Bu yazımızın mevzuu Claire Sterling’in yazdığı “Uluslararası Terörizmin Perde Arkası- Terör Ağı” isimli kitab. Sterling, döneminin etkili gazeteci-yazarlarından birisiydi ve CIA’nın üst düzey yetkilileriyle yakın ilişkileri vardı; hatta Amerikan başkanı Donald Reagan bahis mevzuu kitabın okunması için tavsiyelerde bulunmuştu... (Çok uzun süredir uyuz olduğum, hatta nefret ettiğim bir hadisedir ki parantez açmak şart oldu burada: birçok haber kanalında ve gazetelerde rastladığım "başkan Obama" lafı ne kadar da iğrenç! Çocukluğumdaki “başkan reagan, başkan bush”lar hiç değişmeden devam ediyor ve şimdi de aynı duruma zaman zaman rastlıyorum. Bu nasıl bir aşağılık psikolojisidir ki, başka bir devletin başkanını çok sevdiği teyzesi gibi “başkan Obama” diye nasıl takdim eder bir insan? Bu nasıl bir sahiplenme içgüdüsüdür, bu ne “yaman çelişki”dir; Amerikalı gazeteciler için tabiî olan bu hâdisenin bizim memleketimizdeki gazeteciler tarafından tabiî bir şekilde kullanımından ve kullananlardan gına geldi artık!)
 
Claire Sterling; The Atlantic, The New York Times Magazine, The Reporter, Life, The Reader’s Digest, Harpers ve The New Republica gibi birçok mühim gazete ve dergide Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya ile alakalı yazı ve makalelere imza atmıştır. 1970 yılından itibaren Washington Post ve İnternational Herald Tribune gazetelerinin politik analizler sütunlarını idare etmiştir. Sterling, bir kaç kez Türkiye’ye gelmiş, 80 öncesi olayları yerinde analiz etme fırsatı bulmuştur.
 
Yazımızın mevzuu olan kitap 1980 Ekim’inde yayımlanmış ve 1968 ile 1980 arasındaki hâdiseleri, “terör hâdiselerini” usta bir işçilik ile hikâyeleştirmiştir.
 
Elbette yazının girişinde Sterling’in CIA’ya yakınlığını belirtmemiz bir tesadüf değildi; bu kitap bir yandan belirli bir dönemi irdelerken, bir yandan da umumiyetle herkes tarafından düşülen normatif şuur hatasından faydalanarak belli başlı ilişkileri olduğundan daha farklı bir hâle sokuyor. Bunu yaparken dönemin ABD siyasetinin bayraktarlığını yapmaktan da bir an geri durmuyor. Kısaca Sterling’in çalışması için mükemmel bir kara propaganda kitabı diyebiliriz...
 
Fakat Sterling’in ne yapmaya çalıştığını fark ettiğiniz andan itibaren kitabın bütünü sizin için 1968-1980 arasının mükemmel bir özeti, tek tek aradığınızda bulamayacağınız birçok ismin adresi olabilir; hepsinden önemlisi, ayrıntılara boğulmazsanız esasında “büyük güç” diye ortaya atılan efsanenin sadece “propaganda” ile şişirilmiş bir balon olduğunu bile rahatlıkla sezebilirsiniz...
 
“Terör ve Terörizm”in sözlüklerdeki karşılığı vesâir tanımlamalarını bir kenara bırakırsak, bugün bütün dünyayı ve özellikle Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerin geçmişleri de dâhil olmak üzere esasında kimseye “terörist” demeye hakları yoktur. Fakat umumiyetle bu gerçeğin önüne geçen, bu vahşî kaatillere karşı duran her unsuru “terörist” ilan edenler, vahşilerin kendilerinden önce “başkan Obama” diyerek Amerikan Başkanı’nı kendi başkanı zanneden kafalar oluyor...
 
Biz burada, binlerce gazete haberinden mütevellit “kime ve neye göre terör” diye not düşmekle iktifa ediyoruz sadece...
Kitabın bir “propaganda” kitabı olduğunu söylemiştik... Bunun yanı sıra, bir kitap bu mahiyette bile olsa bazen bize, “bizim” kendi kitaplarımız kadar faydası da olacaktır; çünkü aynı fikrî ve hissî paylaşmanın verdiği, bunun doğurduğu beraberlik, zamanla bir körlüğe yol açabilir. Tutarsız da olsa bir karşıt görüş bize, kendi fikrimizin tahkiyesini sağlar ki, tutarlı bir karşıt görüşün faydasını varalım, hesap edelim! “Körler sağırlar, birbirlerini ağırlar” dünyasının duvarları çoğu zaman kör ve sağırlar tarafından değil, karşıt görüş ve fikirler tarafından yıkılır; nefs muhasebesinde (yahut özeleştiri) hedef alınanla karşıt görüşlerin hedef aldığı yer aynıdır; geriye kalan sadece nasıl değerlendirdiğimiz ve nasıl kıymete çevirebildiğimizle alakalı. Bu bakımdan, Claire Sterling’in kitabındaki “kara propaganda”ya mevzû olan bahisler ayırdedilirse kendimize zenginlik katacak birçok husus bulunabilir diye düşünüyorum.
 
