Geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’dan “Dünya Beşten Büyüktür” çapında bir çıkış daha geldi. Sivas’ta, Orta Anadolu Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşmada Erdoğan, “Birlerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil… Ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum. Biz şu anda çalışmamızı yürütüyoruz…” dedi. 

“Dünya Beşten Büyüktür” çapında bir açıklama olduğunu söylüyoruz, çünkü Soğuk Savaş dönemi ve SSCB’nin yıkılmasından bugüne dek geçen zaman zarfında, nükleer silahların yayılmasının engellenmesi, müesses dünya düzeninin başat aktörlerinin tayin edilmesi ve ardından bu oligarşik düzenin muhafaza edilmesi noktasında hep önemli bir faktör olagelmiştir. ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’den müteşekkil olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinin belirlenmesi ve düzenin bugüne kadar korunması noktasında nükleer silahlar belirleyici bir rol üstlenmiştir. Kuzey Kore’ye nükleer başlık ve balistik füze imâl ettikten sonra uygulanan siyasî tecrit ve ambargoları görüyoruz. Keza İran’ın uranyum zenginleştirme bahanesiyle maruz bırakıldığı ambargoları da…

Dünyada Gündem, Türkiye’de Sümen Altı
Yani bu nükleer silah mevzuu pek de şaka kaldırır cinsten değil. Erdoğan’ın “Nükleer silahlar için çalışıyoruz” dediği konuşması bu sebeble dünya gündeminde ciddi bir yer işgâl etti. Reuters, Euronews, Deutsche Welle, BBC, Sputnik, Amerikan Bloomberg, İngiltere’de yayın yapan Times of Israel, Newsweek, AFP ve Fox News Erdoğan’ın bu konuşmasıyla alâkalı haber yaptığı gibi, bunların birçoğu “uzman”lara başvurmak suretiyle Cumhurbaşkanı’nın yapmış olduğu açıklamanın ne kadar gerçekçi olup olmadığını soruşturmaya başladı. Bilhassa Türkçe yayın yapan yabancı haber organlarında çalışan devşirmeler, nükleer silahlanmayla alâkalı Erdoğan’ı karalar mahiyetteki yorum ve analizlerini Batı dünyası ile paylaştılar.

Peki, Türkiye’deki medya bu konuyu ne kadar gündem etti dersiniz? Havuz medyası falan dedikleri yayın organları da dâhil olmak üzere Erdoğan’ın bu açıklaması tek bir gazetede bile ana manşet olmadı. Bu açıklamayı yalnız dört gazete okurlarına birinci sayfasında ancak spot seviyesinde duyurdu. Diğer gazetelerin hiçbirinin birinci sayfasında bu açıklamalar yer bulmadı. Yani dünya düzeninin kendisine çıpa olarak seçtiği nükleer silahlanmanın sınırlandırılmasını eleştiren ve Türkiye’nin bu yönde çalışmaları olduğunu ifâde eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklama bütün dünyada gündem olurken, memlekette yayınlanan gazetelerde manşet bile olmadı. Burada tabiî iki ihtimal söz konusu. Birincisi Türkiye’de faaliyet gösteren gazete ve medya kuruluşları dünya düzeninin gerçeklerine yabancı, ikincisiyse Erdoğan’ın açıklamalarını kaale almıyorlar. Bu seçeneklerden hangisi gerçek olursa olsun, iktidarın şapkasını önüne koyup bir düşünmesi gerekiyor. Öyle ya, senelerdir bu mübtezelleri “aydın” diye besleyen, şişiren ve milletin önüne çıkartan onlar.

Bir diğer hususa da burada dikkat çekmekte fayda var. Erdoğan, nükleer silah ile alâkalı yapmış olduğu konuşmasında İsrail’in elindeki nükleer silahlardan bahsettikten hemen sonra cümlesini “Biz şu ânda çalışmamızı yürütüyoruz” diye bitiriyor ve ardından S-400’ü misâl olarak veriyor. Cumhurbaşkanlığı’nın resmî web sitesinde ise bu konuşmanın şu şekilde metne dönüştürüldüğünü görüyoruz: 
“… Bize de ne diyorlar? Sakın ha sen yapma. Ve yanı başımızda İsrail, var mı? Var ve bütün her şeyiyle onunla korkutuyor.

