Büyük Doğu coğrafyası son 2 asırdır hercümerç, son bir asırdır da zulüm, kan ve gözyaşı içinde… Özellikle Devlet-i Ali’nin hastalığını gösteren alametlerin tezahürüyle birlikte hiç vakit kaybetmeyen Batı, Anadolu’nun çocukları sayılan toprakları zorla, türlü oyun ve desise ile Anadolu’dan koparmıştır. Böylelikle o zamandan şimdiye, zulümden inleyen Müslümanların çığlıkları gittikçe artarak her bölgeden yükselmeye başlamıştır. Bu bölgelerden biri de İslâm tarihinde önemli bir yer tutmuş Mısır’dır. Birden fazla nebiye ve resule ev sahipliği yapmış bu topraklar zaman zaman da firavunların ve mukavkısların zalimliklerine şahitlik etmiştir. Nihayet Asr-ı Saadet devrinde, Hz. Ömer (ra) emriyle Hz.Amr bin’ül-As (ra) tarafından fethedilerek İslâm ile şereflenmiştir. Emeviler ve Abbasilerin hilâfeti altında önemli roller oynamış olan bu topraklar nihayet kültür ve ilim yatağı haline gelmiştir. Fatımîlerin hükmü altında birkaç yıl karanlığa gömülse de aslî görevini Eyyubîler ve Memlükler dönemlerinde ifa etmeye devam etmiştir. Nihayet, Safevîler’i haşat edip, gerçek ittihad-ı İslâm davası uğrunda Mısır’a yönelen Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri burada 4 asır boyunca devam edecek Osmanlı adaletini ikâme etmiştir. Mehmed Ali Paşa Hanedanlığı’nı ve Fransız işgalini bir fetret dönemi olarak görürsek, yaklaşık bin yıl sonra Mısır İslâm egemenliği altından çıkıp emperyalist İngilizlerin boyunduruğu altına girmiştir.
Tarihimizde önemli rol oynamış bu toprakların 1950-70’li yıllar arasındaki dönemi her nedense görmezden gelinmiş veya geçiştirilmiştir. Özellikle Filistin davası açısından bu yıllar çok hararetli geçmiştir ve bugün Ortadoğu’da yaşananları anlamamızda kilit rol oynayan dönemlerden biridir. O nedenle biz de Arap milliyetçiliğinin yükseliş ve çöküş dönemi olan Cemal Abdülnâsır’ın iktidarı yıllarını mercek altına aldık. Ülkemizde pek fazla bilinmeyen Nasır ve Nasır’ın politikaları üzerinden ele aldığımız bu dönem ile okurumuzun kafasındaki birtakım soru işaretlerine çözüm bulmayı ummaktayız.
Mehmed Ali Paşa Hanedanlığı’nın Son Yılları ve Devrilmesi
Mısır, Osmanlı İmparatorluğu çökünce, görünürde Mehmed Ali Paşa hanedanlığı tarafından yönetiliyordu. Hanedanın son kralı ve adamlarının sefahata dalmaları, bitkin ve yoksul halkın yükselen öfkesini görmelerine mani oluyordu. Bu durumda ülkeyi kim idare ediyordu? İngilizler… Kral Faruk tam bir İngiliz kolonisi şefi idi. Halkın buna uyanması geç olmadı ve kendini aşağılanmış hisseden halkın öfkesi hepten kaynamaya başladı. Bunun üzerine