The Terror Network-Terör Ağı
Kitap içerisindeki her bir bölümün ayrıca kitaplık çapta mevzular olması bakımından her bölüm için ayrı ayrı bahisler açmak bu yazıyı uzun bir makaleye, hatta kitaba dönüştürecektir. Bu sebeble sadece üç bölümü fikir vermesi bakımından özetleyeceğiz ve ardından kitap hakkındaki fikrimizi netice olarak işaretleyeceğiz.
 
1968’de Başladı
Bu bölümde Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya başta olmak üzere “AB Ülkeleri” diyebileceğimiz devletlerin yanı sıra Japonya (Tokyo), İspanya, Suudi Arabistan, Yemen, Filistin, Türkiye gibi ülkeleri merkeze alarak dünya genelindeki “terör” hâdiselerinin kısa bir analizi yapılır. “Yönlendirmeli” olarak yapılan bu analizin ana teması “terör hâdiselerinin tek bir elden” yönetildiğini anlatmaya çalışmaktır. Oysa 2. Dünya Savaşı sonrası bir türlü buhranını atlatamayan ve “insan”ı bir mengene gibi ezen iki kutuplu dünya arasında sıkışan cemiyetlerin “yeni” bir düzen arayışının sıkıntılarını, şu yahut bu şekilde mevcuttan rahatsız olunmasının bütün tezahürlerini bir torbaya atarak sadece “terör” diye yaftalamak ne büyük çelişkidir; çünkü, bütün bu durumu doğuran hiçbir sebeb gözönüne alınmadan sadece tezahürlerini yaftalmak, devri için “yutulur” bir propaganda olsa da, dünyada bugün gelinen noktaya bakılarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki “işler” artık eskisi gibi yürümüyor... Bunun yanısıra Sterling bile, bu bölüm başlığı altında yapılan bütün saldırıların “kapitalizmin sinir uçlarına” yönelik olduğunu eklemekten geri duramaz; demek ki, “terör/dehşet dolu” olan, bugün insanlığı nasıl ezdiği her ideoloji tarafından kabul edilen “kapitalizm”in sinir uçlarına dokunmak, dokunulmaz olmadığını şuurlara alternatif bir biçimde göstermekmiş!
 
Bu bölüme dâir Sterling’in altını çizdiği bir diğer enteresan husus ise, 1968-1980 arasında öne çıkan tüm sol tandanslı fikirlerin 1980’li yıllara “tanımını yapamadıkları komünist toplum savaşımı” içinde girmelerini vurgulaması...
 
Patron Feltrinelli
Bu bölüm Avrupa’nın en varlıklı adamlarından birisi olan Giangiacamo Feltrinelli’nin 15 Mart 1972’de kırk üç dinamit çubuğunun patlaması ve neticesinde ölmesiyle başlar... Sonrasında “Feltrinelli’nin dinamitleri hazırlarken öldüğü” söylenir, not düşelim... Bu bölümün ana teması Neo-Faşistler ve Kızıl Tugaylar arasındaki mücadeleye sahne olan İtalya’da geçer. Feltrinelli’nin kısa hayat hikâyesinin yanı sıra Avrupa’daki örgütlülüğün ilk defa toparlayıcısı olduğu, bu mevzudaki öncü rolleri anlatılır... Komünist partisi üyesi olan ve “yılda 200 bin dolar vergi ödeyen” Feltrinelli’nin Che Guevara’dan KGB’ye, finanse ettiği kitaplardan çıkardığı “Politik Gerilla Savaşı” gazetesine kadar onlarca ayrıntıyı bu kısa bölüm içerisinde öğreniyoruz.
 