Değerli Kardeşlerim,

Biz şunda çalışmamızı yürütüyoruz. Bakın bir S-400 olayı oldu, kıyamet kopardılar, almayacaksın. Niye almayacağız? Adı üzerinde, S-400 nedir? ...”

Oysa ki bu konuşmanın arasında geçen “Değerli kardeşlerim” ifâdesi iki cümle arasında geçiş yapmak için kullanılmıyor. “Çalışmamızı sürdürüyoruz” ifâdesinin bağlamı da S-400’le alâkalı değil, nükleer silahlanma ile alâkalı. Hâl böyle iken gerçekten de merak etmiyor değiliz, bu sefil hokkabazlıkları Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde mi, yoksa haricinde mi yapıyor? Havuz medyası gibi görmezden gelemeyeceğine göre bağlamından kopartmak yoluna mı gidiyor? 

Bir Not:Erdoğan gibi vatandaşla sağlıklı bir şekilde iletişim kurmak noktasında son derece başarılı bir liderin, son yıllarda yaşadığı iletişim bozukluğunu, kendisini bir türlü ifâde edemiyor oluşunu gerçekten de ibretle izliyoruz. 

Nükleer Silahların Yayılmasının Engellenmesi Anlaşması
Nükleer silah mevzuna geri dönecek olursak… Türkiye’nin altında imzası olan nükleer silahlanma ile alâkalı iki farklı anlaşma var. İlki 1980’den beri Nükleer Silahların Yayılmasının Engellenmesi Anlaşması (NPT) ve ikincisi hangi maksadla olursa olsun tüm nükleer ateşlemeleri yasaklayan 1996 tarihli Kapsamlı Nükleer Deneme Yasağı Anlaşması.

Amerika Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası atmış, İkinci Dünya Savaşı yaşanmış ve bitmiş, Soğuk Savaş dönemine girilmiş ve 1980 itibariyle SSCB’nin dağılacağı ufukta netleşmiş. Tüm bu zaman zarfında, yani 1939 ile 1980 senesi arasındaki son derece hararetli geçen 41 yıllık zaman zarfında gündeme gelmeyen nükleer silahların sınırlandırılması, neredeyse herşey bittikten sonra gündeme gelmiş. Muhtemeldir ki bu anlaşmanın imzalanmasındaki en önemli saik, dağılması mukadder olan SSCB’den arta kalacak nükleer silahların ortadan kaldırılması ile alâkalıdır. SSCB dağıldıktan sonra elinde nükleer silah bulunan ülkeler, bu anlaşma çerçevesinde nükleer silahlardan arınma yoluna gitmişlerdir. Bununla beraber, 41 yıllık silahlanma rekabetinin yüksek maliyetlerinden artık kaçınmak da diğer bir saik olarak değerlendirilebilir. Tabiî tüm bunlarla beraber, dünya düzeninin mevcut statükosunu teminat altına almak. 

Erdoğan’ın açıklamasıyla iltisaklı olarak bu anlaşmaya dikkat çekenlerin en sık başvurduğu argümanlardan biri de NPT imzalandığından beri ABD’nin %88 ve Rusya’nın ise %85 oranında nükleer silahlarını azalttığı ile alâkalı yayınlanan raporlar. Yani nükleer silahlanma yerine silahsızlanma söz konusu deniyor. Bunu argüman olarak kullanıyorlar; fakat bugün Amerika ve Rusya’nın elindeki nükleer silah teknolojisinin, eski nükleer silah teknolojisinden binlerce kat daha fazla tahrib gücü olduğundan kimse bahsetmiyor.

Erdoğan’ın nükleer silah açıklamasına karşı çıkanların kullandığı diğer bir argüman ise Türkiye’nin NATO üyeliği ile alâkalı. NATO Parlamenter Asamblesi Savunma ve Güvenlik Komitesi’nin yanlışlıkla yayınladığı ve Belçika merkezli yayın yapan De Morgen Gazetesinin haberleştirdiğine göre, Türkiye’deki altı farklı askerî üste 50 nükleer silah bulunuyor. Bunlar diyorlar ki, Erdoğan NATO’ya güvenmiyor mu? Biz de merak ediyoruz, 15 Temmuz’da NATO’ya bağlı olarak görev yapan askerler Türkiye’de darbe girişiminde bulunurken, bunlardan bir kısmı NATO ile alâkalı misyonları dolayısıyla bulundukları yabancı ülkelere iltica ederken, NATO’nun Türkiye’deki üsleri FETÖ’cüler tarafından kullanılırken Türkiye’nin NATO’ya güvenmesini beklemek aptallık olmaz mı?

