Hem Gülen Hem Güldüren”, “Lafta Müslüman Pratikte Hain”, “Sapık Vaiz”, “CIA Ajanı”, “FETTOŞ”... gibi başlıklar atıyorlar, yazılar yazıyorlar ve 2010’larda ne kadar tehlikeli olduğu ortaya çıkarılan paralel yapı ile 1980-1990’larda mücadele ediyorlardı.

Peki devletin her kademesine sızmış ve her imkanı herkesi lehinde kullanabilen ihanet şebekesi, kendisine karşı böylesine radikal bir muhalefet sergileyenMirzabeyoğlu ve arkadaşlarını rahat bırakacak mıydı? Tabiî ki hayır. Hepsini çeşitli işkencelerden geçirerek ömürlerini rutubetli taş duvarlar arasında, karanlık bir “F” tipi hücrede geçirmeleri için ellerinden geleni yapacak ve bu Müslüman Anadolu evlatlarını halkın nezdinde terörist olarak yaftalamak için devletin her türlü imkânını kullanacaktı... Yıllar sonra bir cuma gecesi silahsız 250 kişiyi acımasızca öldürerek asıl teröristlerin kendileri olduğunu ifşa edecekler ve o gece şehid olanlar arasında, Mirzabeyoğlu’nun davasını omuzlayıp, 15 yaşında iken, 18 yaşından küçüklerin yargılanamayacağı DGM’lerde yargılanıp hakkında idam hükmü verilen Halil Kantarcı da olacaktı...

Malum 28 Şubat dönemi... 1000 yıl sürecek dedikleri zafer... İstiklal Mahkemeleri gibi çalışan Devlet Güvenlik Mahkemeleri... Her gün hakkında idam hükmü verilenler, cezası müebbete çevrilenler... İşkence ile ifade imzalatılanlar... Elektrik, kerpeten, Filistin askısı; fakat mağrur ve dik duruşlar. Film senaryolarını aratmayan ve insanın ağzını açık bırakacak cinsten hadiseler... 28 Şubat sürecinde Müslüman halkın direnişinin öncüsü olan ve “ Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var.” hitabıyla onlara güç veren Mirzabeyoğlu ile devam edelim...

Mirzabeyoğlu önce idamla yargılandı ve hüküm giydi (2001), idam cezası kaldırılınca ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Metris, Kartal ve Bolu Cezaevlerinde 16 küsur yıl süren ve başta Telegram olmak üzere çeşitli işkencelerden geçirildiği mahkûmiyetin ardından, yeniden yargılanma talebinin kabul edilmesi ile 2014’te tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi... Aleyhinde yazılan onlarca yazı ve hakkında yapılan onlarca asılsız haber vardı... O hiçbirine kulak asmıyor,

“El birlik olmak
gayesine ermemiş savaş
bitmemiştir, diyenlerle
omuz omuza dayanmak 
kalelerine emperyalizmin
ne dur
ne durak
ne rahat
yükseğe
daha yükseğe
en yükseğe 

dikilsin bu bayrak.” diyerek, inandığı davayı ve idealini en yükseğe çıkarmanın mücadelesini veriyordu.

Üstad Necip Fazıl’dan devraldığı bayrağı, Büyük Doğu fikriyatını Müslüman Anadolu evlatlarının yüreklerine perçinlemek uğrunda mücadele ediyordu.


Evet... Salih Mirzabeyoğlu...
“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci.”

Onun gençliği, ruhî dinamizm ile ilgili... O; daima gençleşen, daima genç kalan. Duruşundaki heybet, bakışındaki asalet ve gözlerindeki hürriyetten biliyoruz onu....

Yılmazlığından, mücadele gücünden, çilesinden ve vakarından tanıyoruz. O; yüzyılına hakim olan ve yenilmeyen adam! İslâm alemine yeni bir medeniyetin kapılarını açan ve yeni bir medeniyet fikri örgüleştiren tek ideolocyanın, biri diğerinin ve diğeri ötekinin ufku olan iki mimarından biri. “Büyük Doğu’nun sırrı İBDA ve İBDA’nın sırrı Büyük Doğu” bahsi...

