Amerikan rejimi, bir süredir içinde bulunduğu kargaşayı gizleyemiyor. Trump sonrasında bu hal daha bir belirgin oldu. Trump dönemi ABD dış politikası da, son başkanların döneminde olduğu gibi, “İsrail’in güvenliği”ni esas alan kadroların kulvarında tutuluyor. Son ABD seçimleri öncesinde, sırasında ve sonrasında görülen ABD bürokrasisindeki gerilim ve çekişmeler, Beyaz Saray’ı Nil ve Fırat arasında tutmaya delil teşkil ediyordu. Amerikan basını tarafından istenmeyen, “sendrom alameti”, hatta öldürülmesi gereken adam olarak işaret edilen Trump’ın, uyanık iş adamı kimliğine rağmen, boyundan büyük işlere imza attırıldığı yeterince net.

Esasen Amerikan rejimi, en azından teoride, başkandan en alt birimlere doğru genişleyen piramidal bir yapıya sahib, lakin belli komitelerin karar mekanizmalarında belirleyici olduğu da dikkat çekiyor. Bu bakımdan “Amerikan Ulusçuluğu” dışa yansıtıldığı ölçüde sağlam değil; aksine dünya çapında örgütlü çok uluslu şirketleriyle ülkenin idaresini ve kamuoyunu yönlendirme gücünü elinde tutuyor. Yani “Amerikan Ulusal Güvenliği” tartışılır nitelikte... “Büyük güç” merkezine bağlı her birim, ülkenin “büyük oyunu”nda etkili olmakla kalmıyor, zaman zaman yapıyı içeriden çökertici dinamikleri harekete geçirici potansiyeli de taşıyor. Nitekim “malum ama meçhul” siyasi çıkar odaklarınca bir suikast sonucu katledilen Kennedy, aynı kesim tarafından Amerikan başkanlarının sürekli gözünün içine sokulan bir “mit” haline getirilmiştir.

Amerikan yönetim mekanizması Trump’la ilk yılını doldurmuş olsa da ortalık henüz durulmuş değil. Öyle görünüyor ki uzun süre durulacağa da benzemiyor. Amerikan Kongresi’nde öne çıkan ve büyük ölçüde Pentagon bağlantılı silah şirketi yöneticilerinin oluşturduğu üyeler, “Büyük İsrail” söylemini çığırtkanlığa varacak seviyede sürdürüyor.
Amerikan kamuoyu ise şaşkın ve yorgun. Trump kadrosu henüz yerine oturamadan kaotik ve adı bir türlü tam koyulamayan terör saldırılarıyla verilen gözdağı mesajlarını almış görünüyor.

Trump ailesine nüfuz eden Siyonist organizasyon, ailenin Yahudi damadı (kızı İvanka’yı da Yahudi yapmışlar) Jared Kushner üzerinden de takip edilebilir. Baş danışman damat, işadamı kayınpederiyle sürekli aynı karede. Siyonist lobiler “ABD hâlâ avucumuzda” diye ellerini ovuşturuyor olmalı. Bu itibarla mikro görünen ilişkileri makro plânda açan kimlik ve nüfuza sahip Yahudi klikler.

Şu aşamada Trump, Kudüs’ü Siyonizm’in “vaat edilmiş topraklar” davasına merkez yapmak üzere attığı imzayla büyük bir testten geçirilmiş olmalı. Yahudi milleti için kritik bir hamle olduğu anlaşılan “başkent ilanı” akabinde, iki karış uzunluğunda bir imzanın sembolik olmaktan öte hangi pratikleri beraberinde getireceğini zaman gösterecek. İsrail, haham güdümündeki meclislerini güdümleyen haham nutuklarından arta kalan zamanlarda, rejim, yolsuzluk ve güvenlik problemleriyle boğuşmayı sürdürüyor. Dünyayı ayağa kaldıran imzaya tepki, “Büyük İsrail” propagandasıyla ABD’yi iliğine kadar zehirleyen Siyonist para babalarına geri adım attırmayacak zannıyla hafife alınamaz elbette.
Amerika Birleşik Devletleri’nin son seçim sürecinde görüldüğü üzere ne kadar “birleşik” olduğu tartışmalıyken, “kurucu babalar”ın ilkeleri, para babası malum aile ve lobiler tarafından çiğ çiğ yeniliyor. Tabii bu da, Amerikan devletinin sinir sistemini yoruyor. Düne kadar İsrail’in savaş tamtamlarıyla dünyanın doğusuna ordular yığan Amerikan ulusu, yeni yüzyılı nasıl tamamlayacağını düşünmeden de edemiyor. Bunun farkında olan “büyük İsrailci” lobi, Amerikan iç politikasının ümüğüne çökerken yetişemediği sahaları kuyrukçu rejimlerle payandalamakta... Nitekim son birkaç yıl içinde Suudi Arabistan ve Mısır yönetimleri İsrail’e selam duran kadrolarla yeniden şekillendirildi. 15 Temmuz’da Erdoğan üzerinden hedeflenen işgal ve darbe girişiminde yaşanan başarısızlıkta da etkili sebep sayılabilecek yeni bir dizayn denemesidir bu.

