Bugün Suriye hakkında, Şam ve Guta’da yaşananlar hakkında yorumlarda bulunacağım. Haberlerde sık sık Doğu Guta’ya kimyasal bir saldırı yapıldığı tekrar ediliyor ve dolayısıyla bu artık bir gerçek durumuna geldi. 

Guta, Şam’a çok yakın bir bölgede bulunan yerleşim yeri. Guta, Şam’ın kuzeyinde kalan bir deltadır. Araplar tarafından “yeryüzünün cenneti” olarak adlandırılır. Lübnan dağlarının doğusunda doğan Barada Nehri’nin geçtiği, yeşilliklerle kaplı bir bölge. Soğuk suyundan dolayı adı Barada olan nehir tüm Şam’ı sular ve Guta, Doğu’dan Şam’a uzanan bir yol üzerindedir. Şam’da tüm evlerin arkada bahçesi nehre gelecek şekilde imar edilmiştir. Barada suyu ve nehri Şam’ın su ihtiyacını karşılar. Guta ise Şam’ın arka bahçesidir. Bu bölge yeşilliklerle kaplı bir bölgedir ve Batı’da Bekaa Vadisi Suriye ile Lübnan arasındaki tabiî sınırdır. İşte Guta, Şam’ı besleyen, çok önemli bir bölgedir; Şam’ın neredeyse tüm tarım ürünleri buradan temin edilir. 

Suriye’nin önemli siyasî figürleri, Şam, Halep ve Guta’da bulunurdu. Suriye nüfusu da bu bölgelerde yoğunlaşmıştı. Çünkü, Şam ve Halep Suriye’nin olduğu gibi dünyanın da en eski yerleşim yerlerinden, şehirlerindendir. Dolayısıyla, hem tarım açısından, hem ticaret açısından bu bölge çok hareketli bir bölgedir. 

Son zamanlarda şehirleşmesine mukabil Gutalılar kendi hâllerinde yaşayan, tarım ile uğraşan insanlardı. İsyanların faturası, Şam’ın merkezinin on kilometre kadar uzağında yaşayan, Şam için çok ehemmiyetli bir bölgede yaşayan bu insanlara çıkarıldı. Her hafta medyada, Guta ile alâkalı, doğru yahut yanlışlığını net olarak bilemediğimiz bir çok saldırı haberi görüyoruz. Muhalifler ile rejimin bu bölgedeki çatışmalarından dolayı bir çok insan öldü, bir çok insan ise hapsedildi.

Daha önce söylediğim bir şeyi, Guta’nın siyasî ehemmiyetinin anlaşılması açısından şimdi de tekrarlamak istiyorum. 1979 yılında ben ikinci kez geldiğimde de Guta tehlikeli bir yerdi. Aynı şekilde 1963’te Baas partisi iktidara gelmeden önce de Guta son derece tehlikeliydi. O dönemde de siyasî meselelerde ehemmiyetli bir alandı. Suriye’de Baas Partisi, bu sene itibariyle 55 yıldır iktidarda.
Suriye’de İhvan (Müslüman Kardeşler) etkindi. Guta da onların hâkim olduğu bölgelerden birisiydi. Müslüman Kardeşler ile diğer grupların muhalif safta birleşmesiyle meseleler bu boyuta geldi ve Guta bundan nasibini fazlasıyla aldı. Guta, tarihî olarak Şam’ın giriş kapısıdır, bugün de durum böyledir. 

Rejimin, daha evvel Müslüman Kardeşler tarafından kontrol edilen bölgede hâkimiyeti almak için çabalaması gayet tabiîdir; fakat beni şaşırtan nokta ise Şam’a bu kadar yakın bir noktada ve uluslararası baskıya rağmen rejimin kimyasal silah kullandığı iddiası. Rusların desteğine rağmen rejimin böyle bir saldırı yapacağını düşünmüyorum; ama haberler aksini iddia ediyor. Guta’daki savaşçıların büyük çoğunluğu orada yaşayan halktan değil, dışarıdan gelen savaşçılar. Guta’ya dışarıdan bir çok grup giriş yaptı. 

