Bilindiği üzere Türkiye 24 Haziran Cumhurbaşkanı ve genel seçimlerinin ardından resmen ve tamamen yürürlüğe giren Başkanlık sistemine geçiş yaptı. Başbakanlık makamı ve Bakanlar Kurulu yapısı da böylece tarihe karışarak Başbakanın yürütmenin başı olma unvanı resmen cumhurbaşkanına geçti. Böylece Bakanlar Kurulu'nun yerini Cumhurbaşkanlığı Kabinesi almıştı. Bu bağlamda Bakanlıkların bazısı birleştirildi; mesela Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı “Tarım ve Orman Bakanlığı” ismi altında derlendi. Seçimlerden evvel ve sonra yeni bakanlıklarla alakalı haberlerde “Kültür ve Turizm” gibi her ne kadar alakası olsa da kategorik olarak yanlış bir çerçevede yer alan bu iki sahanın –ki birisi neredeyse bütün disiplinleri kavrayan ve kapsayan muhtevasına nazaran diğerinden fersah fersah ayrı yerde ele alınması gereken dava- Kültür kısmı Eğitim, Turizm kısmı ise Maliye çatısı altında derlenecek deniliyordu ki herhangi bir değişikliğe uğramadı ve eski hâli ile Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak kaldı.

Evet, hakikaten büyük adamların dil mevzuu etrafında niçin canhıraş feryatlarla ah ettiklerine bu mevzu üzerinden de bakılabilir; Turizm mevzuunun Kültür ile alakası vardır da “Kültür”ün yani irfanın, yani Üstadın tabiriyle “kabı idrak” olan “irfan”ın Turizm ile aynı kefede sayılması bile mevzuu ele alışta, yani daha hâdiseye yanaşırken bile bir inkisâr doğurmaktadır. Maksadımız güzelim halk tabirimizdeki gibi bir tarafıyla “bağcıyı dövmek” olmadığına, diğer tarafıyla da kuru güzellemeyle de “şu bizimkiler”i öve öve yaşadığımız bazı sefaletleri yok saymak olamayacağına göre teessüriyet ifâde eden hususları dillendirmekte fayda görüyorum. Evet, başlı başına bu bakanlığın bir isim problemi vardır da yine üstadın ifade ettiği gibi “İrfan, kabı olan idrak kırılınca nerede dursun?”dur? Bu da ayrı mesele!..
 
Kültür ve Turizm Bakanlığı
“İrfan, kabı olan idrak kırılınca” memleketimizde kendisine yer gösterilmiş, lâyık olarak görüldüğü yer de maalesef turistlerin terlikleri peşi sıra gitmek olmuştur. Üzerine tek laf etmeye takat bulamadığım ve insanın hayat kudretini bir anda çekip alabilecek nitelikte yavan, kaba ve her şeyi sadece irfan davasının etrafında kümelemesi gerekenlerin irfan davasına nazaran nasıl bir kültür vasatında seyrettiklerini gösteren şu manzaraya ne buyurulur:

Misyon
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Ülkemizin evrensel kültür, sanat ve turizm değerlerinin sürdürülebilir korunmasını sağlayarak yaşatmak ve tanıtmak, toplumsal bilincin oluşmasında bilgiye erişimi kolaylaştırmak ve ülkemizin dünya turizminden alacağı payı artırmak” görevlerini yerine getirir. 

Vizyon
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Üstün evrensel değerlere sahip kültür mirasımızın, ulusal ve uluslararası sürdürülebilir korunma çabalarını başarı ile yöneten ve ülkemizi turizm alanında dünya liderleri arasında ilk sıralara taşıyan güçlü, saygın ve vazgeçilmez bir kurum olmak” vizyonu ile hareket eder.
 
