Kapitalist sistemlerde “serbest rekabetçi” dönem bir daha geri gelmemek üzere gömülmüştür. Kapitalizmin en ileri aşaması olan “demokrasi” ile birlikte sözde serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir. Tüm emperyalist ülkeler ABD-AB başta olmak üzere “demokrasi” savunuculuğu yapmaktadırlar. Çünkü emperyalist egemen güçler için “demokrasi” dünyayı sömürgeleştirmenin en iyi aracıdır.

Özelleştirme furyasında dönen dolapları, Çiller döneminde doruğa ulaşmış yolsuzlukları, “piyasayı pek serbestleştiren” mafya ve hükümetler ile iç içe çevrilen oyunları (Bankacı Korkmaz Yiğit-Mafya Alaattin Çakıcı-Başbakan Mesut Yılmaz görüşmeleri örneği) birlikte izledik. Şu sorunun cevabı yoktur;

Nerede “serbest piyasa”?
“Serbest Piyasa” tıpkı demokrasi türünden kocaman bir sahtekârlıktır. Küçük ve orta ölçekli mülk ve tasarruf sahiplerini düzene bağlamak ve kendilerini “demokrasi” kapsamında hissetmelerini sağlamak için uydurulmuş bir aldatmacadır.

“Serbest piyasa” savunması, “ekonominin liberalleşmesi”, “ticaretin serbestleştirilmesi” biçiminde, “demokrasinin yerleşmesi” gibi kaygılarla değil; ama emperyalist baskı altındaki, uluslararası baskı altındaki ülkelerin, uluslararası tekellerin yağmasına bütünüyle açılması amacıyla gündeme sokulmuştur. 

Muz, kürk ve kola savaşlarında görüldüğü gibi örneğin; ABD ve Almanya kendi piyasalarını serbestleştirmezken, uluslararası tekellerin, Türkiye gibi ülkeler gümrük duvarları, himayeci kanunlar vb. engellerden temizlenmiş, büyük çiftlik sahiplerinin çıkarları gözetilmiştir. Demokrasiyi bizim gibi ülkeleri daha kolay sömürebilmek için araç olarak kullanmaktadırlar. Uluslararası tekelci emperyalist diktanın tahkim edilmesi ve emperyalist çıkarlarına bağımlılığın geliştirilmesiyle ülkelerin önünü almanın aracı kılınmıştır.

Dikta, baskı, denetim altına alma ve hükmetme, tekelci emperyalizmin temel karakteridir. Tekeller tüm ekonomik ilişkileri kendisine bağımlı kıldığı gibi, hükümetler ve bürokrasi ile kurduğu ilişkilerle içiçe geçer. Tekelin çıkarından üstün çıkar bırakmaz. Tekelci emperyalizm ne gerçek mânâda serbest ticaretten yanadır, ne serbest tartışmadan...

Bugün dünyadaki temel soru şudur;  uluslararası tekellerin, emperyalizmin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin talancı, kan dökücü egemenliği mi, yoksa İslâm’â geçiş adımı olarak İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun önerdiği “Yeni Dünya Düzeni”ne geçmek mi? İnsanları özgürleştiren, yaşanmaya değer bir hayat sunan, insanı kendisinin efendisi yapan sömürüsüz tek sistem İslâm’dadır. Onun tatbik anlayışı da BD-İBDA’nın önerdiği “Başyücelik Devleti” modelidir.

Başta ABD ve AB gibi emperyalist ülkeler “demokrasiyi yerleştirme ve pekiştirme”yi kendilerine misyon seçmişlerdir. Dolayısıyla insanlığın kurtuluşu, emperyalistlerin tercih ettiği rejimlerle olamaz. Batı uygarlığının ortaya koyduğu bütün sistemler insanlığı köleleştirmenin aracıdır.

İşbirlikçileri aracılığıyla ve doğrudan müdahalelerle emperyalistler ülkeleri denetimleri altında tutmaktadırlar. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, GATT, OECD, AB, NAFTA söz konusu müdahale ve denetim mekanizmasının özel kuruluşlarıdır. MAI, MIGA gibi uluslararası tahkim anlaşmaları aynı talanı meşrulaştırmak içindir. BM bu talanın zeminini hazırlayan kurumdur. Bu olağan kuruluşlarla denetim istenen ölçüde sağlanamaz olduğunda II. Dünya Savaşı’nın Nazi artıklarından oluşturulup kurulmuş ve her ülkede faşist kan dökücü saldırganlarla güçlendirilmiş, doğrudan devlet ve NATO kuruluşu Gladyo’ya (Kontrgerilla) “bizim oğlanlar”a (Amerikalılar 12 Eylül darbecilerine böyle diyordu) yaptırılan darbelere kalkışıyorlar yahut Somali, Afganistan, Irak örneklerinde olduğu gibi askerî müdahaleleri gündeme alıyorlar. Hatta bunları hiç gündemlerinden çıkarmıyorlar. Bunlar “global demokrasinin ayrılmaz parçaları”dır.

