Günümüzde Ehli Sünnet anlayışı sapıklar tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, Müslüman ehli sünnet Anadolu halkını mezhepsiz dinsiz hale getirmeye çalışıyorlar. Kazım Albay Islamın en büyük düşmanı olan dini içten yıkan mezhepsizleri yazdı.

İşte Kazım Albay'ın yazısı:

   TEK YOL İSLÂM’dır ve EHL-İ SÜNNET bunun cemaat ifâdesidir. Yâni İslâm’ın ayrı bir fırkası değildir, fırkalardan bir fırka da değildir. Sünnîlik,  adından da anlaşılacağı üzere, bid’at –ayrılık fırkalarına karşı sünnete bağlılığa vurgu yapan İslâm’ın kendisidir. Hak Yol İslâm’ın adıdır; Sünnîlik ve onun Dört Hak Mezhebi…
İslâm olana Mümin de deneceği, Müslüman da deneceği, Muvahhit de denebileceği gibi bir şey “Sünnîlik”…
Neden mi “Sünnîlik” denmiş? İslâm’da ayrılık fırkalarını belirtmek için, buna vurgu yapmak için. “Ehl-i Sünnet” ve  “Ehl-i Bid’at” diye tefrik edilmiş; sapıklıkları deşifre etmek için. Ulemâ çok da doğru yapmış. İslâm binasını böylece içteki sapıklıklardan korumuşlar, onları isimlendirerek, damgalayarak içeriye karışmalarını önlemişlerdir. Doğru Yol-Kurtuluş Yolu ölçülerini billurlaştırarak olduğu gibi çerçevelemişlerdir. Bu açıdan bakıldığında yürürlükte kalan dört hak mezhep (Hanefilik, Şafilik, Hanbelilik, Malikilik) aralarında sadece teferruatta ayrılık olan, asılda ise bir (EHL-İ SÜNNET – EHL-İ İSLÂM) olan yoldur.
Allah Resûlü’nün; “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri kurtuluşta, diğerleri ateştedir” hadisindeki Kurtuluş Yolu’nu (Fırka-i Naciye) belirten yolun ismidir “Sünnet ve Cemaat Ehli” tâbiri. Hani o sapıklar da “İslâm” diyor ya, fark belli olsun, sapıklıkları açık edilsin, kirli su temiz suya karışmasın diye “Sünnîlik” denmiş. Yoksa “İslâm’ın iki kolu, biri Şiîlik, diğeri Sünnîlik” şeklindeki anlayış tamamen cehâlet ve dalalettir. “Ne Sünnîyiz” demek ise, “Ne İslâmız” demekle eşanlama çıkar; Müslümanların buna çok dikkat etmeleri gerekir. Ne demek sünneti inkâr, öyle şey olur mu? Kuru akılla gidip, “sadece Kur’andan yapacağız!”  diyen ve sünneti inkar eden veya hafife alan mealci-kaynakçı güruhun sapkınlıklarına dikkat etmek gerek!
         "Ne Şîi'yiz, ne Sünnîyiz" zihniyetini, mezhepsizler-selefiler şiar edinir. Her biri ayrı birer müştehid taslağı olarak ve kendi gibi düşünmeyenleri tekfir ile suçlayarak, bağnazca yollarında giderler. Selefiler-Vehhabiler, Kur'an diye diye, sünneti ve islamın batını olan tasavvufu inkar ede ede, sapkın yollarında yürürler. Ve Selefiler Ehl-i Sünneti de kafir olarak görürler. Bu biline ve saf olunmaya!..
Tarih boyunca Şiîler (İran) ne yapmış? Gaza devleti Osmanlı, Batı ile harbederken onu arkadan vurmak için (bugün tıpkı Amerika ile harbeden Irak’a yaptıkları gibi) hem Batı ile işbirliği yapmış ve hem de Anadolu’da fitne ve karışıklıklar çıkarmışlar ve bu fitne tehlikesini gören cennetmekân Halife Yavuz Sultan Selim tarafından ÇALDIRAN ovasında kılıçtan geçirilmişlerdir. Bu arada Safevî-Şiîlere yardım eden bizdeki pislik alevîler de temizlenmiştir. 
Osmanlı Batı ile harbederken, İran, Venediklilerle işbirliği yapıyordu. Bugün, İran devlet başkanı Ahmedinecad’ın “Amerika’ya direnmesine” fazla aldanmayın. Malum ve meşhur şiî tavrıdır, önce biraz yaygara kopartırlar ve sonra ihânet mizaçları üzerine dönerler. Kumandan Mirzabeyoğlu’nun şu tespiti dikkat çekicidir: “İran, Müslümanların Yahudileridir” . Şiîler için “hâlis münafık” da diyebiliriz; takiyye ve muta nikahı özellikleridir.
