Eskiden Hasan Sabbahların insanları afyonla uyuşturup narkotikleştirerek kurduğu kölelik düzenini, bugün kitle iletişim vasıtalarıyla insanları şapşallaştırarak, “demokrasi” sistemiyle modern ve çağdaş hâle getirdiler. Yine koyun sürülerini kaval çalarak yürüten çobanlar misali, önce insanları yabancılaştırarak kitleselleştiriyor, sonra da algılarını yöneterek istedikleri gibi edilgen hâle getiriyorlar.
Bu hususta Kumandan Salih Mirzabeyoğlu şöyle diyor: “Robot insan yapmak istediler, yapamadılar; insanları robotlaştırma ameliyesine girdiler.”

Tanzimat ve Cumhuriyet aydınlarının tartıştığı en önemli şey İslâm’ın terakkiye mâni olup olmadığı idi. Bir kısmı bu iddiayı savunurken, bir kısmı da terakkiye mâni olmadığı fikrini savunuyordu. Ne yazık ki bu iki grubun da zihinleri Batı tarafından köleleştirilmişti. Denilebilir ki, İslâm’ın terakkiye mâni olmadığını düşünenlerin zihinleri de mi köleleştirilmiştir? Evet, çünkü özne İslâm değil Batı’dır. Her iki aydın tipi de Batı’ya göre konumlanmıştır.
Son beş yüz yıllık tarih dilimimizde bu yanlışı ilk gören Üstad Necip Fazıl ve onun yolunu devam ettiren Salih Mirzabeyoğlu’dur. Üstad “durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diyerek yeni bir sistem teklif ederken, Kumandanımız da İslâm’a nisbetle şekillendirilmiş yeni bir dünya düzeni öneren “Başyücelik Devleti”ni model olarak ortaya koymuştur. Salih Mirzabeyoğlu ilk defa normal kabul edilenin anormalliğini fark edendi. O eşiğin ötesini de görmüştü. Ayrıca Üstad Necip Fazıl’ı onun iradesine uygun olarak anlayan tek insandı.

Efendi-köle ilişkisinde köle fırsat bulduğunda kendini yeniden özgür kılmak isteyecektir. Bunu önlemek içinse efendi, bir çok yöntem geliştirmiştir. Köleyi sürekli ellerinden yahut ayaklarından zincir ya da pranga altında tutmak bunlardan biridir. Madenlerde insanların binlercesini prangalı vaziyette çalıştırmak köleliğin en kaba şekliydi. Avrupalılar ve Amerikalılar yüzlerce yıl Afrika’dan insanları zorla götürerek prangalara vurmuş, günde 20 saat çalıştırmışlardı. Artık yöntemler değişti ve gelişti. Efendi-köle ilişkisinin bozulmaması için bu vaziyetin kölenin gözünde meşrulaştırılması sağlandı.

Zaten köle fiziksel varlığını sürdürme olanağı elde etmesi karşılığında, kendi iradesinden (kültürel varlığından-kimliğinden) efendisinin iradesi karşısında feragat etmeyi kabullenmek zorunda kalmıştır.

İki taraftaki insanın da (efendi-köle) kendi topluluklarındaki ahlâkî anlayışın devreye girmesiyle fiilen kurulan efendi-köle ilişkisi haklılaştırılmaktadır. Kölenin bu durumu meşru kabul etmeye başlaması, süre uzadıkça kolaylaşmakta ve kölelik statüsünden kurtulma şansı da azalmaktadır. Sonunda köle, efendisinin azameti ve görkemi karşısında ona hayranlık bile duyabilmektedir. Başka bir deyişle, baskı sürdükçe köle “celladına aşık olabilmektedir.”
Modern dönemde başlangıçtaki duruma oranla farklılıklar oluşmuştur. “Efendi”nin efendi olmak için yüklendiği rol onun üzerinden alınıp, eşitsizliğe dayanan toplumsal sistemlerin oluşturduğu kurumların üzerine yüklenmiştir. Bugün, “modern dünya”daki eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine kurulmuş olan düzen ise “demokrasi” adıyla halkı aldatma görevi görmektedir. Amerika’da arazilerin yüzde doksanının sahibi yüzde sekizlik bir azınlıktır. Sermayenin yüzde doksanının sahibi toplumun yüzde biridir. Bize yutturulan demokrasi, kitle iletişim vasıtalarıyla halkı aldatmakta, uyuşturmakta, bize zulmü meşrulaştırmaktadır. Toplum üzerinde bir algı yönetimi düzeni kurmaktadır.