“Turizm Palavrası” Sürüyor…
“Turizm Palavrası” teşhisi Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na aid; İktisat Ve Ahlak isimli eserinde geçen bir ara başlığa da mevzu olmuş. “Turizmden gelir elde etme işi esasen eski bir hikâye” diyecek olsak, onun da cevabı verilmiş ve eskinin de eskisi hâlinde aynı eserde “eski hikâye” tabiri kullanılmış ve mevzu etraflıca işlenmiş. Evet, yani eskiden “eski hikâye” denilen bu turizmden gelir elde etme işi hakikaten de bugün “eski hikâye” diye tarif edilse yine tam isabet olacaktır! Niçin? Niçin’ini biraz sonra izâh edelim; evvela şu “eski hikâye”den hiç eskimeyecek bazı mühim teferruatları paylaşalım da bütün irfanı turizm etrafında memleket kalkındırma hamlesine bağlayanların ne türlü bir zaaf içinde oldukları görülsün.
 
İktisat Ve Ahlâk’tan Turizm Bahsine Dâir:
Bahis mevzu iktibaslar, anlatılanlar içinden tabiri caizse cımbızlanarak tarafımızca tasnif edilmiş ve aktüel karşılıkları gözetilerek derlenmiştir.
 
Salih Mirzabeyoğlu, İktisat ve Ahlak, 166 ve 173. Sayfalar arasından:
…Türkiye için kalkınmanın en kısa yolunun turizm olduğu düşüncesi son zamanlarda sık sık tekrarlanmaya başlamıştır. Bu telkinlerin daha çok yabancı uzmanlardan özellikle sanayileşmiş ülkelerin temsilcilerinden gelmesi ilgi çekicidir. Gerçekte bu ülkeler Türkiye’nin kalkınmasından çok kendi turistlerine ucuz tatil yerleri sağlamak peşinde koşmaktadırlar. …

…Turizmin geliştirilmesiyle sağlanacak döviz imkânları, kalkınmakta olan ülkeler için sanıldığı kadar büyük değildir. Turizm ancak diğer sektörlere paralel bir gelişme gösterdiği zaman memleket ekonomisine faydalı bir endüstri olur. …

…Bir ülke turiste tekniğini ve bilgisini değil de sadece yiyeceğini ve içeceğini sattığı takdirde, buna turizm endüstrisi denemez. Üzülerek söyleyelim ki, bugünkü Türkiye’deki turizm faaliyeti, yukarıda belirttiğimiz durumun dışına çıkmış değildir. Zengin ülkelerden gelen turistlere ucuz fiatlarla yiyecek ve içecek verilmekte ve böylece temin edilen dövizlerle aynı ülkelerden pahalı fiatlarla sanayi maddeleri satın alınmaktadır. Vatandaşlarımızdan biri zengin bir ülkeye gittiği zaman ise, daha çok sanayi mamullerini satın almakta ve bıraktığı dövizler Türkiye’den ucuz fiatlarla hammadde mubayaasında kullanılmaktadır. Başka bir ifadeyle, turizm de tıpkı uluslar arası ticaret gibi kalkınmakta olan ülkelerin aleyhine işleyen bir mekanizma haline gelmiştir. …

…Kalkınmakta olan bir ülke için yurdumuzun döviz kaynaklarını turistlerin keyfine veya ülkesinde yaşayan yabancıların eğlencesine bağlamaktan daha kötü bir ekonomik politika tasavvur edilemez. …
…Turizmden 1970 yılında 1 Milyar 568 milyon dolar sağlayan İspanya’da turizmle kalkınma, iktisatçılar arasında hayal kırıklığı meydana getirmiştir. … Ekonomik açıdan turizm, turistlerce mahallinde tüketilir şeylerin bir kısmını İspanya’nın ihraç etmesinden farksızdır. … …Turizmi motor diye kullanan kalkınma süreci, insan ve ekonomi açısından dolambaçlı ve pahalıdır. Bu strateji devamlı olarak gereklinin yerine gereksize öncelik tanımaya itmektedir. ‘Stratejik’ taşıma şebekesini ihmâl edip, sahil yollarına önem vermeye yol açmaktadır. Büyük şehirler etrafında gecekondular yayılırken, yılın sekiz ayı boş kalan milyonlarca lojman inşa edilmektedir. Tarımı yüzyıllık geriden kurtarmak için azimli çalışma gerekirken, lüks ve israfın teşhiri milyonlarca genci bozmakta ve onlarda çalışma isteği bırakmamaktadır. …