Bugüne kadar Türkiye’nin iç politikasını İsrail’in güvenliği adına eğip büken bürokratik kadrolarla iç içe hareket eden Yahudi güdümlü Batı istihbaratı, Suriye’de yıllarca tetiklediği kaosu Türkiye’ye hakim kılamadı. Siyasi iradeyi Erdoğan üzerinden koruma güdüsüyle harekete geçen “15 Temmuz halk iradesi”, Batı esaslı terör tanımını da çöpe atıp, Batı’da desteklenen hain unsurların da kabak gibi ortaya çıkışına zemin hazırlamıştı.

15 Temmuz’da zirve yapan “halk talimi” sürüyor. Cerablus’la birlikte, kesintiye uğrayan güney coğrafyamızda tutunmaya çalışan Türkiye, artık iç ve dış politikayı aynı merkezde değerlendiren lider ülke hüviyetine bürünüyor; bölgenin de merkezi olma yönünde sancılı olgunlaşma sürecini yaşıyor.

Bir yandan Rusya ve İran’la geliştirilen ilişkilerle tüm bölgeyi saran kaos önlenmeye çalışılırken, ülkenin beka sorununu üstleniş yalnız Anadolu’dan ibaret kalmıyor; tüm bölge halkına mâl oluyor.

Kudüs, dünyanın siyasi yapılanmalarına hâkim motifiyle mücadeleyi dinî-itikadî temelde tutucu bir rol üstleniyor. Olağanüstü hareket ve moral mevziimiz Kudüs, İslâm milletlerinin oluş ve varoluş mücadelesini damgalayıcı iman ve aksiyon davasıyla ve sıkı bağlarla korunmalıdır.

Son yıllarda halkımızın da büyük bir rehavetle gerçekleştirdiği Kudüs ziyaretleri, bölgede din temelli millet duygusu ve düşüncesinin hassasiyet kazanmasında “kıble” kıymetinin cilalanmasına vesile olmuştur. Anadolu Kudüs’ün kurtuluşunda anayol olmuş ve tartışmalı Şii himayeciliğinin de yaldızlı propagandasını dağıtmıştır. Ziyaretler tamamen sivil insan trafiği sayılsa da, demografisi altüst olan bölgede İsrail’in güvenlik yapısını evhamlara boğan ve giderek tedirgin eden havayı pekiştirmiştir. Türkiye’den ve dünyanın diğer yerlerinden giden her Türk’e, “ne iş yapıyorsunuz, niçin geldiniz, yalnız mı geldiniz” şeklinde tuhaf sorular soran İsrail güvenlik kuvvetlerinin tutumundan da vaziyet anlaşılıyor. Geçtiğimiz gün Avrupa’dan gelip Kudüs’ü ziyarette bulunan üç Türk kahramanın derhal gözaltına alınışı, “güvenlik kaygısı”ndan öte işgalcinin üzerindeki korkuyu savuşturmak istemesinin göstergesidir.

Yahudi milleti duvarlar ve dozerlerle korunurken, küresel boyutlarıyla gözlemlenen ilkel refleksler, 5 yaşında kız çocuğunu bile korkutmuyor. Hem de aynı duvar ve dozerlerle Filistin halkını tecrit etmiş, havadan ve karadan yuvalarını yıkmış olmalarına rağmen! Onlar, “yerleşimci” olarak anılıyorsa da Filistinlilerin ve dünyanın gözünde “Ortadoğu’da İsrail diye bir devlete yer yoktur” şuuru hızla seviye kazanmaktadır. İsrail işgaline “elle müdahale”ye, Batılı güçlerin tutumu sayesinde, meşru zemin hazırlanmakta, aşağılık bir güvenlik edebiyatıyla hak-hukuk dolandırıcılığı gizlenememektedir.

Dünyanın alışılagelen sistem ve düzeninde genel-geçer ilişkiler uzun süre önce dipten sarsıldı. Bu gerçek dünya kamuoyu tarafından da güçlü biçimlerde ifade ediliyor. Erdoğan’ın Sudan ziyaretinde konuşan Sudan Devlet Başkanı El Beşir’in belirttiği gibi, “sizlerin birlik ve beraberlik içinde ortaya koyduğunuz tablo, beklenen ve özlenen tablodur.” ifadesi, Türkiye’yi “büyük oynama”ya hazırlama, “tarihi misyon”una ciğerden kopan bir çağrıda bulunma değil de nedir?

Baran Dergisi 572. Sayı