Batılı emperyalist devletlerin kurduğu ideolojilerin esas amacı hegemonyadır. Egemen grubun iktidarını yürütmesinde ve toplumsal denetimi sürdürmesinde iki yol izlediğini görmekteyiz. Bunlardan birisi güç, diğeri rıza elde etmektir. İdeoloji de Batılı emperyalistler için, toplumsal düzenin içindeki egemen grubun güç ve baskı kullanmaksızın rıza elde etmesine yarayan bir araçtır. İdeoloji, canlı bir toplumsal güç, önemli bir toplumsal denetim biçimi olmaktadır. İdeolojiyi oluşturmak, üretme ve kurma işini ise aydınlar yüklenmektedir.

Egemen blokun iktidarını ideolojik düzenlemelerle yürütmelerine aydınlar yardımcı olmakta; toplumsal denetim kurmalarını sağlayacak hegemonik ideolojiyi aydınlar üretmektedir.

İdeolojinin, hegemonik ideolojiye dönüşmesi için kitle iletişim vasıtalarıyla şunlar yapılır:
1-Şeyleri oldukları durumlarıyla tanımlamak, bu tanımlamaların toplumda geniş bir kesimce benimsenmesini sağlamak.

2-Kişileri var olan topluma, onun yaşam biçimine uymaya yöneltmek, bu yaşam biçimini doğal, güzel, onurlu olarak kabul ettirmek, var olan toplumun adaletli bir toplum olduğunu düşündürmek.
3-İnsanların gündelik hayatlarındaki bilinçlerine bu işleri görecek bir ideoloji aktarmak; böylece toplum yapısının iç tutumu ve dengesi için önemli bir güç olmak, bir dolaylı hükmetme aracı olarak hizmet görecek duruma getirmek.
Batı, başlangıçtan bugüne kadar tarihine baktığımızda, insanları ya zorla köleleştirerek zulüm ve baskıyla yahut da kitle iletişim vasıtalarıyla aldatarak, “demokrasi” adını verdikleri kölelik düzeniyle vahşi kapitalizme yöneltmiştir.
Bugünün insanları toplumsal düzenlemelerde işe yarayabilecek güdümleyicilik yeteneklerine göre toplumsal konum kazanabilmektedir.

Ekonomik hayatta karar alma mevki ve makamlarına gelecek kadar yükselmiş olanlar “rekabetin riskli dünyası yerine, işletmeler arasında fiyatların düşmesini önleyecek iş ve satış alanlarını aralarında paylaşacak bir işbirliğine gidilmesini yeğlemekte... Başarıları (kendi görüşünü paylaşmaları için ya da ürünlerini satın almalarını sağlayabilmek için) başka insanlarla olan ilişkilerini kendi amaçlarına uygun bir biçimde yürütebilmelerine, insanlarda önceden kestirilebilir ve hatta bir dereceye kadar belirlenebilir davranış düzenliliği sağlayabilmelerine bağlı bulunmaktadır.
Hegemonik ideoloji, toplumda var olan egemenliği, eşitsizliği, adaletsizliği gizlediği, maskelediği halkın aldatılıp köleleştirildiği bir yönetim tarzına dönmüştür. Bu süreçte “Aydınlanma”cılıktan “Cumhuriyet”e oradan “vahşi kapitalizm”e ve “demokrasi”ye kadar kullanılan her kavram halkı köleleştirmenin bir aracı olmuştur. Bu Batılı kavramlarda temelde de halkı aldatmak üzerine kurulmuştur. Örneğin Irak’ın Kuveyt’e girişi ve ardından Amerika’nın saldırına uğrayışını, işin perde arkasını öğrenmeye hiç uğraşmadan, CNN ve diğer ulusal tv şebekelerinden izleyip son derece önemli bir olayı petrole bulanmış bir karabatak görüntüsü eşliğinde CNN’in çizdiği anlam çerçevesinde algılaması buna örnek teşkil eder.

