25 Mart 2019 tarihinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı bir televizyon programında Ayasofya’nın cami olan aslî hüviyetini yeniden kazanacağını açıklamasının üzerinden 5 ay geçmiş olmasına karşın, Ayasofya’nın kapısından girmek için bugün hâlen abdest almak yeterli değil, zira hâlen müze statüsünde tutuluyor ve giriş için müze kart soruluyor.

Ayasofya’nın, Türkiye’nin dinî, siyasî, iktisadî ve kültürel bağımsızlığına vurulan bir kilit olarak kapalı tutulduğunu bugüne kadar belki de yüzlerce açıdan kaleme aldık. Bu sebeble, herkesin adı gibi bildiği; fakat işine gelmediği için görmezden geldiği gerçekleri burada tekrar tekrar sıralamak niyetinde değiliz. Cumhurbaşkanı’nın yapmış olduğu açıklama ile beraber Ayasofya’nın kapalı tutulması yeni bir buuda taşınmıştır ve artık bu yeni seviyeden konuşulmalıdır.

Bu yeni seviyeye gelmeden evvel, Ayasofya perspektifinden Türkiye’de faaliyet gösteren muhtelif kurum ve kuruluşlara bir göz atalım istiyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığı
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetki tanımı ile alâkalı kanunun, 7. maddesinin, A bendinin, 1. fırkası şöyle diyor: Cami ve mescitleri ibadete açmak, yönetmek, ibadet ve irşat hizmetlerini yürütmek.

Bir caminin ibadete açılması, kanunun ilgili maddesinden de anlaşılacağı üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev alanı içerisinde giriyor.

Peki, hemen soralım: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içerisindeki başkanlıklardan biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın 25 Mart tarihinde Ayasofya’nın yeniden cami olarak hizmete açılacağının müjdesini televizyon ekranlarından verdiği günden beri, bu konuda ne gibi bir hazırlık yapmış yahut herhangi bir hazırlık yapmış mıdır? Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin başında olan Cumhurbaşkanı diyor ki, “Burası cami olarak hizmete açılacak.” Şimdi bizim aklımıza takılıyor; C. B. Erdoğan böyle dedikten sonra, acaba Diyanet İşleri Başkanlığı üzerine düşen vazifeyi yerine getirmediği için mi Ayasofya ibadete açılmıyor ve müze hâlinde mahkûmiyeti sürüyor?

Bir diğer taraftan, Vakıf kayıtlarında ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kayıtlarında Ayasofya hâlen cami olarak tescilliyken, hattâ Fatih Müftülüğü tarafından Ayasofya’ya tayin edilmiş bir de imam varken, Diyanet İşleri Başkanlığı kendi idaresinde olması gereken bu remz cami için niçin hukukî yollara başvurmuyor?

Hepsini geçelim, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı, Fethin Sembolü olan ve İslâm ile şereflenerek aslî şahsiyetine kavuşan Ayasofya’nın müze hâlinde kapalı tutulmasının mânâsını da mı idrak edemiyor? Edemiyorlarsa, bu başkanlık bünyesinde çalışan kurullara, senelerce okudukları okullarda ne öğretiliyor?

Bir adım daha ileri gidelim, burası müzeyse, Diyanet İşleri Başkanlığı buraya niçin imam tayin ediyor? Müzelere imam tayin ediyorsa, diğer müzelere de imam tayin etmeyi düşünüyor mu?

Kültür ve Turizm Bakanlığı
Diyanet İşleri Başkanlığı Ayasofya Camii konusunda kendi görev ve sorumluğunu yerine getirmediği için ne kadar kabahatliyse, Kültür ve Turizm Bakanlığı da, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün görev ve sorumluluk alanında olan Ayasofya’yı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasına rağmen hâlen müze olarak işletmekte olduğu için bir o kadar kabahatlidir.

Şimdi tekrar soralım: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içerisindeki bakanlıklardan biri olan Turizm ve Kültür Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın 25 Mart tarihinde Ayasofya’nın yeniden cami olarak hizmete açılacağının müjdesini televizyon ekranlarından verdiği günden beri, bu konuda ne gibi bir hazırlık yapmış yahut herhangi bir hazırlık yapmış mıdır? Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin başında olan Cumhurbaşkanı diyor ki, “Burası cami olarak hizmete açılacak.” O böyle dedikten sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın harekete geçip, Diyanet İşleri Başkanlığı ile görüşmelere başlayıp, çıkartılması gereken kararnamenin hazırlıklarını tamamlaması gerekmez mi?