insanların gazını almak için İngilizler Faruk eliyle birtakım reformlar yaptı, ama aynı İngilizler, II.Dünya Savaşı sonunda Filistin’deki kolonisinden çekilip yerini terörist Yahudi gruplarına bırakmış ve güya devlet olduğunu iddia eden Yahudilere civardaki alkol ve kokainden beyinleri uyuşmuş liderlerin yönettiği(!) Arap ülkeleri çullanmış ve 3-5 terörist gruptan müteşekkil sözde Yahudi devleti Arapları sağa sola savurmuş, topraklarına toprak, gücüne güç katmıştır. Bu duruma Arap halkları çok içerlemiş ve üzüntülerini şiddetli öfkeye tahvil etmişlerdir; özellikle de Mısır’da. Hür Subaylar teşkilatı üyeleri de bu savaşta yer almışlardır, Nasır o dönemi şöyle anlatır: “Çok kere kendime şöyle diyordum ‘Burada, bu çukurlar içinde kuşatıldık… Aldatıldık. Göğüslemeye hazır olmadığımız bir savaşa itildik. Alçak ihtiraslar, sinsi entrikalar, aşırı rezaletler, kaderimizle oynamaktadır. Biz burada ateş altında, silahsız olarak terk edilmişiz.” Nasır bu hezimetten 20 sene sonra Ahmed, Osman, Hüseyin veya Muhammed ismindeki başka bir subaya bu travmanın daha da beterini yaşatacaktı. Filistin’de yaşanan bu alçak yenilginin üstüne İngilizler Faruk’a silah zoruyla kabine değişikliği yaptırınca olaylar son raddeye geldi. Mısır’da örgütlü bulunan 2-3 hareketten biri olan Hür Subaylar, ellerinde silahın olmasından da fayda sağlayarak, 23 Temmuz 1952’de zaten olacağı mukadder bir ihtilâlin üzerine kondu ve darbeyi gerçekleştirdi. Bir süre sonra da Kral Faruk’u ülkeden postaladılar. Nasır’ın deyimiyle ilk yıllarda ne yapacaklarını bilen ama nasıl yapacaklarını bilmeyen Hür Subaylar, İhvan-ı Müslimin ve diğer bazı gruplar ile ülkeyi belli bir süre idare ettiler, bu dönemde İhvan-ı Müslimin üyeleri dahi kabinede yer alabildi. Hatta Hür Subaylar teşkilatının bir kısmı İhvan ile de bağlantılı idiler. Bu geçiş döneminin lideri General Muhammed Necib İhvan ile yakın ilişkileri olan bir isimdi. Bu şöhreti yakın zamanda yapılacak bir komplo ile onun da indirilmesine sebep olacaktı.
Cemal Abdülnâsır Sahnede
Üstad, “Doğru Yolun Sapık Kolları”nda Cemal Abdülnâsır’dan “yakışıklı orangutan maymunu” diye bahseder. Bu aslında aşağılamadan çok, önemli ve özlü bir teşhistir. Bunu Cemal Abdülnâsır’ın iktidarı boyunca Mısır’ın gücünü gerek halkın gözünde, gerekse bölge ülkelerinin gözünde bir balon gibi şişirmesi ve İsrail’in ilk fırsatta bu balonu patlatmasından anlayabiliriz. Nâsır,  politikaları ile iktidarına yakışıklı bir insan görüntüsü verse de, onun yaptıklarının aslında insanî vasıfların dışında bir keyfiyet taşıdığını göreceğiz.