Çağdaş modern kölelik düzeni olan demokrasilerde, 1850’lerden itibaren sıradan insanlar, hep birlikte ortaklaşa konuştuklarını, anlaşabildiklerini sandıkları sistemde, kendi dillerinin kültürel evreninde yurttaş ve özne olma şansından yoksun kılınmışlardır. Kullanmaya başladığı dil, hayatını dönüşüme uğrattıkça, kendi dillerine sahip olma olanağından da yoksun bırakılan sıradan insanlar, içine sürüklendikleri gerçekliği algılayamayacak bir dilin içine kapatılmıştır. Bu dil “efendi”nin dilidir.

Kölenin, efendinin dilini, kendi dili olarak kabul etmesi bir yanılsamanın neticesidir. Böylelikle kölenin kendisi için yeni bir dil geliştirme imkânı ortadan kaldırılmıştır. Ortak dil diye köleleştirmenin diline payanda olmuştur.
Çağdaş modern köleliği devam ettirmenin bir yolu da bize “bütünlük”ü kaybettirmek. Bugün karmaşıklık gittikçe artıyor, bütünlük kaybediliyor. Bunu kaybettiren, imal ettikleri ideolojiyi ilk okuldan üniversiteye ve sosyal sahalara kadar her alanda zihnimize zerketmeleri. Ve modern diyerek bağrımıza bastıklarımız bütünlüğü perdeleyip görünmez kılıyor. Kapitalist sistemin kendini yeniden üretme yeteneği, büyük ölçüde insanların zihnen parçalanmasına bağlı.

Zihnimizdeki dünya görüşümüzle birlikte, kişiliğimiz de bu parçalanma sürecinin etkileri altında. Sabah biri, akşama doğru bir başkası, evde başka, işte başka biri olarak yaşıyoruz. Modern, çağdaş kölelik düzeni olan vahşi kapitalizm, şekere bulanmış adıyla “demokrasi” düzeni bizden bir alanda tutarlılık ve süreklilik talep ediyor “tüketim”; tüketim toplumunda müşteri olmak. “Bütünlüğümüzü” ise sadece bu anlamda korumak.

İşte kitle kültürünün başlıca işlevi günümüz insanını bu role uydurmak. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız yeni kalıba, bir tesire maruz kalarak değil de, kendi iradesiyle, kendi isteğiyle gönüllü olarak girmek. Batılıların modern kölelik düzenine geçişte en çok kullandıkları şey halkı ve insanları yabancılaştırmak. Önce insanları bir arada tutan bütün bağlar koparılarak yapayalnız bırakılırlar; hemşerilik, milliyet aidiyeti, akrabalık, soy ve aile mensubiyetini ortadan kaldırarak. İnsanların demokrasi sistemi içinde yüklendiği rollerden oluşacak olan bir kimlikten ve aidiyetten başka hiç bir kimlik ve aidiyet duygusu taşımamasını istemektedirler.

Sıradan insanın bu aymazlığından kurtulması çok zor ve çok ender durumlarda olabilmektedir. Çünkü bütün bu yabancılaşmayı kendisine temel almış modern toplumsal sistemler içinde yaşayan sıradan insanlar için, onları örseleyen sistemi değiştirmekten çok, bu sistemin yarattığı husumet duygularını, olan bitenden sorumlu tutulamayacak günah keçilerine yöneltmek daha kolay ve tehlikesiz görünmektedir. “Kitle kültürü” ürünleri sıradan insanların gerçekliği görmesini zorlaştırdığı için hayatın işleyişi bu insanlara gitgide daha akıl erdirilmesi güç bir şey gibi görünmektedir. Bu ise sıradan insanın, gerçekliğini zihinsel olarak geliştiren düzeyde anlamaya çalışmak yerine, gerçekliği, önyargılarla, yakıştırmalarla, şoklarla algılamasına sebep olmaktadır. Rasyonel boyutu yerine duygusal boyutu ağır basan bir idrak biçiminin ise sadece seyirci olarak kalması istenmektedir.

Baran Dergisi 590. Sayı