“Kapadokya Alanının tarihî ve kültürel değerleri ile jeolojik/jeomorfolojik dokusunun ve doğal kaynak değerlerinin korunmasını, yaşatılmasını, geliştirilmesini, tanıtılmasını, gelecek kuşaklara aktarılmasını, planlanmasını, yönetilmesini ve denetlenmesini sağlamak üzere Kapadokya Alan Başkanlığının kurulması ile görev ve yetkilerini düzenlemesi için” kararname hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı makamına sunan Bakanlık için, Ayasofya’nın aslî hüviyetine kazandırılmasının ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünün hiç mi hükmü yok?

Medya ve “Siyaseten” Siyaset
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya’nın müze statüsünden çıkarılıp, adının “Ayasofya Camii” olarak değiştirilebileceğini, TGRT’de yayınlanan 31 Mart yerel seçim özel programında açıklamıştı. Yâni bu açıklama, Cumhurbaşkanı’nın özel bir görüşmesinde yahut kayıt dışı yapmış olduğu bir konuşmasında değil, ülke genelinde yayın yapan bir televizyon kanalında yapılmıştı.

Açıklamanın ardından mahâllî seçimler yapıldı, İstanbul seçimlerinin tekrarı yapıldı ve seçim sürecinden çıkıldı. Buna karşılık, en önemli vazifelerinden biri siyasîlerin vermiş oldukları sözleri takib etmek olan medya kuruluşlarından bir tanesi bile “Ayasofya işi ne oldu?” diye bugüne kadar sormadı.

Hattâ, iktidara yakınlığıyla maruf medya grublarından bazılarına, “Ayasofya işini niye takib etmiyorsunuz?” diye sorduğumuzda, “Niye takib edelim ki, o siyaseten bir açıklamaydı.” diye geçiştirdiklerini bile gördük.

Biz iki hususu merak ediyoruz: Birincisi, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan, bu medya mensublarına, “Ayasofya’nın açılması ile alâkalı açıklamamız tamamen seçimleri kazanmaya yönelik siyaseten yapılmış bir açıklamadır.” diye söylemiş midir? Bu “siyaseten” kelimesinin de siyasetle falan alâkası yoktur ha, bildiğin yalancılıktır. İkincisi ise eğer Erdoğan’ın böyle bir açıklaması yoksa, Türkiye’nin bağımsızlığının sembolü hâline gelmiş olan Ayasofya’nın cami olarak hizmete açılıp açılmaması konusunda Cumhurbaşkanı adına “siyaseten” falan diye ahkâm kesme, ona iftira etme hakkını bu medya mensublarına kim vermiştir?

Gelelim Cumhurbaşkanlığı Makamına
Farz edelim ki ben Cumhurbaşkanıyım ve televizyona çıkıp, “Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarıp, cami olarak aslî hüviyetine kavuşturacağız.” diyorum.

O ândan itibaren, içinde bulunduğumuz yeni sistem içerisinde, tıpkı yukarıda geçtiği üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlıklarının bir ân evvel hazırlıklarını tamamlamalarını ve bunun için gerekli olan kararnameyi hazırlayıp, masama koymalarını beklerim. Bu tabiî değil mi? Farz ediyoruz ya ben Cumhurbaşkanıyım, Diyanet İşleri Başkanı’nı ben atamışım, Kültür ve Turizm Bakanı’nı ben atamışım, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izlemesi gereken siyaseti ve politikaları belirleyecek kurulları ben atamışım ve tüm bunlara karşılık siyasî sorumluluğu da ben üzerime almışım; fakat dediğimin gereği yerine getirilmiyor. Hiç olacak iş mi?

Bugün Türkiye’de ya Cumhurbaşkanlığı Sistemi içerisinde yer alan kimi bakan, müdür ve başkanlar Cumhurbaşkanı’nın emirlerini dinlemiyor yahut iktidara yakın medya mensublarının dediği gibi Cumhurbaşkanı’nın Ayasofya açıklaması siyaseten yapılmış bir açıklamaydı.
Sizce hangisi?
***
Bunlardan hangisi olursa olsun, burada asıl ehemmiyetli olan elbette Ayasofya’nın cami olarak aslî hüviyetine kavuşturulmasıdır.

Ancak bundan sonra, Cumhurbaşkanlığı makamının sözünün ayağa düşmemesi gelir. Ki burada şu hususa da dikkat çekmekte fayda var: Cumhurbaşkanlığı makamının sözünün ayağa düşmemesi neden yalnız bizim meselemiz? Bu sistemden nemalananların, sırf çıkarlarını korumak maksadıyla olsa bile Cumhurbaşkanının sözünü ayağa düşürmemek için ellerinden geleni yapmaları gerekmez mi?
***
Ayasofya meselesini bu seviyeye siz taşıdınız madem, biz de meseleyi istediği seviyeden ele aldık; gerçekler acıdır, kimse kusura bakmasın!


Baran Dergisi 656. Sayı