Bir miting sırasında İhvan üyelerinin kendisine suikast düzenleyeceğini bahane ederek, en büyük rakibi İhvan’ın yönetici kadrosunu tutuklattı, İhvan ile bağlantılı olan M. Necib ise bu olay üzerine kamuoyunun gözünden düşürüldü, bu onun iktidardan da düşmesine neden oldu. Böylece yakın sürede başkalarına kaptırmak üzere Nâsır ipleri eline aldı.  İlk yıllarında ABD ve Batı bloğuna sırnaşmaya başladı, 1950’li yılların ilk yarısında İsrail’e karşı silahlanma politikası izledi. ABD ise Ortadoğu’daki en büyük müttefiki İsrail’in güvenliğini düşündüğünden bu sahte kahramana dahi rest çekti. Sadece silahlanma değil, ekonomik kalkınma hamlesine de girişen Nâsır, Nil’e baraj inşa ederek bu verimli bölgeyi değerlendirmek istedi. Bunun için ilk önce Batı bloğundan yardım istediyse de umduğunu bulamadı. Yalnız o dönemde dünya iki kutupluydu, birinden umduğu desteği alamayınca öbürüne yöneldi: Sovyetler Birliği. Sovyetler ise ayağına gelen bu fırsatı tepmedi ve Mısır ordusunun donatımını ve eğitimini üstlendi. Asvan Barajı’nın yapımında ise maliyetin 5’te birini karşıladı. Nâsır içeriden ve dışarıdan tepki almamak için olsa gerek 1955’te bir askeri geçit töreninde bu durumun Mısır’ın bağımsızlığına asla halel getirmeyeceğini söylüyordu. Sovyetlerle yakınlaşan Nâsır, iktidarının ilk yıllarında tutukladığı komünistleri bir bir serbest bıraktı, iç politikada sosyalizmi benimsedi. Bununla yetinse iyi, konuşmalarında, yazılarında İslâm’ın sosyalist bir din olduğunu vurguladı, İhvan’a karşı iş tuttuğu Ezher “uleması”na sosyalizmle İslâm’ın özünde aynı olduklarına dair fetvalar verdirdi. Burada bahsettiğimiz Ezher “uleması”, Hür Subaylar’ın atadığı modernistlerdir, Sünnî âlimler değil; tıpkı günümüzdeki Hayrettin Karaman ve avanesi gibi. Araştırmamızda çoğu kaynakta Nâsır’ın ideolojisinde İslâm’ın da yer tuttuğu geçiyordu. Bu iddiada bulunanlara ifsad edilen bir şeyin artık o olmaktan çıktığını söyleyebiliriz. Kaldı ki Nâsır İslâm’a ne gözle baktığını Yemen’e yaptığı bir ziyaret sırasında şu sözlerle açıklıyor zaten: “İslâm üç temel ilkeye dayanır; sosyal adalet ve eşitliğin temeli olarak sosyalizm, halk yönetimi ve birlik.” İsrail’e karşı ağır bir yenilgi alınca yaptığı bir konuşmasında da dini dışladıklarını, tekrar dine sarılmak gerektiğini söyler. Burada ilginç olan bir şeyi de geçmeden yazalım: Nâsır iktidarı boyunca komünistleri de baskı altına almıştır, SSCB ile iş tutarken dahi ülkesinde komünist avlamaya devam etmiştir. Hatta bu icraatları hasebiyle dönemin Sovyet Genel Sekreteri Kruşçev tarafından uyarılara maruz kalmıştır.
Elbette ki Nâsır’ın icraatları bunlardan ibaret değildir; Sovyetlerle yakınlaşmasından ve milliyetçi damarından maada Süveyş Kanalı’nı millileştirmiş ve Batılı emperyalistlere açıktan meydan okumuştur. Buna mukabil İngiliz ve Fransız uçakları Mısır’ı bombalamaya başlamış, Sina yarımadasının batısına çıkarma yapmış, yeni bir güç olan İsrail ise bu karmaşadan kendine pay koparmak için Sina’nın doğusunu ilhak etmiştir. Aralarında fiili bir savaş çıkmasından korkan ABD ve SSCB olaya müdahil olmuş ve Mısır’ı bu zor durumdan kurtarmıştır. Aslında Mısır’ın acziyetini belirten bu olaydan