Bilhassa Batılı kaynaklarda Çin’deki hayırseverlik kurumlarının gelişiminde Budizm’in büyük bir tesiri olduğu iddia edilegelmiştir. Bunda haklılık payı da yok değildir. Her ne kadar Budizm’in Çin’e girişinden evvel, önceki yazılarımızda bahsettiğimiz üzere, yardım kuruluşları vardıysa da, bunlar daha çok yardım sandıkları görünümündeydiler. Tarih öncesi devirlerden kalma bir kurumsallaşma biçiminde temayüz eden bu sandıklar, bölgesel çapta ve özellikle de zor zamanlarda ihtiyaç sahiblerine destek olmak maksadıyla kullanılmaktaydılar. Bu yardım girişimine katılanların kendileri de, muhtemel bir darlık veya felaketle yüz yüze geldiğinde, yardım sandıklarından destek görebilmekteydiler. Bu noktadan bakıldığında, bu tarz sandıklar “hayır kurumları” başlığı altında tarif ettiğimiz müesseseler ile mahiyet açısından farklılık arz etmektedir. Bizim hayır kurumları tarifimizde aslolan, kişinin, karşılığını “üst bir varlık”tan bekleyerek, hiçbir maddî beklenti içinde olmadan iyilik etmesidir. Herhangi bir maddî beklenti içinde olunduğunda, belki yine şeklen “hayır müessesesi” kategorisi altında değerlendirilebilir, ancak mahiyet açısından tam bir uygunluk olmamaktadır.
Elbette MS. 2. Asırda Budizm’in gelmesinden evvel de Çin’de bizim tarifimiz istikametinde faaliyet göstermiş ve bu yüzden de “vakıf benzeri kurumlar” tasnifi içinde anabileceğimiz yapılara rastlamaktayız. Ancak bunların, en azından vesikaları bize kadar ulaşmış olanların sayıları nisbeten azdır. Ayrıca tarihi boyunca “bürokrasi cenneti” olmuş bir ülkede, bu tarz kurumların hukukî bir altyapıya kavuşmamış olmaları da, hayır kurumları tesisi açısından Çin toplumunun, yardım sandıklarını dışında tutarsak, zayıf kaldığını rahatlıkla ifade edebiliriz.
Geçen sayımızda Budizm’in Çin’e Orta Asya kanalıyla geldiğini belirtmiş, Budizm ve bilhassa da Çin’de etkin olan Budist mezheb Mahayanacılık hakkında kısa bir malumat vermiştik. Budizm, Çin’e girdikten sonra mahiyetinde ciddi değişimler geçirmiş, bu ülkede mevcut bulunan dinlerle kaynaşıp bir arada yaşama yönünde bir politika izlemiştir. Bu politikanın izlerini birçok Çinli Budist’in verdiği eserlerde görebilmekteyiz. Budizm’de mevcut kavramları, Konfüçyüsçülük ve Taoculuk’taki benzerleri ile izaha çalışmışlar, hatta bazen Budizm’i bu iki din lehinde oldukça esnetmişlerdir. “Üç dinin uyumu” biçiminde tanımlanan bu ortak yaşam vasatında, kendi akidelerinden daha çok feragat etmek zorunda kalan din, Budizm olmuştur. Tabii bunda Budizm’in, İslâm’ın aksine tutarlı ve bütüncül bir din olmamasının tesiri de büyüktür. Budist rahipler, yeni girdikleri bir coğrafyada tutunabilmek adına, merkezî bir anlayışı mahfuz tutmak kaydıyla, ki bazı durumlarda bu bile şüphelidir, her türlü akidevî tavizi vermişlerdir. Diğer taraftan, Çin’de eksikliğini fark ettikleri yardım kuruluşları ve vakıf benzeri müesseseler marifetiyle dinlerini bu ülke halkına sevdirmeye çalışmışlardır. Hindistan’da tecrübe edip başarıya ulaştıkları bu yöntem, Çin’de de kendileri adına müsbet neticeler hâsıl etmiş ve MS. 8. Asırda Budizm, Çin’de en yaygın din haline gelmiştir. Yani Budizm, kendisi açısından doğru bir strateji takib etmiştir diyebiliriz. Ancak bu sözlerimizden Budistlerin bir maddî menfaat elde etmek maksadıyla bu tür işlere giriştiklerini iddia ettiğimiz anlaşılmasın; bilakis Budistler bu faaliyetleri, Çinlileri kendi inançları istikametinde kurtuluşa eriştirdiklerini inandıkları için yapmışlardır. Tarihî belgelerden anladığımız kadarıyla samimiydiler; öyle ki cüzzamlılarla aynı kaptan yemek yemekten bile çekinmemekteydiler.