Bölünmüş güçlerin karmaşık savaşının sürdüğü Guta’da siviller için güvenlikli bir bölgenin oluşturulmasından daha evvel bahsedildi; ancak bu hiç uygulamaya konulamadı. Dolayısıyla masum insanlar savaş sebebiyle ölmeye devam ediyor. Yapılan bombardımanlar sebebiyle Duma’daki evler harabeye döndü; doğal olarak Guta da yaşanılabilir bir bölge olma özelliğini kaybetti. Bu savaştan zarar görenlerin yüzde doksan dokuzu masum insanlar. Bir çok herhangi bir şiddet eylemine karışmamıştır. Savaşın başından beri masum insanlar zarar görürken, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, hiç bir güç savaşın devam etmemesi adına gerekli tedbirleri almadı, aksine savaşın daha da kızışmasına sebep oldu. Bugüne kadar iyileşme adına bir şey yapılmadı; umarın bundan sonra her şey iyiye gider.

60 sene evvel Suriye’de, bugün muhalif olan gruplar da dahil bir çok farklı grup; Arap milliyetçileri ve sosyalistleri Baas Partisi çatısında toplanabilmişti. Suriye’de Vahhabî düşüncenin yayılmaya başlamasıyla beraber Baas Partisi güç kaybetmeye başladı. Suriye halkı Vahhabî propagandanın hedefi olarak manipüle edildi. Beşar Esad da bu şekilde marjinalize edilerek suçlu pozisyonuna getirildi. Mevzu bahis kimyasal saldırının Suriye rejimi tarafından yapıldığı iddiasına karşılık, bunun başka bir manipülasyon olabilme ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü bölgede ajan devletler adına savaşıp da bunun farkında dahi olmayan aşırı grupların varlığı malûm. Siyonist İsrail’in dostu ve Müslümanların düşmanı olan, çürümüş Suudi rejimini kastettiğim anlaşılıyordur. Savaşın bu noktaya gelmesinde ve dünyanın tarihî olarak en köklü bölgelerinden birinin yaşanamaz bir hâl almasında Suudilerin payı çok büyüktür. 

Umuyorum ki, yakın bir gelecekte Suriye’nin demokratik bir seçim neticesinde yeniden bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması sağlanabilir. Tüm Suriye halkı haklarına kavuşur ve bu zulümden, savaşlardan kurtulur. Tıpkı 1900’lerin başında İstanbul hükümetine karşı Ermenilere yapıldığı gibi bugün de bölgedeki Kürtler Ankara hükümetine karşı manipüle ediliyor. Bu hassas meseleye sürekli söylediğim gibi dikkat edilmesi gerekiyor. 

Öte yandan yaşanan hadiseler, M. Kemal tarafından kurulan Türkiye’ye de bir takım faydalar sağlayacak duruma geliyor. Müslüman bir devlet başkanı olan gönüldaş Erdoğan’ın bu fırsatı değerlendirmesi lâzım. Kemalist ideoloji yüz yıl boyunca Türkiye’ye hâkim oldu; fakat şimdi genişlemek için yeterli olmuyor. Bugün tarihî ve ideolojik olarak hep karşı karşıya olan Türkiye ile Rusya yakın bir görüntü çiziyor; bu da siyasî menfaatlerin örtüşmesi sebebiyle olan bir şey. 

Bölgedeki Kürt meselesi, Kürtlere saldırarak çözülemez. Çünkü saldırdıkça militan yetiştirilmeye devam edilir. Oysaki Kürtler inançlı Doğu Anadolu insanlarıdır. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun hayatta kalması gereken bir dönemden geçiyoruz. Kendisi bir suikaste maruz kalabilir. Gülenistlerden temizlendikten sonra güçlenen Türk ordusuna daha fazla ihtiyaç olabilir. Malûm Erdoğan son dönemlerde sağda birliği sağlayarak milliyetçiler ile yakınlaştı. Bu hususta da şu uyarıyı yapalım; faşizm ile vatanseverlik birbirine karıştırılmamalıdır.

Hülasa; önümüzdeki süreçte neler yaşanacağını tam olarak kestiremiyoruz. Dolayısıyla Müslümanların haklarını savunan güçlü bir Türkiye’ye son derece ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz. Müslüman ve gayrimüslim herkese saygı duyan ve herkesin saygı duyduğu bir Türkiye’ye ihtiyaç var.
 
Allahü Ekber!
07.04.2018


Baran Dergisi 587. Sayı