Menemen’de Kubilay’ın kafasını esrarkeşlere kestirdiler. Sonra, “Bak işte irtica!” diyerek yaptıkları zulme meşruiyet kazandırdılar… Bu usûlle epey yol aldılar… Sonra baktılar işler kendileri için iyi gitmiyor, Hizbullah’ın “domuz bağı cinayetlerini” namluya sürdüler ve “İrtica PKK’dan daha tehlikeli.” balonunu uçurdular. Bundan da epey nemalandılar. Meşruiyetleri için ayarladıkları kılıf işlerine yaramıştı.

Irak savaşı ile birlikte Suriye’de meydana gelen karışıklıklardan doğan kargaşa ortamında DEAŞ oyunu sahneye konuldu. Bir taşla birden fazla kuş vurdular.

Güya İslâm için savaşan DEAŞ, kafa kesme seanslarını bütün dünyaya servis etmekle işe başladı. Libya’da Hıristiyan rahip kellesi alıyor, Ürdünlü bir pilotu cayır cayır yakıyor. Tarihî harabeleri talan ediyor. Güya Allah için savaşıyorlar; ama biraz sonra öleceklerini bile bile yüzlerini gizlemeyi de ihmal etmiyorlar. Taşıdıkları bayrağın bezini dokumaktan acizler; ama devletleşmek sevdasındalar. Hakikatte savaştıklarını iddia ettikleri düşman, Müslümanlardan başkası değil.

Sonra ne oldu?
DEAŞ bahanesi ile bütün dünyaya ayar verildi. İnsanların kafasına yerleştirilen imaj, kâfir münafık soyunun her derdine deva oldu. Böylece, sadece Irak ve Suriye’de değil, bütün dünyada “İşte sizin İslâm dediğiniz din bu!” algısı insanlığın beynine kazındı. Finalde ise böylesi bir örgütün elebaşını yine büyük şeytan Amerika cezalandırdı! Bu hâlden bile nemalanmayı bildiler.

Noam Chomsky, “Toplumun genelinin neler döndüğünden haberi yoktur, hatta haberi olmadığından da haberi yoktur.” diyor. Hâlbuki biz, “Haberimiz olmayan zulümlerden bile payımıza düşen suçlar olduğu gerçeğini bilenlerdeniz!”

Şimdi bir haberin peşine düşelim: “Bir Anzak askerinin, Çanakkale Savaşı'nda yanında götürüp mumyaladığı Türk şehidinin başı 87 yıl sonra ortaya çıktı. Kadife kaplı bir çam kutuda saklanan başta hâlâ biraz saç, favoriler ve birkaç diş bulunuyor. Şehid başının sol gözünün üstünde ve kafatasının arkasında kurşun delikleri var.” (1)

Anzak askeri, "Kafatasını mumya yapıp yıllarca saklamış. Arkadaşlarına da 'Ben bir Türk'ü öldürdüm.' diye göstermiş. Yıllar sonra yaşlandığında bu durumdan nedamet duymuş. Bu Anzak askerinin çocukları 2003'te kafatasını alıp Türkiye'nin Melbourne Başkonsolosluğu'na götürüp yetkililere teslim etmiş. Kafatası, aynı yılın 18 Mart'ında Türkiye'ye getirilerek resmî törenle (Çanakkale Şehitliği’ne) defnedildi." (2)

Haber böyle…
Batılılar insan kafası kesmeyi iyi bilirler. Onlarda mazisi Haçlı savaşlarına kadar uzanan bir usûldür bu. Sonradan Müslümanları imha için kullanılan bu usûl daha etkili bir yöntem hâline getirildi ve kullanılmaya başlandı. DEAŞ tuzağına düşmüş Müslümanlar imha edildi. Batılı ülkeler kendi topraklarında yaşayan, ilerde potansiyel tehlike olarak gördüğü Müslümanları, DEAŞ yolu ile tasfiye etti.

Halkı Müslüman olan ülke yöneticileri, efendilerine hizmet yarışında hep bir hizaya getirildi. Halka da “Bak işte İslâm hâkim olursa, DEAŞ’ın yaptığı gibi bir muameleye tabiî olacaksınız.” algısı sindire sindire yedirildi.

Çare nedir? Kurtuluş nerede?
“Çare İslâm’dır, kurtuluş İslâm’da.” demekle olmuyor.

Bunun “nasıl”ını en ince ayrıntılarına kadar bütün detaylarıyla bir bir göstereceksin, ortaya koyacaksın!

Yani?
Bir doktorun hastasına “Senin çaren tıptadır.” deme lüksü yoktur. Önce teşhis edecek, sonra teşhis ettiği hastalığı yenmek için tatbik edeceği reçeteyi yazacak!

Reçete yazmayan doktor, profesör edası ile ahkâm kesse ne olur?

DEAŞ gibi olur. Ona kananlar da onların kesip biçtikleri!

Kurtuluş yolu hakikatini temsil eden İBDA, ortaya koyduğu reçeteyi Müslümanlara ve insanlığa takdim etmiştir!
Yanlış diyen varsa buyursun başka bir yol bulsun!
 
*Hürriyet, 03.05.2002
** Sabah, 24.4.2019


Baran Dergisi 668. Sayı