Yıl 1980… 12 Eylül Darbesi gerçekleşiyor bu topraklarda… Ondan önce, 1979’da İran Devrimi gerçekleştirilmişti... Her iki hadisenin arka planında “Beklenen İslâm İhtilâl ve İnkılâbı” olduğu pekâlâ söylenebilir.

İran Devrimi, “Beklenen İslâm İhtilâl ve İnkılâbı”nın “Ehl-i Sünnet” merkezli olmasının önüne geçmek için yaptırıldı; ben şahsen bu kanaatteyim… Elbette Yahudi aklı ile… İslam’ın istikamet hattı veya doğru yolu olan Ehl-i Sünnet ile uzaktan yakından alakası olmayan, hatta ve hatta, tâ ki İbn-i Sebe’den beri İslâm içinde “dini içten yıkan kafir” rolünde iş gören Şiilik, İran Devrimiyle birlikte dünya Müslümanlarını o gün bugündür meşgul etti, halen meşgul etmeye de devam ediyor. Bugün de içimizdeki Yahudi rolüyle misyonunu icra etmekte zerre tereddüt göstermiyor. Akıbetleri, Büyük Kumandan Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerini davet etmektedir… İBDA Mimarı’nın, Büyük Kumandan Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’ne biatli olduğunu söylemesi boşa söylenmiş bir söz değildir.

1980’de gerçekleştirilen 12 Eylül Darbesi’nin görünür bahanesi Sağ-Sol çatışması olabilir, fakat işin derinliğinde “İstikbâl İslâmındır” mânâsına yataklık eden gelişmelerin su yüzüne çıkmaya başlamasının fark edilmesi var. Turgut Özal üzerinden “Yeşil Kuşak Projesi” ve akabinde Fettoş’un palazlandırılmasının menşeinde de aynı mânânın varlığını görmek gerekiyor. Yahudi aklının küçümsenmemesi gerektiğini bilmek gerekiyor. Fettoş’un niçin palazlandırıldığını anlamak için aradan şu kadar zaman geçmesi mi gerekiyordu! Devlet aklı denilen şey ne işe yarıyor acaba? Gerçi “tuz kokmuş” durumları bizim bu serzenişimizi boşa çıkarıyor ama neylersin ki insan yine de bunu böylece söylemekten kendisini alıkoyamıyor.
Mukadderat, sadece Müslümanlar tarafından takib edilen bir sezgi değil, kefere de kendince bunun takibinde! Kefere, İslâm’a inanmıyor ama İslâm’a inananların varlığına inanıyor ve hâliyle, istikbâli senin inancın üzerinden okumanın hesaplarını yapıyor. Bu mevzuda ne kadar mahir olduklarını görmek isteyenler, İBDA Mimarı’na karşı gerçekleştirilen Telegram saldırısının muhtevasını irdelesinler… Devlet denilen bir şey varsa ortada, bu duruma bir açıklık getirmek zorundadır. Aksi takdirde, Müslümanlar kendi göbeğini kendi kesecek yeni bir yol takib etmek durumundadırlar.

Hatırlatmakta fayda vardır. Birinci Körfez Savaşı’nda, Üstad Necip Fazıl’ın “hantal fil” esprisine de uygun olarak, Yahudi aklının Amerika’yı sahaya sürmesiyle birlikte, Amerika’nın finosu rolünde Özal ve onun da finosu rolünde Fettoş, üzerlerine düşen rolü eksiksiz yerine getirmişlerdir. O dönem İBDA Mimarı’nın Cuma Dergisi’nde yayımlanan röportajı ve akabinde cereyan eden gelişmeler o gün hakkıyla anlaşılabilseydi eğer, bugünkü acıklı durumlar yaşanmayabilirdi. Ama neylersin, olacak olanlar oluyor ve mukadderat kendi mecraında akmaya devam ediyor. Geberik Perez’e, “Kur’an’da Yahudiler hakkında yazılanlara ne diyorsunuz?” mealinde bir soru sorulduğunda, “Kur’ân’ın haber verdiği Müslümanlar ortaya çıkınca o zaman düşünüşüz” sözü iyi tahlil edilmelidir. İBDA Mimarı’nın, mealen, fırsatların ortaya çıkması yetmez, hak ediş üzerinden yürümek lazım geldiğine dair ihtarı tekrardan gözden geçirilmelidir.

