Türkiye’de yayın yapan birçok dergi var. Bu dergilerin büyük bir kısmı ticaret için, yine büyük bir kısmı bulundukları camiada yer edinmek için, kimisi ise kendi fikirlerine hak tanınmadığı için çıkar… Bahsettiğimiz bu dergi furyası, uzun yıllardır “kendini hiç bozmadan” sürüyor. Ufak çapta olanların birçoğu parasızlık yüzünden kapanır ve memuriyet hayatının alışkanlıklar silsilesinin ilk “onbiri”nde yahut yedeğinde yer alırken, yine ufak çapta olanların bir başka kısmı ise bütün söyleyeceklerini üç-beş sayı içerisinde söyleyip tükettiğinden ilk anda hissettikleri heyecanları pörsüyüp kaybolurlar. Umumiyetle edebiyat camiasına baktığımızda yayın organlarından tutun, yayın organı etrafında beliren yapılanmalara kadar hepsinin ortak noktası, “tekrarlar” üzerinde dolaşmalarıdır. Sonra bir dernek açılıyor, diğer dernek kapanıyor; bir dergi çıkıyor, diğeri kaybolmaya yüz tutuyor.
Dergi niçin çıkar?
İdeolojik bir derginin, bir dava dergisinin çıkış gayesini Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilâl” isimli eserinin “Kesin Tavır Alma, Yayın Organı ve Lider” başlığı altında kaleme aldığı bölümden aktaralım: “Mensupları arasında maddî ve manevî teması sağlama, iç ve dışa doğru tebliğ, telkin ve tesir, iç ve dışla ilgili haberleşme ve istihbarat, mensuplar arası kafa ve ruh disiplinini sağlama, örgütlenme.”
Mevzuun kriterlerini aktardığımıza göre, bu kriterler doğrultusunda yayın yapan dergilerin “yok” denecek kadar az olduğunu herhalde okurlarımız takdir edeceklerdir. Esasında bunu böylece hesap edip söyleyenden başka maalesef tutarlı bir yayın organına rastlamak günümüzde çok zor.
Dergiler, fertlere yol gösterici bir zemin, ufuk açıcı bir kitap ve fikrî ihtiyaçlarımıza cevap temin eden bir yapı değildir de nedir?
Peki, yukarıda çerçevesine aşağı-yukarı çizmeye çalıştığımız resme bakarak söylediklerimizin karşılığını piyasada çıkan kaç dergide bulabiliyoruz? Ne “İslâmcı” camiada ve ne de “sol” cenahta “İnsan başı ile fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa”nın “fikir” olduğunu söyleyen bir yayın organına rastlayamıyoruz.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Fikrin arslan payı bizde, çünkü biz Müslümanız” demesi, bir Müslüman olarak ne kadar büyük işlere talib olduğumuzu da göstermiyor mu? Memleketimizde fikre, diyalektiğe ve yeni bir anlayışa muhtacız ve bizim kavgamız da eskiyi diriltmek değil, hiç eskimeyeni orta yere dikmek.!..
Maalesef, dergi piyasasına baktığımızda bu mukaddes “kavga”nın yerini de dergi ve kitaplar üzerinden ticaret metaına çeviren bir anlayışın aldığını müşahede etmekteyiz.
“İslâmî camia” özelinde söylersek, İslâmcı mücadele safhasında kıyısından-köşesinden mevzuya dâhil olanından sahici kavgasını sürdürenine (Büyük Doğu -İbda) kadar dergicilik faaliyetinin önemli bir yer teşkil ettiğini söyleyebiliriz. İşin bu safhası ayrı bir yazı mevzuu; ama gelinen noktada çıkan birçok derginin particilik taassubu ile ya da “benim cemaatim” anlayışsızlığı içerisinde dergicilik faaliyetinin esas amacının dışına çıktığı görülüyor.
Hiçbir fikre sahip olmadığı halde ve tabii olarak yönünü hesaplayamamış vaziyette nereye gittiğini bilmeyen gençlerin kafa karışıklığında ortaya yarım yamalak çıkardıkları müsveddeler caddesinin parıltıları altında geçen günler… Peki, “insanların ruhî ihtiyaçlarını temin edecek bir nizam yahut bu nizamı anlatan bir dergi hiç mi yok?” diye soracak olursanız, bunu görmek için biraz araştırmanın, “hakikati söyleyenden çok hakikatin ne olduğuna” bakmanın yeterli olacağı cevabını veririz. Memleketimizde ne hikmetse doğru bir şekilde yayın faaliyeti yapan ve kendi yayın tutarlılığından taviz vermeyerek hakkın ve hakikatin davasını güdenleri görmemek bir meziyet addediliyor. İşin doğrusu bunu görememek yahut görmezden gelmek de bir başarı; haklarını teslim edelim. Tabiî ki böyle olunca da, fikir adamlarının sundukları fikirler pek kıymet görmüyor. Haliyle de, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tek tek her ferde sunulabilir nitelikte bir ideolocyan yoksa senin fikrinin fikir haysiyeti yoktur” sözünü hatırlamanın tam yeri. Söylemek istediğimiz şu ki, söyleyecek bir fikrin yoksa bu dergiyi niye çıkardın? Söyleyecek bir fikrin varsa hani nerede, niye biz göremiyoruz? Senin fikrin, “Varlığı zorunlu Mutlak Fikir’in beşerî olamayacağı”, bu yüzden ve mecburen buna muhatab bir “Bütün Fikir”in gerekli olduğu temel hakikatinin neresinde? Varsa, adı ve vasfı ne? Bunun sosyal, siyâsî, iktisadî başta olmak üzere toplumumuza sunduğu çözüm teklifleri ne? Şimdi, bütün bunların olmadığı yerde çıkan dergilerin güttüğü dâvâ ne?..