…Bir tekstil fabrikası bütün yıl çalıştığı hâlde, milyarlar yatırılan turistik kapasite birkaç ay kullanılacak, bu kapasiteyi başka bir alana kaydırmak imkânı olmadığından milyonlarca lojman 8 ay boş tutulacaktır. Turistik faaliyet, tarımda işgücüne en çok ihtiyaç bulunan aylara rastlamaktadır; bu yüzden istihdam meydana getirme etkisi sınırlanmaktadır. … 

…Turizm, turistlerin ülkede tükettikleri maddelerin ihracı anlamına gelmektedir; bu bakımdan enflasyonist bir etkisi de vardır.

Sosyolojik ve psikolojik açıdan, turizm az gelişmiş bir ülkede yüzbinlerce genci, ciddi çalışma yerine kolay para kazanma yollarına itmektedir. Turizm, hizmetçilik, fahişelik, karaborsacılık, vs. gibi mesleklerle, bar, meyhane, eğlence yerleri vs. gibi faaliyetleri ve lüks tüketimi teşvik etmektedir. Azgelişmiş ülke ortamında bunun bozucu ve çürütücü bir etkisi olduğu açıktır. …

…turizmin, aynı zamanda, önemli ithalâta ve ithalâta dayalı lüks sanayin kurulmasına yol açtığı hesaplanmalıdır. Deniz motorları, havyar, viski, şampanya, bira, çeşitli lüks gıda maddeleri vs. ithalâtı gerektirecektir. Yabancı firmalar geniş kâr transferleri yapabilecektir… Vesâire, vesâire. 
 
Türkiye’ye Gelen Turist Sayısı Meselesi
Hususiyetle Kurban Bayramı’ndan evvel ve sonrasında Türkiye’ye gelen turist sayısı haberlerine baktığımızda rakamların evvelinde hep şu kelimelerle ifade edilen tabirleri görüyoruz: “patlama, fırlama ve aşma”… 

Bana kalırsa edebî anlamda -iktisat mevzuuna dâir kıt bilgi birikimime nazaran-  bu kelimelerin ihtiva ettiği karşılıkları müşahhaslaştırmak kudretine sahip olsaydık ve onları bir kokuya tahvil etme imkânımız olsaydı bu kelimelerden tüten kokuların pek de ferahlatıcı tesiri olacağını zannetmem.

Evet, iktisat mevzuu her şeyden evvel rûhî amilleri gözeterek ele alınmalı ve eski Alman İktisat Bakanı Erhard’ın dediği üzere meselenin psiko-ekonomik tarafını da görmeli... Fakat bu iş nasıl olacaktır?

Türkiye’ye gelen turist sayısı rakamlarını şişire şişire piyasa ve kamuoyuna rahatlatıcı haberler vererek daha kaç defa günü kurtarıcı politikalar içinde savrulmaya devam edilecektir? Türkiye’ye gelen turist sayısı meselesinde iç içe geçmiş olarak gözükmeyen ciddi problemler mevcuttur! Madem yabancı turist sayısı “patlamış, fırlamış ve aşmış”tır, bizde bu mevzuyu bir nebze olsun “deşelim” o hâlde:
Birincisi; yukarıda Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan gösterdiğimiz ve meselenin özünü apaçık ortaya seren tespit ve teşhislere nazaran söylersek, bu kadar fazla turist gelmesi çok da iyi bir şey değildir ve bugün getiri gibi gözüken iktisadi kazancın yarın daha büyük götürüleri olmayacak mıdır? Başka sahalarda tüketeceğimiz enerjinin bu sahaya sevk edilmesinden doğan maddi-manevi enerji kaybının yanı sıra mevsimlik işçilerin geri kalan sekiz ay ne yapacakları düşünülmüş müdür?