Kumandanımız’ı şehid eden katiller de bu uluslararası emperyalizme hizmet eden kuruluşlardır. 

Bilhassa NATO’ya bağlı Gladyo örgütü... Yıllar süren Telegram işkencesinden sonra, onun tansiyonuyla oynayarak şehid etmişlerdir. Kumandanımızın tansiyon sorunu hiç olmamıştır. Batı emperyalizminin nazarında, “göz hasmını tanır” hesabı en büyük tehlike Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu idi. Çünkü daha 25 yaşlarında Batı’nın sahtekârlığını, Batı uygarlığının tüm insanlığı mahvetme yolunda ilerlediğini ve insanlığın sadece İslâm’la özgürleşebileceğini, Batı uygarlığının “demokrasi” maskesiyle insanlığı köleleştirmeye çalıştığını keşfeden Kumandanımız, “Bütün Fikrin Gerekliliği” eserini ortaya koymakla kalmamış, ne olması ve nasıl olması gerektiğini anlatan, son birkaç yüzyılın en önemli eserlerini yazmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun katillerinin yakalanması hususunda gerekli hassasiyeti göstermelidir. Bu olay aynı zamanda Türkiye’nin bağımsızlaştırılması yolunda önemli bir adım olacaktır. Veya vatansever bir savcının yiğitlik gösterip soruşturma açması lazım. Zira Kumandanımızı haksız yere hapse atanlar, Türkiye’nin de düşmanı olan emperyalistler ve onların işbirlikçileriydi. 16 yıl hücre hapsinde tutanlar da onlardı. Telegram işkencesini en ağır biçimiyle yapanlar ve sessiz kalıp kılını kıpırdatmayanlar da o hainler ve korkaklardı.

Kumandanımız ömrünü, Türkiye’nin ve tüm Müslümanların düşmanı olan Siyonist Batı emperyalizmiyle savaşarak geçirdi. Türkiye’nin, dünyanın en büyük gücü olması için, hem Türkiye’yi hem de bütün insanlığı kurtaracak yeni bir sistem önerdi; ortaya koyduğu “Yeni Dünya Düzeni” ve kendilerine yapılan “Telegram” işkencesi bütün delilleriyle ve şahitleriyle ortadadır. Hak ve hukuka inanan vatansever savcılarımıza kutsal ve büyük bir görev düşmektedir. Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun katilleri belli, size düşen onları yakalamaktır.

Siyonist Batı emperyalizmi bütün Müslümanlara ve onların şahsında Türkiye’ye karşı birleşmiş ve bu şekilde hareket etmektedir. “Küfür tek millettir” hadisi şerifi gereğince bugün, bütün emperyalist güçler birleşmiş, Müslümanlara karşı savaş açmış vaziyetteler.

Yakın tarihte Türkiye’yi zora sokmak için ABD uçakları düşman görünmelerine mukabil Rusya’ya ve Suriye’ye yardım olsun diye İdlib’i bombaladı. Bosna katliamında bütün emperyalist güçler yüzbinlerce Müslüman’a soykırım yapılmakta. Yıllardan beri Doğu Türkistan’da Çin rejimi Uygur Türklerini katlediyor. Bütün İslâm coğrafyasında Müslüman katliamı yapılmakta.

Batılı sömürgecilerde insanî olan hiçbir şey yoktur veya insanları sömüre sömüre açlıktan öldürmüşler veya insanı başkalaştırıp aptallaştırarak robotlaştırmış, insan olmaktan çıkarmışlardır. Demokrasi tüm toplum üzerinde yaygınlaştırılan bir kitlesel aldatmacadır. En çok kitle iletişim araçlarıyla işletilen bir “kültür endüstrisi” aracılığıyla yaygınlaştırılmaktadır. “Demokrasi” toplumda var olan hegemonik egemenliği, eşitsizliği, adaletsizliği gizleyip maskelemektedir.

Batılı emperyalistler “demokrasi” ihraç ettikleri ülkelerin insanlarını önce yabancılaştırıyor, sonra tarihsizleştiriyor. Daha sonra da dilsizleştiriyorlar. Devamında önümüze uydurma bir tarih, bizi dilsizleştiren bir “kitle kültürü” koyuyorlar. Sinsice “efendi” olup bizi köleleştiriyorlar. Dili, hayatı dönüşüme uğradıkça kendilerinin dili kılma imkânından mahrum bırakılmış sıradan insanlar, onları içine sürüklendikleri gerçekliğin sahih halini algılamaktan alıkoyan bir dile kapatmışlardır. Dil yeniden “efendi”nin dili olmuştur. Kölenin de dili kendi dili olarak kullanıyor gibi görünmesi bir yanılsamadır.

Sadece “köle”nin kendisi için geliştireceği bir dil ortadan kalkmıştır. Ne konuşacağını, ne anlatacağını, neyi anlayabileceğini, neyi nasıl anlamlandıracağını belirleyen, “köle”nin önüne “efendi”si tarafından “ortak dil” diye koyulan köleleştirmenin dilidir.
Sömürülen, baskı altında olan ve ömür boyu acı çeken, insan yerine konmayıp horlanan, emeğiyle geçinen geniş yığınların başlıca iki özlemi olagelmiştir. Geçim sıkıntısından kurtulmak ve baskıdan ve horlanmaktan kurtulup kendisinin, kendi kaderinin efendisi olmak. Yaşamaya değer bir hayat sürdürmek.