Budist rahibler Çin’de ilk iş olarak kendi teşkilatlarının ve müntesiblerinin destekleriyle tapınaklar inşa etmeye başladılar. Bu tapınaklarda ihtiyaç sahiblerinin muvakkat bir süre için de olsa karınlarının doyurulup barındırılacakları imaretler mutlaka bulunmaktaydı. Akabinde ya tapınaklara ilişik ya da müstakil hastaneler kurmaya başladılar. Buralarda tedavi hizmetlerini Budist rahibler ile rahib adayları vermekteydiler. Buraların gelir kaynakları, yeni din peyderpey yayıldıkça, dine yeni giren zenginlerin arazi veya gelir tahsisleriyle sağlanmaktaydı. Bu tür tahsisler için vakfiyeler tertib olunmaktaydı, ancak uzun bir süre bunlar için yasal bir zemin oluşturulamadı.
Doğu Han devleti döneminde serpilmeye başlayan Budizm, bilhassa Çin’de karmaşanın ve peş peşe isyanların egemen olduğu Kuzey ve Güney Hanedanlıkları devrinde altın çağını yaşamaya başlamıştır. MS. 589 senesinde Sui Hanedanlığının ve hemen ardından 610 yılında Tang Hanedanlığının idareyi ele geçirmesiyle Budizm, Çin’de eski dinlerin önüne geçmiştir. Bütün Çin topraklarında kurdukları vakıf benzeri tesisler ve arazi tahsisleri marifetiyle yaptırıp yaşattıkları mabetleri, hastaneleri, okulları, imaretleri ve darülacezeleri vardı.
“Çin’deki Budist tapınakların finansal gücü, imparatorluk sarayı tarafından kendilerine tahsis olunmuş arazi gelirlerinden ve doğrudan yapılan bağışlardan kaynaklanmaktaydı. Bu toprakların çoğu vergiden muaf tutulmuştu. Kendilerine tahsis edilmiş arazileri kiralamak, elde ettikleri gelirleri faiz karşılığı borç vermek vs yöntemlerle çok büyük bir servetin sahibi oldular. Bu servetleri sayesinde çok geniş bir yelpazeye yayılan hizmetleri yerine getirebilmekteydiler. Budist rahibler Çin’in her tarafında ücretsiz okullar, hastaneler, yetimhaneler vs. açıp işlettiler. Budizm’in Çin’de MS 6. Asırda çok büyük bir hüsnü kabul görmesinin altında yatan gerçek sebeb, onun üstlendiği gerçekten önemli bu içtimaî roldü.” ( Kenneth Keulman, Critical Moments in Religious History)
Timothy Brook ise Çin’de hayır kurumlarında gerçekleşen nitel ve nicel zıplayış ile Budizm’in bu topraklarda yayılması arasında bir paralellik kurmaktadır. Ona göre Budizm’in topluma bu şekildeki sirayetinin Çin siyasî hayatında dramatik neticeleri olmuştur. (Timothy Brook, Praying for Power)
Elise Davido, “Leprosy and the Buddhist Tradition” (Cüzzam ve Budist Gelenek) isimli eserinde, Budistlerin cüzzamlılara gösterdikleri ilginin bilhassa Çinli seçkin kesimde büyük tesir uyandırdığını, bunlara özel ücretsiz hastaneler kurduklarını aktarmaktadır. Bu hastaneler gelirlerini kendilerine tahsis olunmuş vakıflardan temin etmekteydiler.