diplomatik bir başarı ile çıkmış olması Nasır’ın hem bölgede hem de üçüncü dünya ülkeleri arasında önemli figürlerden biri olmasını sağlamıştır. Sovyetlerin arka bahçesi olan Bağlantısızlar Hareketi’nde sivrilmeyi bilmiştir. Uluslararası arenada söz sahibi konuma yükselen Mısır, Suriye ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) oluşturmuş ve böylelikle bölgede Suud’a da rakip hale gelmiştir. Lâkin Nâsır’ın da dediği gibi bu birleşme bir “erken doğum”dur ve Araplar henüz buna hazır değillerdir. Nâsır bu birleşmenin başını çok ağrıtacağını da belirtmiştir. Nâsır %99’luk bir oy oranı ile BAC Cumhurbaşkanı oldu ve derhal icraatlara başladı; önce Cezayir, Sudan ve Yemen’e el attı, buradaki Arap milliyetçilerine silah yardımı yaptı, muhaberatı ile bu ülkelerde çeşitli sabotajlar düzenledi. Hatta kısa bir süreliğine Arap Milliyetçileri Yemen’de kontrolü ele geçirip BAC’a katıldı. Mısır için stratejik bir öneme sahip Sudan’da Nâsır’a yakın bir yönetim kuruldu ama Batı eliyle bu yönetim alaşağı edildi. 1960’lı yılların ilk yarısında Kâhire, civar ülkelerin muhaliflerinin üssü oldu, hatta Nâsır’ın muhaberatı onlara eğitim dahi verdi. Bu baş döndürücü siyasî hıza ekonomisi ve iç siyâseti dayanamayan BAC çöktü. Çökmesindeki bir diğer etken de Nâsır’ın Suriye Baas’ı kadrolarını tasfiye etme teşebbüsleri idi. Nasır birleşik bir Arap cumhuriyeti idealinden hiç vazgeçmedi ve muhtelif yıllarda Sudan, Libya, Suriye ile birlik olmaya dair anlaşmalar yaptı ancak bu anlaşmalar bir türlü somutlaşamayacaktı. Tüm bu gelişmeler olurken elbette Yahudi Nâsır’ın hamlelerini bir bir takip ediyordu, tıpkı Üstad’ın dediği gibi; “Şu anda kolları karnının altında saklı bir ahtapot gibi, bir koliyle Suriye, öbür koliyle Irak, daha öbür kollarıyle de Kuveyt, Hicaz, Mısır ve Libya istikametlerini kollayan, bu rolünün tahakkukuna zemin hazırlamak için bir dünya felâketine muhtaç bulunan…” İsrail kolladığı fırsatı tepe tepe kullanacaktı.
Yahudi Sirkinde
Nasır’ın iktidarı yıllarında Filistin meselesi çok önemli bir rol oynamıştır. Bunun sebeplerinden en ağır basanı Nâsır’ın milliyetçi duygularıdır. Elbette Filistin davası prestij kazanmak için de mutlaka üzerinde durulması gereken bir dava idi. Nâsır “Devrimin Felsefesi” isimli kitabında, daha subay iken Filistin davasının büyük mücahidi Hacı Emin el-Hüseynî ile görüştüğünü yazar; “1947 yılının Eylül ayında Filistin’in taksim kararının açıklandığı bir günü hatırlıyorum. Hür Subaylar bir toplantı yapmış ve ne olursa olsun Filistin’de doğacak mukavemeti desteklemek kararını almışlardı. Bir gün sonra, o zaman Zeytun’da yaşayan Hacı Emin el-Hüseynî’yi görmeye gitmiştim. Kendisiyle karşılaştığımda, eğer savaşta kumanda edecek ve gönüllüleri yetiştirecek subaya ihtiyacı varsa, Mısır ordusunda, kendisine ne zaman ve nerede isterse gönüllü olarak hizmete girmeğe hazır çok sayıda subayın elde bulunduğunu haber vermiştim. Hacı Emin tekliflerimin esasını takdirle karşılamış fakat konu üzerinde pek fazla konuşmadan Mısır hükümetinin müsaadesine müracaat etmeyi tercih etmişti… Kendisini birkaç gün sonra tekrar ziyarete gittiğimde cevabı, daha doğrusu Mısır hükümetinin cevabı menfi idi.”