Henri Curiel’in Garip Mesleği  
Yer Fransa, Paris... Henri Curiel suikasti... Mısırlı bir Yahudi banker ailesinden gelen Curiel, ölümünden dört ay önce uzunca bir sürgünden yeni kurtulmuştu. Fransa’nın Güney bölgesindeki sürgününde Curiel 24 saat altı DST görevlisi ve on iki sivil polis gözetiminde yaşıyordu... “Politik sürgünlere cennet olan” Paris’in her milletten derlenmiş karışık yapısı içinde pek etkili bir isim olan Curiel’in anlatıldığı bölüm, kitap içindeki “Carlos” başlığından sonraki en ilginç bölümlerden birisidir... Sterling’e göre İRA’dan RAF’a Kuzey Afrikalı “Kara Panterler”den Filistinlilere kadar uzanan bir ilişki ağının ortasındaki adamdır Curiel... Henri Curiel’in işini ne kadar ciddiye aldığını anlamak için galiba şu misal yeter: “Curiel’in Türkiye ve İran konularıyla ilgilenen ikinci yaveri Joyce Blau, işlerini daha iyi yürütebilmek için Kürtçe öğrenmişti.” Henri Curiel’in alaka çekici hayat hikâyesi ve tabiî ki kara propagandaya bulandırılmış politik ilişkileri bu bölümde anlatılıyor.
 
“Annababi”
İsveç polisine göre “yüzyılın teröristi” olan Anna Maria Granzi, öteki ismiyle Marina Fedi yahut da Waltraud Almuster hücresindeki lakabıyla “Annabi”... Asıl ismi ise Petra Krause, Almanya, Berlin’li... Baider Meinhof’tan İrlanda Gönüllüleri’ne İtalyan Kızıl Tugaylar’dan Carlos’a kadar uzanan bir mücadele süreci...
İtalyan basınının kahraman ilan ettiği Petra Krause, 20 Mart 1975’te tutuklandı, 28 ay boyunca Zürih Cezaevi’nde kaldı ve ardınan Napoli Tutukevi’nde geçirdiği beş gün sonrasında serbest bırakılmak zorunda kaldı... Hukukî süreci çok iyi yöneten avukatları “yargılanmasını geciktirecek tüm yasal mevzuatı kullandı” ve sonunda tahliye edilmesini sağladı; tahliyesinin ardından bir yıl sonra “kanıt yetersizliğinden” hakkındaki tüm suçlamalar düştü... Petra Krause Zürih’te yakalanmadan yahut polis tarafından baskına uğrayıp gözaltına alınmadan evvel Baider-Meinhof’un üst düzey yöneticilerinden Elizabeth Vo Byck ile buluşacağı iddia edilmişti...
 
Netice
Sanıyoruz kitap içerisinden verdiğimiz bu kısa bölüm özetleri kitabın bütünü hakkında okura bir fikir vermiştir. Kitaba dâir mühim bir notu paylaşarak “netice” kısmına geçebiliriz:
 
Bu kitabın merkezinde, “Çakal Carlos” lakabıyla maruf, İslâmiyet’in emirlerini kabul ettikten sonra “Salim Muhammed” ismini alan ve hâlihazırda Baran Dergisi yazarlarından, dünyaca bilinen ismiyle Ilich Ramirez Sanchez Carlos var. Sterling anlattığı her hâdisede bir nevi Carlos’un gölgesinden beslenir; kitabın ilk girişi Carlos’un “Opec Baskını” ile alakalıdır. Filistin meselesi Carlos’la başlar, Carlos’a özel başlık vardır... “Kara propaganda”nın en çok Carlos’a tahsis edilmiş bölümde yapılmasını göz önüne alırsanız, sadece anlattıklarından yola çıkarak bile Carlos’un nasıl efsanevî bir savaşçı olduğunu hissedebilirsiniz. Sterling bile bütün saydığı isimlere nazaran Carlos’un o dönemde yapılan saldırılara milat olacak işler gerçekleştirdiğini ve ne olduysa Carlos’tan sonra olduğunu yer yer itiraf eder. Kitabın yazıldığı dönemde “evimizdeki çekmecenin rafının içindekileri bilen(!)” CIA’nın yakalayamamış olmasının burkuntusundan olsa gerek en çok Carlos hakkında yanıltma yapılır kitapta...
 
Netice olarak, Sterling’in bütün yanıltma çabalarını bir kenara koyarsak, usta bir işçilikle hazırlanmış, akıcı ve her bir bölümünün diğer bölümleriyle bağlantısı iyi hesap edilmiş mükemmel bir kitap var önümüzde.
 
Not: Eski bir kitap olması dolayısıyla kitapçılarda bulunabileceğini zannetmiyorum; internet vasıtasıyla Nadir Kitap’tan temin edilebilir. 
Baran Dergisi 431. Sayı