İkincisi; her şeyi dışarıdan gelen turiste bağlayıp elde edilen kazançla beraber memleketimize verdiği sosyolojik ve psikolojik tahribatlar hesap edilmekte midir, yoksa, Kültür ve Turizmi eşdeğer gören kafanın gayesi sadece işin maddi iştihasına mı bakmaktadır?

Üçüncüsü; Kurban Bayramı sırasında bir TV kanalındaki üç mühim turizm temsilcisinin misafir olduğu programda turist sayısı meselesinde rakamların gerçeği yansıtmadığı, teknik olarak turizm bölgelerinde bu kadar yatak kapasitesinin olmadığı söylendi. Akdeniz’den gemi ile geçerken kıyıya yanaşıp yarım günlüğüne sahile çıkan turistlerin de bahis mevzu rakamlara eklenmesi de cabası… Doğru mudur? İstanbul’daki mühim bir turizm şirketi yetkilisi de diğerleri gibi dışarıdan gelen turistin para harcamadığını, otellerinin dolu olmasına nazaran gelir anlamında bir katkı alamadıklarını söylemiştir! Yalan mıdır?

Dördüncüsü; Türkiye’ye gelen turistler “her şey dâhil sistemi” ile gelmektedirler ve kendi otelleri dışından çıkmamaktadır; yani sabah 6’da uyanıp denize gitmektedirler; saat 10-11 gibi otellerine dönüp kahvaltı yapıp istirahat etmekteler, öğle ve akşam yemeklerini aynı sistem dâhilinde yemektedirler. Yani Türkiye’ye gelen turistler otellerinden çıkmamaktadır. Çıktıkları zaman da yanlarına cüzdanlarını almamakta yahut yanlarında pek az bir meblağ ile dolaşmaktadırlar. Şu rakamları boyuna gözümüze sokulan bütün turistlerin aldığı üç-beş takı, boncuk ve yedikleri dondurmalardan mı döviz geliri gelecektir hayret? 

Beşincisi; Döviz fiyatlarının aşırı arttığı TL’nin ise esasen üretimsizlikten değer kaybettiği şu sıralarda yabancı turistlerin Türkiye’ye akın etmesinden daha tabiî ne olabilir? Yabancı turistler için “ne alırsan bir TL.” ucuzluk pazarı gibi bir hâlde değil miyizdir? Çin Turizm firmalarından birisi Kurban Bayramı sırasında Türkiye tatili için TL. ile işlem yapmayı bırakmış ve sebebini de “Döviz kurundaki aşırı dalgalanmadan faydalananların TL. ile yapılan rezervasyonlara yöneldiğini” söylemiştir. Bu mudur yabancı turistin bıraktığı döviz getirisi?

Altıncısı; “Patlama, fırlama ve aşma”ya nazaran söyleyelim; korkunç, dehşetvârî ve sefaletimize misal bir husus olarak tatil beldelerindeki içkili lokantalar ve barlardaki nüfus yoğunluğu yerli turistlerden yani Türklerden oluşmaktadır; bu tip yerlerden bunalmış yabancı turistlerin büyük çoğunluğu ailesiyle tatile gelmekte ve geldiği yerin tabii güzelliklerini ücretsiz bir biçimde dolaşırken zaten kendi parasına nazaran pek ucuza getirdiği enfes tatilinin tadını çıkartmaktadır!

Şu hâlde suâlimiz hazırdır: Acaba bu rakamlar turizmin mi patlama, fırlama ve aşmasıdır?


Baran Dergisi 609. Sayı