İsrail’in eski Türkiye büyükelçisi Zvi Elpeleg’in Hacı Emin’e dair kitabında, Hacı Emin’in Haka’ik isimli toplu makalelerinde bu olayı aynen böyle yazdığını söyler. Tabiî ki böyle bir teklifi Hacı Emin neden elinden kaçırdı, buna değinmez. Nâsır, bundan dolayı Hacı Emin’e sitemde bulunsa da o Hacı Emin’i bir kenara itemezdi; çünkü Hacı Emin Filistin davasının sembol şahsiyetlerindendi ve onunla arasını iyi tutmak Nâsır’ın prestijini arttıracaktı. Hem Hüseynî ile arasındaki münasebete hem de Siyonistlere karşı Nâsır’ın samimi bir tavır takınmadığına örnek olarak şu olay gayet açıklayıcıdır: İsrail’e karşı güçsüz konumda olduğunun farkına varan Nasır, 6 Gün Savaşı’ndan birkaç sene önce İsrail’le Filistin’de taviz vereceği bir takım anlaşmalar imzalayacakken bunu haber alan Hacı Emin el-Hüseynî Nâsır’ı zor durumda bırakıp anlaşma yapmaktan alıkoymak için zaten bağlantı halinde olduğu İhvan-ı Müslimin’i açıktan desteklemeye başlamış, yazı ve söyleşileriyle kamuoyunu etkilemeye çalışmıştır. Kudüs Müftüsü’nün gücünün farkında olan Nâsır geri adım atmıştır. Nâsır’ın da içinde olduğu bir grup Arap milliyetçisinin, Filistin’deki Yahudi saldırganlığını arz etmek için Alman General Rommel ile görüştüğü söylenir. Bu hadise Rommel, İskenderiye’yi ele geçirmek üzereyken gerçekleşmişti.
Filistin meselesinde Nâsır’ın ortaya koyduğu en somut şey ise FKÖ’nün kurulmasıdır. 1964’te düzenlenen Arap liderleri zirvesi ile kurulan FKÖ, Nâsır öldükten sonra da İsrail’e karşı mücadelesine devam etmiştir. Nâsır, İsrail ile bir savaş istemiyordu, sadece ülkesinin kalkınması için İsrail’i caydırmak niyetinde idi. Bu yüzden İsrail’le ciddi olmayan ufak sürtüşmeler yaşanmaya başladı, ancak İsrail bu sürtüşmeleri ciddiyete çevirmesini bildi. Nihayetinde 6 Gün Savaş’ı olarak bilinen Arap-İsrail savaşı başladı. Baskın basanındır mantığı ile savaşı İsrail başlattı, hatta İsrail bunu amaçlıyordu bile diyebiliriz. Savaş ilanından şaşkına dönen Arap ülkeleri ordularını toparlamaya kalmadan İsrail hava kuvvetleri ile Arapların hava kuvvetlerini yerle bir etti. İsrail, Sina Yarımadasını, Filistin’in tamamını ve Golan Tepeleri’ni de işgal etti, topraklarını en az 3 kat genişletti. Nâsır böyle bir hezimeti, hatta savaşı beklemiyordu elbette, bunu da istifa konuşmasında Sovyetler Birliği’nden aldığı “İlk saldıran asla onlar olmayacak, o yüzden blöfünüze devam ediniz” baskılarından bahsederken açıklamıştır. İsrail’li General İzak Rabin de şunu söylemiştir: “Nasır’ın savaş istemiş olduğunu zannetmiyorum. 14 Mayıs’ta Sina cephesine gönderdiği 2 bölük İsrail’e karşı saldırı düzenlemek için yeterli değildi. Bunu biliyordu, biz de biliyorduk…”

Bugün de Mısır’da pek bir ilerleme kaydedilmemiştir. İhvan-ı Müslimin’in iktidara gelmesi ile bir an olsun aslî misyonunu üstlenen Mısır, siyonist yaltakçısı bir münafık tarafından darbe ile karanlık günlerine geri dönmüştür; hatta samimi olmasa da Cemal Abdulnasır döneminde İsrail’e karşı Filistin’in hamisi rolünü üstlenen Mısır’dan, Filistin sınırlarını, erzak tünellerin kapayan Mısır’a dönüşmüştür.

Baran Dergisi 487. Sayı