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’nun fikirlerini görmezlikten gelmek, “bizim” edebiyat ve sanat dergilerimizin yegâne vasfıdır.
Bu mânâdan olmak üzere yaşadığım bir hâdiseyi sizlere aktarmak istiyorum:
Tesadüfen bulunduğum bir yerde yapılan sohbete dâhil oldum ve oradaki arkadaşların İslâm Dünyası içerisindeki kargaşadan konuştuklarını fark ettim. “İslâm Dünyası’na karşı yapılan dünya üzerindeki zulüm ve bu zulüm içerisinde olmalarına mukabil Müslümanların derli-toplu bir görüntü verememeleri” hususu hakkında birkaç meseleyi anlatarak izah etmeye çalıştım. Söylediklerimin ardından Salih Mirzabeyoğlu’nun şu sözünü söyledim: “Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti de olmaz”… Bir mevzu dâhilinde yola çıkılmadan mevcut kargaşanın, günümüzdeki mevcut kafa karışıklığının giderilemeyeceğini, meseleye ilk önce bu veçheden bakılması gerektiğini söyledim. Bu kargaşanın ilacının Büyük Doğu-İBDA olduğunu söyledim. Fakat bu söylediklerimin genel bir karşılığını alamadım. Muhataplarım, kendilerine söylenen bu yeni fikri benimsemek yerine şekvacı oldukları kargaşanın içinde kalmayı tercih ettiler.
Bir kez daha anladım ki, insanlar “inanılması” gereken şeyden çok kendilerine dayatılan ve aslında memnun da olmadıkları fikirlere(!) inanmayı tercih ediyorlar.
Kendimize ait bir ruhumuz ve ruhumuzdan neşet etmiş keyfiyetlerimiz olmasına mukabil, ne hikmetse kabiliyetlerimizi orijinal fikirler yerine piyasaya hakim olmuş taklit fikirleri münakaşa ederek harcamayı marifet sayıyoruz. Hayat tarzımız bu olunca, memleketimizde çıkan dergiler de bir fikir kargaşası içinde çıkıp yine bu kargaşa içinde kayboluyorlar.
“Oysa en iyi taklit bile en kötü orjinalden daha kötüdür; kaldı ki, her insan kendine has keyfiyetiyle dünyaya gelir ve insan memuriyeti olarak herkesin “misyon”u vardır…” (Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız)
Fert olarak sunabildiğimiz bir çerçeve olmayınca da, başıboş ve gayesiz bir şekilde var olan şeyler üzerine eğilmekte buluyoruz çareyi. Düşünme, yeniyi keşfetme, fikretme gibi bir gayenin olmaması da hâliyle bu kargaşaya zemin hazırlıyor.
Böyle olunca da “taklitçiler piyasası Olympos”undan inen ve ikinci el müsveddeler caddesinin parıltıları altında gezinen bugünkü edebiyat camiamızda ister-istemez kimsenin bilmediği küçük küçük dernekçikler peyda oluyor. Bunların sayıları da gitgide artıyor. Bu dergiden bozma derneklerden bazılarını sizler için tasnif ettim:
-Diğer dergide gördüğünü az biraz değiştirerek “copy paste”ciler derneği.
-Çay, çiçek, böcek ve ümmet edebiyatı yapanlar derneği.
-Deneme, şiir, öykü satanlar ama alıcısı da kendinden menkul olanlar derneği.
-Yan yana yazsa “deli saçması” olacak ama alt alta yazdığı için şiir yazdığını zannedenler derneği.
-Üçüncü sayıda memleketi fethettiğini zannedenler derneği.
-Piyasaya mâl olmuş bir yazarla röportaj, iki şiir, dört deneme, üç öykü ile dergisini doldurduğunu zannedenler derneği.
-Sponsorlarının emrinde hazır ve nâzır olan fakat Allah’ın emrinde durmayı göze alamayanlar derneği.
-“Yav 184. sayıya geldik ama ne yönettik, ne de bir şey verebildik, biz ne yapıyoruz abi?” diyemeyenler derneği.
-Dergisinin kapağına “fikir, aksiyon” yazarak fikredilemeyeceğini ve aksiyoner olunamayacağını gösterebilenler derneği.

Baran Dergisi 434. Sayı