İnsanlık binlerce yıl bu nedenle geçmişin “altın çağı”na özlem duymuş, bunun için egemenlere karşı sayısız başkaldırılarda kanını dökmüş ve eylemleriyle tarihin tekerleğinin ileriye doğru dönüşünü sağlamışlardır.

Batı uygarlığının, köleci Mezopotamya ve Eski Yunan’dan başlayarak geniş yığınların sömürülmesi üzerine kurulu olması gerçeği, sömürgeci egemenleri her zaman sömürülenler karşısında iki araç kullanmak zorunda bırakmıştır. Bunlardan birinci sömürülenleri sömürülmeye razı etmek üzere baskı ve zor kullanmadır. İkincisi ise, çok çeşitli biçimler altında, kimi zaman aldatmak, şapşallaştırmak, kimi zaman narkozlayıp uyutarak rızasını almak. “Devlet adamları”, bu araç ve yöntemlerden, ne zaman hangisini veya ne zaman ikisini birden kullanacağını bilirse, sömürünün dış koşullarını en iyi sağlayıcılar olarak gereken övgüyü almışlardır.

“Akıllı devlet adamlığı”, demokrasilerde baskı ve zor araçlarını uygun biçimde kullanmanın yanında, sömürülen geniş yığınların çıkarlarının da temsilcisi gibi görünme ve onların özlemlerine yanıt arama çabası içinde olunduğu izlenimi vermeyi başarmak olmuştur.
Batı uygarlığının temeli, bir veya birkaç sınıfın bir veya birkaç başka sınıf tarafından sömürülmesi olduğundan bütün “gelişme”, sürekli çelişkiler yumağı içinde şekillenir. Üretimdeki her ilerleme, ezilen sınıfın rahatlaması anlamına gelmez; bazen tam tersine sömürenlerin durumu daha da iyileşirken, sömürülenler iyice kötüye gitmektedirler. Yoksullaşmada artış, sefilliğin büyümesi, işsizlik, yaşam enerjisinde azalma ve daha da beteri köleleşmedir.

Bugün, modern toplumsal sistemlerin yaşanan realiteyi alternatifsiz bir gerçeklik olarak gösteren olumlamacı kültür ortamlarının, bu işte görevlendirilmesine kadar gelip dayanmıştır. Mevcut Batı’nın kurmuş olduğu sistem olan “demokrasi”yi meşrulaştırmak ve alternatifsiz göstermek için “bilinç endüstrileri” ve “kültür endüstrileri”ni bizzat kendileri işletmeye başlamışlardır.

Sömürgeci barbar Batı’nın kurduğu bütün yönetim biçimleri derebeylikten, demokrasiye kadar hepsi baskıcı, sömürgeci, kendi halkını soyan barbar rejimlerdir. Eski Batı ile yeni Batı arasındaki fark şudur; eskiden kazın tüylerini yolarken bağırtarak yoluyordu, bugün ise önce kazı uyuşturup sonra bağırtmadan tüylerini yoluyor. Yani aradaki fark, bugün kazı bağırtmadan yolmanın usûlünü bulmuş olmalarıdır. Yoksa eskiden krallıklarda da insanları kaz gibi yoluyorlardı. Bugün “demokrasiler”de de insanları kaz gibi yoluyorlar. Tek fark, bugün popüler kültür vasıtasıyla insanları önce cahilleştirip sonra soyuyor olmalarıdır.

Sömürgecilik ve emperyalizm Batı’nın yamyam uygarlığının eseridir. Modern “demokratikleştirilmiş” (yani köleleştirilmiş) toplumlarda işin benimsenmesi, işten alınan ücretin sağlayabileceği şeyler sayesinde olabilmektedir. Bu ise tüketim ideolojisinin, niçin yalnızca meta satmak için değil, metalaşmış insan ilişkilerini metalaşmış insanlara satabilmek için de temel bir zorunluluk haline geldiğini kavrayabilmemiz adına önem taşıyan yeni bir olgusudur. Kısacası insanın kendisi de alınıp satılan bir meta haline dönüştürülmüştür. Batılı barbarlar insanoğlunun meydana getirdiği bütün medeniyetleri etkisizleştirip insanı yok etmek için var gücüyle çalışmaktadır. İnsanları organik olmaktan çıkartıp sadece bir tüketim aracı gibi maymunlaştırmaya uğraşmaktadır.

İnsan olmanın onur, haysiyet ve kişiliğini kaybetmemiş hiç kimsenin soygun, talan, sömürü üzerine kurulu olan mevcut emperyal dünya düzenini kabullenmesi düşünülemez. 

İnsanı özgürleştirip, insanca yaşatan ve yaşamaya değer bir hayat sunan tek kurtarıcı sistem İslâm’dır. 



Baran Dergisi 663. Sayı