Saddam’ın Türkiye’ye çok cömert teklifleri olmuştu. Şu kadar para vs… Ama Amerika’nın finosu tercihini Yahudi’den yana yapmıştı… Sonraki gelişmeler bu tercihin ne kadar yanlış olduğunu sadece doğrulamakla kalmadı, kendi bindiği dalı kesen Nasreddin Hoca’nın doğrulayıcısı da oldu. O gün Saddam’ı yalnız bırakan Türkiye, aynı zamanda bugün kendisini yalnız bıraktığını anlamış mıdır acaba? Sonraki yıllarda Libya Lideri Kaddafi’yi yalnız bırakmakla hatasını tekrarladığını bugün anlamış mıdır acaba? Yahudi aklının bir oyunu olarak Suriye’ye sürülmek istenen dünkü Türkiye, bugün nasıl bir tezgahla karşı karşıya bırakıldığını anlayabilmiş midir acaba? Amerika ile İran arasında arabulucu role soyunan politik manevraların ne kadar basiretsiz olduğunu anlayabilmiş midir acaba? Halihazırda Amerika ile Rusya’nın karşı karşıya getirilmesi gerektiğini ne kadar idrak edebilmiştir acaba? Gerçi işin derinliğinde Amerika ile Rusya’nın Yahudi aklına hizmet edecek şekilde bir anlaşma üzerinden yürüdüğüne inanmak için yeteri kadar sebeb mevcuttur. Bütün bu oyunları bozacak irade nasıl ortaya konulacak? Bu sorunun cevabı kurtuluşumuz açısından ziyadesiyle önemli!

Türkiye, devlet aklı diye bir şeye sahib olduğunu göstermek istiyorsa eğer, İBDA Mimarı’nın 1992 yılında Körfez Savaşı münasebetiyle Cuma Dergisi’nde verdiği röportajı tekrar okumalıdır. Orada can alıcı vurgu, mealen, şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor şeklinde dile getirilen sözdür. Evet, şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor. Bundan kaçamaz. Kaçtığı andan itibaren güzelim Bosna’yı, Bağdat’ı ve Halebi hatırlasın! Çanakkale’de çevre eyaletlerden her kim yardıma koştuysa, onlardan tek tek intikam alınıyor ve en sonunda Türkiye’yi, yardımına koşacak hiç kimse bırakmadan enselemek istediklerini görmek gerekiyor.

Türkiye’nin tarihî misyonu, “İstikbâl İslâmındır” mânâsına yataklık etmektir. En başta yapılması gereken, Türkiye’nin Ehl-i Sünnet’in kalesi olduğunu görmek ve göstermek, ondan sonra ince bir siyasetle, baş düşman olan Yahudi politikalarını sabote etmek, daha sonra da Şii mezhepciliğinin önünü alacak hamleler gerçekleştirmektir. Gerek Amerika ve gerekse Rusya ile olan ilişkileri bu çerçevede yeniden dizayn etmektir. Bütün bunları gerçekleştirirken, Türkiye’nin yeni bir dünya düzenine yataklık edecek bir sisteme sahib olduğunu dünyaya deklare etmek ve bunun adının Başyücelik Sistemi olduğunu herkese ve her kesime duyurarak gerekli çalışmaları başlatmaktır. Özellikle eğitim sistemi üzerinden bunun mevzu edilmesini sağlamaktır. Üniversitelerin hayırlı bir işe yaradığını göstermek zamanıdır.