Budizm, muhtelif hanedanlarla inişli çıkışlı bir münasebet içerisindeydi. Ancak Tang hanedanlığı ile birlikte, Budist manastırlara bir nevi özerklik tanındı. Bu özerkliğin kapsamı içinde, yukarıdaki iktibasta da ifade edildiği üzere, vergiden muafiyet de bulunmaktaydı. Budist ruhbanlığı, elde ettiği bu maddî gücü Budizm’i Çinlilere daha sevdirecek faaliyetlerde kullanma metodunu benimsediklerinden, kendilerini yoğun bir şekilde hayır işleriyle uğraşmaya hasrettiler. Bu hayır işlerinin kapsamı ise oldukça genişti. Sadece manastır inşası değil, pagoda isimli küçük mabedlerin yapımı, bağ ve bahçelerin ihdası, meyveliklerin oluşturulması, hastalar için ilaç temini, hastanelerin yapılması, nehirlerde geçişi sağlamak için gemi yapımı, olmadığı yerlerde yol ve köprülerin yapımı, olduğu yerlerde bunların ıslahı, yollara çeşme yapılması, kuyu vurulması, tuvaletlerin yapılıp kanalizasyon şebekesinin kurulması, şehirlere su getirilmesi gibi çalışmalar Budistler açısından son derece faziletli addedilmekteydi. Farklı “sutra”larda (kutsal metinlerde) bu işlerin sayısı ile alakalı ekleme veya çıkarma yapıldığı bilinse de, özü değişmemektedir. Çinli Budistler bu faaliyetler için vakıflar oluşturup gelir tahsisinde bulunmaktaydılar.
Chinese, Buddhist and Christian Charities: A Comparative History (Çin, Budist ve Hristiyan Hayırseverlikleri: Mukayeseli Bir Tarih Araştırması) isimli eserden:
“Budizm’im Çin’e (tam olarak) girdiği MS 3. Asırdan sonra Hindistan’da geliştirmiş olduğu vakıf sistemini burada da tatbik ettiği görülmektedir. Toplanan yardımlar ve kendilerine tahsis edilen taşınmazların gelirlerinden elde ettikleriyle daha 4. Asırda hastaneler ve aşevleri kurmaya başlamışlardı. (…) Tang dönemi Çininde (618-907) Budist manastırlar, rahiplerin kurdukları dinî vakıflar marifetiyle hastaneler, dispanserler, yetimhaneler, yaşlı ve güçsüzler için bakım evleri tesis ettiler. Dilencileri doyurdular. Kıtlık zamanlarında herkese yemek dağıttılar. Yollar ve köprüler inşa edip kuyular vurdular.”
7. ve 8. Asırlar boyunca Budizm’in Çin’de hâkimiyetini git gide pekiştirmesi, Çinli üst tabakayı rahatsız etmeye başlamıştı. Nihayetinde yabancı menşeili bu dinin Çin halkına zarar getireceğine inanan bu kesim, Tang Hanedanlığını devirerek iktidarı ele geçiren Song hanedanlığı döneminde Budizm’i Çin topraklarında yasaklattılar. Budist manastırlar kapatıldı, rahipler sürüldü. Budistlerin vakıf kurumlarına da el kondu. Fakat Song hanedanlığı, icra ettikleri içtimaî vazifeyi anladıklarından bu tesisleri kapatmadılar; işletimini üstlendiler. Aynı eserden:
“Song hanedanlığı 10. Asrın ortasında Budizm’i Çin’de yasakladıktan sonra Çinliler ‘Yeni Konfüçyüsçü’ felsefe ile ‘eşitlikçi’ bir cemiyet oluşturmaya çabaladılar. Bugünün modern devlet anlayışını Çin topraklarında oturtmaya çalıştılar. Bunu yaparken Budistlerden veya İslâm’dan esinlendikleri ‘vakıf’ sisteminden faydalandılar. Ama bu dönemdeki vakıflar, artık Konfüçyüsçü hayır kurumları olmuşlardı. Bunlar da belli gelir kaynaklarına sahibti. Yetimlere ‘sütanneler’ bulmakta, yaşları yedinin altında olanlara, büyüklerin yarısı kadar tahsisat verilmekteydi. 17. Yüzyılda iş başına gelen Ming Hanedanlığı süresince bu tür kurumlar, birkaç asır daha varlıklarını sürdürdüler. (…) Marco Polo’ya göre Budistlerin kurdukları vakıf tesislerini devlet devraldıktan sonra, hastaneler haricinde işletilmesinde bir sıkıntı yaşanmamıştı. Polo’ya göre hastanelerin işletilmesinde suiistimaller vardı, ancak diğer tesisler işlerini düzgün bir şekilde yürütmekteydiler; yetimlerin bakımı için kurulmuş evler, cenazelerin bilâ bedel defin hizmeti veren kurumlar, sakatların barınması için kurulmuş evler vs. Moğol işgali sırasında bile işlerini yapmaya devam ettiler. Polo, bu kurumların eski imparatorlar tarafından oluşturulduğunu ve işlerini yapabilmeleri için sabit gelir getiren tahsisatlara sahib bulunduklarını söylemektedir.”