Büyük Doğu-İBDA
İslam’a muhatap anlayışın dünya görüşü...

“Her asla sahtesi musallattır.” hakikati ile, anlayışı, sahtelerinden, kir ve paslarından arındırmaya memur olan el ve fikir örgüsü.

Tüm yanlışlık, nizamsızlık ve kirlenen anlayışa karşı, “ne yapmalı”, “nasıl yapmalı” ve “niçin yapmalı” sorularının sistemleşmiş cevapları... Yani dünya görüşü…

Mevcudun şekline bakarak bir yenilenmenin, bir revizyonun şart olduğunu görüyoruz. Fakat İslam’a mı? Haşa! İslam yenilenmez!

Mevzu ve gaye, anlayışı yenilemek... Doğrusu budur.

Bir ayna düşününüz, buğulu ve kirli. Bu aynaya baktığınızda göreceğiniz tek şey kendinizin silueti. Bu aynada kendinizi bile tanıyamıyorsunuz. Bu noktada tabiri caizse aynaya bakana, yani hakikate İslâm, aynaya ise anlayış diyelim. Nasıl ki, aynayı temizlediğimizde yahut aynayı yenilediğimizde, kendimize dair tüm detayları açık ve net olarak görüyorsak; ayna diyerek ölçü ve misallendirdiğimiz anlayışı yenilediğimizde de; muazzam ve eksiksiz bir akis halinde İslâm’ın yansımasını göreceğiz. En ince detay ve nurun en büyük tecellisi... Nasıl ki, bugün Batı’nın ayakta kalabilmesi için kapitalist/emperyalist sistem zaruri ise; sistem ve çarkın tersine çevrilip, Doğu’nun hakim olduğu bir dünya sistemi davamızda, İslâm’ın reddettiği her türlü sistemi iptal edip, tüm eşya ve hadiseleri kendisine tabii kılacak bir dünya görüşü ortaya koymak zaruretindeyiz.

Doğunun ihyası böyle olacak.

İşte bu noktada, anlayışı yenileme ve İslâma muhatap anlayışın dünya görüşünü ortaya koyma noktasında karşımıza çıkan iki mütefekkir... Üstad Necip Fazıl ve onun “beş yüz yıldır beklenen mütefekkir” diye takdim ve tarif ettiği Salih Mirzabeyoğlu...
Fikirden ve kendi sömürgeci tavırlarının önüne set çekecek her türlü aksiyondan haşyetle kaçanların ademe mahkum etmeye çalıştığı büyük muzdarip... 68 yıllık ömründe 60’ı aşkın eser telif etti ve en zor zamanımızda fikirleri ile imdadımıza yetişti. Yıllar önce cezaevi koğuşlarında ademe mahkum ettiğimiz ve 4 Mayıs’ta geçirdiği beyin kanamasının ardından, 16 Mayıs günü vefat eden ve 18 mayıs günü Eyüp Sultan Mezarlığında Üstad’ın yanına defnettiğimiz mütefekkiri şimdi anlama zamanı. Onlar her senenin belli günlerinde anılacak, ertesi senenin belli günlerine kadar üzerleri çizilip yokmuş ve yaşamamışlar gibi davranılacak sıradan yazarlar değil. Onlar Medrese-i Yusufiyede bizim için mücadele eden, bizim adımıza fikir çilesi çeken, bizim aydınlığımız için karanlığa mahkum edilen ve yine bizim için yaşanmaya değer hayatın sistemini örgüleştiren ve anılmaktan çok anlaşılmaya değer, anlaşılmayı hak eden ve anlaşılmayı bekleyen mütefekkirler.

Salih Mirzabeyoğlu… Bilinmezin Tutkunu... Ve şimdi o, şiirinde söylediği gibi, tükenmez bir seferde…

Allah Kumandan’a rahmet etsin...


Baran Dergisi 594. Sayı