Başyücelik Sistemi değil sadece Türkiye Müslümanlarını, dünya Müslümanlarının yanı sıra, “Demokrasi” ile idare edildiğini söyleyen melun Batılı devletlerin halklarını da yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’nin dünya insanına sahici bir liman olabileceğini gösterecek çalışmalar tez elden başlatılmalıdır. Üniversitelerimizde gündeme getirilen doğru tespitlerin doğru yolda verimlendirilmesi gerekmektedir. Bu mevzuda aşağıdaki tespit oldukça önemlidir:

“Descartes ile başlatılan Modern Batı düşüncesinde ortaya koyulan dünya görüşü, sadece çevre sorunlarına değil insanla ve toplumsal yaşamla da ilgili köklü sorunlara yol açmıştır. Dolayısıyla sorunların çözümü modern dünya görüşünün paradigması içerisinde bulunamaz. İnsan, bilgece bir tavırla, hem aklın bütün gereklerini yerine getirebilen, hem de manevî yönünü tatmin edebilen yeni bir paradigma ve kozmoloji var edebilir. Elbette bu yeni paradigma ve kozmoloji, Batı geleneği içerisindeki ve dışarısındaki bilgeliklerden ve kazanımlardan beslenerek inşa edilecektir. Bunun sonucunda, “Tanrı”, “Doğa” ve “İnsan” arasında kurulacak âdil ilişki üzerinde bina edilen hak- ödev denklemiyle, meydana getirilecektir.” (Cengiz Çakmak, Felsefeye Giriş, -İÜ Felsefe Lisans Programı 1. sınıf ders notları-, sh. 151)

Bu tespiti yapanların gereğini yerine getirecek bir iş üzerinde olmaları ümidiyle!..

Önemli bir not: Amerika ve Avrupa, Türkiye’yi vuran PKK ve PYD’ye yardım ve yataklık ediyor, Türkiye ise Amerika, Avrupa ve Rusya’nın başına bela olabilecek yapılanmalarla savaşarak ne yapmaya çalışıyor? Bütün bu olanlardan en kârlı çıkan tarafın lanetli İsrail olduğu nasıl görülmez? “Mutlak Ölçü” ile sabit olduğu üzere, “Savaş hiledir”... Kendine dürüst olabilirsin, anlaşma imzaladığın düşmanına karşı da dürüstlük bir meziyettir, ama savaş ortamında düşmana karşı dürüst olmak kendine yapabileceğin en büyük kötülüktür, ihanettir... Düşmanını her kim nerede ve nasıl rahatsız ediyorsa bu seni ancak sevindirebilir...

Başka önemli bir not: Erbakan Hoca’nın iktidardan indirilmesinin başlıca sebebi, MGK’da İbdacılarla ilgili takındığı tavır olmuştur. İbdacıların “bir avuç insan”dan ibaret olduğunu söyleyerek, tam da en azından siyaset gereği İbdacıları güçlü göstermesi gerekirken, ya da “bakın ben gidersem onlar gelir” diyerek karşı tarafa bir gözdağı vermeyi akıl edebilseydi durum çok daha farklı olabilirdi. Hoca’nın indirilmesini, İbdacıları masada ve tabiî ki de mânâda satmanın bir bedeli olarak, İlahî bir tokat olarak değerlendirebiliriz... Bugünlerde sanki benzer bir durumla karşı karşıyayız gibi. Acaba, Yahudi aklının bir oyunu olarak, İbdacılar bir pazarlık konusu mu yapılmaktadır? Mesela, 7 düvele karşı yapılması gereken “Seferberlik” ilanı, Türkiye’deki belli başlı örgütler sıralandıktan sonra ilaveten, “diğer tüm örgütlere karşı seferberlik başlatıyorum” ifadesi neyin ifadesi? Akla ziyan bu tür intibalara sebebiyet verecek açıklamalar sadece düşmanı sevindirebilir. 79 milyon ile Büyük Doğu’nun kurulması hayali ibdacılardan bağımsız olması düşünülmüyordur herhalde!.. Gerek iç ve gerekse dış politikada İbdacı bakışların nasıl da ülke yararına istikbale sarkan bir noktada feraset üzere olduğu nasıl görülmez? Kim ki İbdacıları kendisine ayak bağı olarak görüyor, bilinsin ki bu ülke ve insanımızın hayrına çalışmıyordur.
 
Baran Dergisi 519. Sayı