Kumandan’ın Nükleer Silahlanmaya Bakışı
Nükleer silahların sınırlandırılması için dünya düzeninin çıpası dedik. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak”a başlıklı konferansındaki konuşmasının, “çevrecilik”ten yola çıkarak nükleer silahlanma ile alâkalı bölümünde söyledikleri son derece önemli:

“Şimdi meselâ bu nükleer vesaire şeylerin zararları görülmüş, yani bütün bunlar görülmüş, etmiş, falan ve adam orada nükleere karşı bir şey olmuş, yeşiller olmuş, filan... Şimdi bu buna karşı çıkarken haklı, haklı çıkarken bir de dünyanın koruculuğuna da soyunmuş, oluyor. Tamam, hepimiz beraberiz; ama şurada da yürüyen bir zaptiye var yâni... Yâni kendine öyle bir misyon edinmiş olanlar var. O da güzel, ona da bir şey demiyorum. Şimdi bizim mahkûmiyetimiz, misâl olarak söylüyorum ha bunu nükleer olmamasından dolayı, şimdi oradaki nükleerin, hani denizleri kirletmeyin vesaire diye kendi yurdundan başladı ya kavgaya, şimdi onlarda faydalıyken, bizde “nükleer kurulmasın” diye kavga yapıyor. Şimdi bir taraftan da bunlar emperyalizme karşı... Neyin emperyalizmine karşısın sen?.. Bunların hepimizin ortak derdi olması lâzım değil mi?... Şimdi burada şu şu şu devletin şeyi var da bizde niye yok?... İşte evrensel ilkeler falan, iyi tatlım da evrensel ilkelerin içine bunlar niye girmedi? Öyle değil mi?... Şimdi bu evrensel ilkeler palavrasını da bir tarafa bırakalım, “evrensel ilkeler” falan diye bir şey yok, burada hâkim olanın koymuş olduğu kurallar var! Uyarsan uyarsın, uymazsan uydururlar! Bu kuralların mânâsı da budur. Meselâ ben bunları ‘Başyücelik Devleti’nde de yazdım; demokrasi diye zorlama diyorum... Ya adam dünyanın öbür ucundan tanklarıyla uçaklarıyla geliyor, bu adamı demokrat yapacak... 

Şimdi, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan baslasın...”
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu kürsüsünden “Dünya Beşten Büyüktür” demişti ve bu konuda çeşitli adımlar atmaya başlamıştı. Şimdi anladığımız, “Dünya Beşten Büyüktür” fikrini aksiyon planına dökecek adımlar atmaya çalışıyor; fakat görünen o ki başta yakın çevresi olmak üzere siyasî kadrosu, medyası tarafından bu konu görmezden gelinmeye çalışılıyor. 

Türkiye’de iktidarın önünde dört yıllık bir dönem olması, iktidar çevrelerince dört yıllık bir icraat dönemi olarak değil de, “memleketi yağma ve talan edebilmek için önümüzde hepi topu dört yıl kaldı şeklinde” idrak edildiği için böyle meseleler olabildiğince gündemden uzak tutulmaya çalışılıyor. Bilhassa belediye seçimlerinden sonra partinin kan kaybettiğini gören senelerdir iktidardan nemalanan akbabalar için vaziyet ne yazık ki böyle. Belediyedeki memurdan istihbaratçısına, hakiminden savcısına ve siyasetçisinden “aydın”ına kadar herkesin gırtlak ile tuvalet arası bir denklem içinde yaşadığı ülkede, bu denklem gerekirse cebir yolu dahil bütün enstrümanlar kullanılarak bozulmadığı sürece bu ve bunun gibi çıkışlar fantezi olmayı sürdürecektir. 


Baran Dergisi 661. Sayı