Müslümanların itikadını bozmak ve bozamadıklarını da ortadan kaldırmak sûretiyle, İslâm’ı dünyadan silip, bütün bir cihana hâkim olmak üzere Siyonistlerce tezgâhlanan, pek çok Batılı figüran tarafından da gönüllü bir şekilde desteklenen oyun sürüyor. Devlet-i Aliyye’nin parçalanmasıyla başlayan bu sürecin, ikinci safhası olarak Irak’ın nasıl işgâl edildiğini, Mısır halkının nasıl ezildiğini, Fas’tan Sudan’a, Somali’den Nijerya’ya kadar İslâm Afrikasında yapılan operasyonları, Güneydoğu Asya’da Müslümanlara reva görülenleri, Suriye’nin içler acı hâlini hep beraber takib ediyoruz. Tüm bunlarla beraber, içimizden türetilen hainlerin Anadolu’yu düşürmek için ard arda gerçekleştirdiği saldırıları bugüne kadar bertaraf etmesini bildik. Bundan evvel Odet Yinon planı üzerinden neredeyse sıralı liste hâlinde Siyonistlerin ne hedeflediklerini ve bu hedefe varmak için hangi adımları atacaklarını bu sayfalardan açık bir şekilde ifâde etmiştik. Şimdilerde bu planın yeni bir safhasına geçiliyor. Yahudi, İslâm Âleminde meydana gelen ve müsebbibi olduğu karışıklığı fırsat bilip, dolaylı yollardan da olsa bir kez daha Filistin’e el uzatmaya cüret ediyor.
***
Fetullah Gülen’in şahsında heykelleşen hain tipi bir tek Anadolu’da yetişmiyor elbet. İslâm ülkelerinin neredeyse tamamında çeşitli vakıflar, dernekler, kurslar ve okullar ile ümmetin öz evlâtları, bir asrı aşkın zamandır dinine, devletine, milletine ve hepsinden de öte kendi kendisine yabancı bir şekilde yetiştiriliyor. Yetiştikten sonra da, devlet bürokrasisi başta olmak üzere pek çok sektörde mevki ve makam sahibi kılınıyor ve kullanılıyor. Devlet-i Aliyye’nin son yıllarından beri ne yazık ki vaziyet bu şekilde. Biz evlâtlarımıza sahib çıkamıyoruz ve meydana gelen boşluğu da başka birileri dolduruyor. Tıpkı Anadolu’dan devşirilen Fetullah Gülen gibi, son günlerde adını sıkça duymaya başladığımız bir diğer hain de Filistin’den devşirilmiş Muhammed Dahlan. Bu hain de, tıpkı Gülen gibi kâfir açısından son derece kullanışlı bir âlet olarak son günlerde sık sık ön plana çıkmaya başladı.
***
15 Temmuz gecesi, Müslüman Anadolu İnsanı’nın feraseti, basireti ve cesareti karşısında zelil olup Anadolu’yu teslim alamayanlar, bir süredir farklı farklı yollar deniyorlar. Katar’a Suudî Arabistan, Birleşik Arab Emirlikleri ve Mısır öncülüğünde tertib ettikleri tezgâhın daha hâlen dumanı tüterken, bir diğer koldan da Filistin’de Mahmud Abbas ve Gazze’deki direnişi sürdüren Hamas’ı devirmenin hesabına soyundular. Birbiri ile kesişen üç daire çizsek ve bu daireleri 15 Temmuz, Katar’a yönelik ambargo ve Filistin’de planlanan darbe şeklinde adlandırsak, kesişim kümesinden karşımıza Muhammed Dahlan isimli, İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman’ın “kanka”sı hainin ismini buluruz. Bu isim, Yaser Arafat’ın şüpheli bir şekilde ölümünden tutun da, hırsızlığa, yolsuzluğa, 15 Temmuz gecesi için B.A.E.’den FETÖ’ye aktarılan paraya ve son olarak da Gazze’de gerçekleştirilmek istenen darbeye kadar pek çok kirli işe adı karışmış bir tip.

Filistin’de uzun zamandır kazan kaynıyor, Hamas’ı devre dışı bırakmak üzere ard arda operasyonlar yapılıyordu. Mısır’da Muhammed Mursî’nin devrilmesinden sonra iktidarı ele geçiren General Sisi, ilk iş olarak Gazze’nin soluk borusu Refah Sınır Kapısı’nı kapattı. Hemen akabinde de Mısır’a doğru açılmış tünelleri de bir bir tesbit ettirip, sırf Yahudiye yaranmak uğruna imha ettirdi. Böylelikle Gazze için daha da sıkıntılı günler başlamış oldu. Son günlerde haberlerden bildiğimiz üzere zaten süregelen ambargonun yanı sıra bir de elektrik kesintileriyle boğuşuyor Gazze. Tüm bunlar, Gazze’nin ve Hamas’ın direncini kırarak, başa Muhammed Dahlan’ın atanması için yapılan hamlelerden. Eğer ki bu plan başarılı olursa, Gazze Devleti’nin başına Dahlan gelecek ve bir süre sonra Abbas da koltuğundan edilerek Filistin ve Gazze Muhammed Dahlan’a bırakılacak.
Asıl hedef ise Gazze ve Filistin’i Suudî Arabistan, Mısır ve B.A.E.’nin kuyrukçuluğunda tek bir kurşun atmadan teslim almak ve bununla beraber senelerdir Filistin ve Gazze’nin yanında duran Türkiye’yi bu bölgeden de tecrit etmek. Yahudinin hedefi bu...