Bilindiği üzere Polo, 13. Asırda Çin’i ziyaret etmiş İtalyan bir seyyahtır. O tarihte Çin’de, varlıkları belki bin senedir süren vakıf mantığıyla çalışan hayır kurumlarına tesadüf etmiş olduğu anlaşılıyor. İslâm ülkelerinde de bir süre kaldığından Müslüman vakıfların mevcudiyetinden haberdardı. Muhtemelen bu yüzden bu tür kurumları Çin’de görmek onda şaşkınlık uyandırmamış, bilakis onlara yönelik tenkidler bile yapmış. İktibas yaptığımız eser Polo’nun ilginç bir gözlemiyle devam ediyor:
“Polo, demir ve nehir ticaretinden büyük paralar kazanan tüccarların ve çok büyük servetlere sahib olan Hangal’daki ahalinin, bu kazançlarının karşılığını ödemek maksadıyla,  tanrılarına bir nevi vergi mahiyetinde hayır işleri için koşturduklarını söylemektedir. Bu zengin insanlar, fazilet kazanarak ebedi kurtuluşu elde etmek maksadıyla ihtiyaç sahiblerine yardım etmek için “evler” tesis ediyorlardı. Bunlara sabit gelirler bağlıyorlardı. (…) Budizm Çin toplumu içinde varlığını hayır kurumları vasıtasıyla sürdürmüştü. Nihayetinde Budizm’in bu tavrı aksülamelini Konfüsyüsçülükte bulmakta gecikmedi. Song Hanedanlığını takib eden Ming Hanedanlığı süresince Konfüçyüsçü hayır kurumları, 20. Asra kadar ülkenin seçkinleri eliyle mevcudiyetlerini korudular. Gâh devletin muhtaçlara karşı vurdumduymazlığı gâh zenginlerin isim peşinde koşmaları, bu tür birçok hayır cemiyetinin tesisine yol açtı. Avrupa’daki bu tarz cemiyetlerin menşei olarak Çin’deki benzerlerini gösterebiliriz.”
Hülasa etmek gerekirse, Çin’de Budistler gerçekten büyük hayır kurumları oluşturmuşlar ve bunların idamesi için zenginlerden ya da devlet kaynaklarından bağış yoluyla aldıkları arazilerin gelirlerini veya nakdî yardımları kullanmışlardır. Tamamen hayır maksadı güden –ya da en azından “maddî” bir karşılık için yapılmayan- bu kurumlar, süreli değildi; yani mümkünse binlerce yıl yaşatılması hedeflenmekteydi. Bu yönü, bizdeki vakıfları andırmaktadır. Bu güne kadar incelediğimiz vakıf benzeri müesseseler içinde İslâm’daki vakıf anlayışına en fazla yanaşanların Budist vakıfları olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne kadar bâtıl bir dava güderlerse gütsünler, faaliyetlerini samimiyetle yürüttüklerini tarihî kayıtlara bakmakla bile anlayabiliyoruz.  
Baran Dergisi 454. Sayı