Cihan Hâkimiyeti Kavgası
Tablo her ne kadar karmakarışık bir hâle gelmiş olsa da, cereyan eden tüm bu hadiseleri tek bir başlık altında, “Cihan Hâkimiyeti Kavgası” başlığı altında toplamak mümkün. Bu kavganın bir tarafında Siyonist Yahudiler ve diğer tarafında şuurunda olanı ve olmayanı ile Müslümanlar var. Aslına bakacak olursanız, bu kavga, iyi ile kötü arasındaki ezelî mücadelenin içinde bulunduğumuz zamandaki aksülameli...

Hâkimiyet dedik... Baran Dergisi’nde haftalık olarak tefrike edilen Ölüm Odası B-Yedi’nin, geçen hafta yayımlanan bölümünde, Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, mirasçısı biz olmamıza rağmen kaybettiğimiz alâmetlerimizden biri olan “Davud Yıldızı”ndan bahsetmişti hatırlarsanız. Günümüzde neredeyse Yahudi ve Siyonistler ile özleşmek vaziyetine düşen bu alâmetin aslında bize ait olduğu ifâde etmişti.

Allah’ın Sevgilisi, Beni İsrail peygamberlerinin yolundan gittiği iddiasındaki Yahudi ve Hıristiyanların, o peygamberlerin sünnetlerini tatbiki konusunda, açık bir şekilde, “biz, onlardan daha layığız” şeklinde hükmetmiş ve onlara sahib çıkmıştır. Dolayısıyla Süleyman Peygamberin mührü olan ve “Davud Yıldızı” diye anılan alâmetin de, hakiki mirasçısı bizleriz. Ayrıca Davud Peygamber’in “vücud hikmetinin bütün kemâliyle kendisinde tecelli ettiği, Allah’ın yeryüzüne halife kıldığı peygamber” olduğunu da bahsimize iliştirecek olursak, cereyan eden kavgada bu sembolün ehemmiyeti daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Siyonistler yalnız kavmiyetçi bir zihniyet ile değil, cihana hâkim olmak iddiasında oldukları için bu sembolü kendilerinin bir alâmeti olarak kullanıyorlar. Tıpkı bizim de cihan hâkimiyeti iddiasında olduğumuz Selçuklu ve Osmanlı zamanlarında, sancaklarımızın üzerine nakış nakış bu mührü işlediğimiz gibi. Demek ki mesele bir alâmete, sembole sahib çıkmaktan öte, yıllardır unutturulmaya çalışılan ulvî bir iddiaya, cihangirlik davasına sahib çıkmaktır. Ki bununla beraber, kurucu büyüklerimizden Osman Gazi’nin buyurduğu gibi; “bizim davamız kuru bir cihangirlik davası da değil, bilâkis İ’lây-ı Kelimetullah davasıdır.

Peygamberlere ait sembolleri kullanmaya ve onların iddialarına sahib çıkmaya, biz Yahudilerden de Hıristiyanlardan da daha layığız. Bununla beraber, iddia ve alâmetlere de lâyık olmak zorundayız. “Süleyman Peygamberin Mührü”, “Davud Yıldızı” şeklinde anılan alâmet bizimdir. Biz, bu sembolü hiçbir kaygı taşımadan kullanmaya, vermiş olduğumuz eserlere de nakşederek, onu, Siyonistlerin tekelinden kurtaramaya da mecburuz.

Hâkimiyet kavgası deyince, işin bir diğer veçhesi de kime halife olunduğu, kimin adına hâkim olunacağı meselesi tabiî... Bizim anlayışımıza göre; ilâhî, yâni şer’i hükümlerin, yâni “Mutlak Fikir”in tatbik ve icrası için Peygamber Efendimize vekil olmaktır halifelik. Hâkimiyet de bunun için hem vasıta ve hem de yaradılış gayesi... Peki Yahudiler, Siyonistler kimin halifesi? Altından yoğrulmuş bir buzağıya secde eden “belhum adal” mi yeryüzüne hâkim olacak, yoksa Allah’ın kendisine hâlife olarak yarattığı “insan” mı? İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yine Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinde ikaz ettiği üzere, “cismi insan olan herkes, halife değildir.” Başta peygamberler olmak üzere, velilere mahsus sır...
***
İslâm Âlemi dört bir koldan kuşatılmış vaziyette ve neredeyse akla gelebilecek her cebhede bir ölüm kalım savaşı veriyor. Bu savaşın her gün açılan bir yeni cebhesine takılarak aslî hedefi gözden kaçırmak ahmaklık olur. Asıl hedef, merkez Anadolu’yu düşürmek. Anadolu düşerse eğer, işte ancak o zaman muvaffak olabilirler. Onlar da bunun farkında oldukları için tüm hesablarını ya doğrudan yahut dolaylı yoldan bizi düşürmek üzerine kurguluyorlar. Bu sebeble günübirlik cereyan eden hadiselere kapılıp bütünü gözden kaçırmamak son derece ehemmiyetli.

Merkez Anadolu... Mevlana Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin ilk halife Hazret-i Ebubekir yoluyla gelen Nakşî sırrını taşıdığı ve Seyyid Tâhâ, Seyyid Fehim Hazretleri ile beraber Abdülhâkim Arvâsî Hazretleri’nin, hilafetin ve cihan hâkimiyetinin ruhunu perçinlediği Anadolu... Anadolu düşmemeli meselesi ile beraber, asl olan Anadolu’nun yeniden nasıl hâkim olacağı meselesidir ki; Nakşî sırrına mutabık bir şekilde örgüleştirilen Büyük Doğu-İbda ideolocyası, bu suâle verilen külliyat çapındaki cevabtır..

Baran Dergisi 547. Sayı