Şiîlik tıpkı Yahudilik gibi, bilip de inanmamanın, bile bile pislik yapmanın yoludur. Yahudileri hatırlayın, Kureyş’ten Peygamber çıktığını öğrenince; “Eyvah peygamberlik İsrailoğullarından gitti!” diye tepki göstermişler ve bu sözlerinde de görüldüğü üzere, peygamber olduğunu bile bile Allah Resulü’ne karşı gelmişlerdir. “İran, Müslümanların Yahudileridir” tespiti bu açıdan da çok mânâlı. Sen Kur’an’a inandığını söylüyorsun, Kur’an’da 1,5 sayfa geçen Hz. Aişe’nin beraetine inanmıyorsun, “Yâr-ı Gar”a Hazreti Ebubekir’e inanmıyorsun. Allah Resûlü’nün mütevâtir sözlerine inanmıyorsun. Ayet ve mütevâtir hadisleri inkâr küfürdür; bu açıdan Şiîlere kâfir demek dinen şarttır. Doğru olduğunu bile bile tıpkı Yahudiler gibi, ırkî taassupla (Farisî ırkçılığıyla) hakikati reddediyorsun. Meselâ Türkler böyle değil, İslâmiyet’e önce direnmişler fakat, sonra gönülden kabul etmişlerdir. Türkler, Farslar gibi münafık bir tavır göstermemişler. Onun için tarih sayfalarına şanlı bir medeniyet, yüce gönüllü bir fazilet serebilmişlerdir. “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz”. Böyle bir kavim hangi Müslüman kavim olsa sevilir zaten. Bu medeniyette payı olan diğer kavimleri de (Araplar, Kürtler, Çerkezler vs.) anmak yerinde olur.
Hicrî XV. İslâm asrında şunu vurgulayalım ki, içte birlik olmadan dışta başarı zordur ve içteki pislikleri temizlemek zarurettir. Tıpkı Sokullu’nun savaşa gitmeden önce ordu içindeki pislikleri ayıklaması gibi. Demek ki, XV. İslâm asrının savaş konseptinde Müslümanlarla, münafıklar arası iç savaş önemlidir. Bu savaşa, başta Şiîler olmak üzere Amerikancı ılımlı İslâmcıları katabiliriz ve Amerika’nın ekmeğine yağ sürenleri... Bu tiplerin siyasî duruşları hep küfre hizmet olmuştur.
İşbirlikçi Pakistan askerleriyle savaşan ve onları geri püskürten Vezirî Kabilesi’nin lideri Hacı Ömer, Vakit’in Dış Haberler Muhabiri Adem Özköse’ye şöyle diyor: “Taliban’ın özellikle İslâm dünyasında kötü olarak tanınmasının en büyük sebebi İran’ın mezhepçilik yapmasıdır. İran, Taliban’a Hanefî olması nedeniyle iyi  bakmadı. Elindeki imkânları kullanarak Taliban’ı Müslümanlara kötü gösterdi. İran’dan artık mezhepçiliği bırakmasını, bütün Müslümanları kardeş olarak görmesini istiyoruz.”
İrancı ağızlar kullanan, İslâm’ın Kurtuluş Yolu Sünnîliğe ve İslâm’ın bâtını demek olan tasavvufa dil uzatan, ahmak, cahil ve işbirlikçilere dikkat! İslâm’ın en büyük düşmanı, İslâm içinde görülen ya da doğru bir ifâdeyle gösterilen bu fırkalardır. Çünkü bu sapık fırka ve anlayışlar içten bozucudur, onun için dıştan saldırandan daha büyük tehlikedir. Dıştan saldıranın düşmanlığı açıktır, ona göre tedbir alırsın, ama içten savunmasızsın!
Bizim mezhep bağlılığımız temiz İslâm anlayışı olan Sünnet Yolu üzerinedir, Sünnîyiz, Türkiye’nin de kahır ekseriyeti böyledir. Tâbii bunun şuurunda olmak, İslâm’a Muhatap Anlayış’la mümkün. İhtilâlci-inkilâpçı bir zihniyete sahip olan ve Sünnet ve Cemaat ehline ve tasavvuf yoluna bağlı olan Büyük Doğu İBDA çizgisinin, düzen beslemesi sünnî cemaat ve tarikatlar ile bir ilgisi yoktur. Büyük Doğu İBDA bağlıları pazarlıksız Allah ve Resûl'unun davasına inanır, emperyalizme ve küfre ve onların işbirlikçisi rejimlere karşı mücadele veren mücahid müslümanlara yardım ederler.
          Sünnî anlayışımızı korumak ve yürütmek ayrı ve önemli bir dâva. “Diyalektik, kendi zıddını dışarıda bırakmanın sanatıdır” mânâsınca, “BD-İBDA İslâm’a Muhatap Anlayışı” da, bid’at yollarını dışta bırakan sünnet yolunu temsil eden bir dünya görüşüdür; Allah Resûlü’nün kum tepelerine çizdiği dost doğru yolun günümüze eklenen halkası olarak bir âlemi, bir remzidir. İslâm’a Muhatap Anlayış olmadan da Sünnîliği yürütmenin zor olduğunu, eşya ve hâdiselere yorum getirmekte, sistemden hareketle siyasî bir çizgi oluşturmakta zorlanılacağını, daha doğrusu mümkün olmadığını belirtelim. Asrımızdaki İslâm diyalektiğini bilmeden, İslâmcı mücadele ve Doğru Yol anlayışı nasıl yürütülsün? Nasıl Sünnî olunsun?
Bizim mezhebimizde (mezhep yol demek, din de yol demek; bu mânâda bir ayırım yok) başka bir mezhebe, başka bir dine veya dinsize ihânete ve zulme izin yoktur. İran ise mezhepçidir, hâin ve kalleştir. İslâm, Araplar ve Türkler ve diğer kavimler eliyle yayılmıştır, fakat Farsların eliyle yayılmamıştır. Çünkü Farisîlerin işi gücü Ehl-i Sünnet düşmanlığı olduğu için ve biz onlar tarafından kâfir olarak görüldüğümüzden (Şiî Humeyni’nin kitaplarında da bu husus mevcuttur) ve camilerimiz de düşman hedefi kabul edildiğinden (Irak’ta camilere saldırmalarının sebebi budur) devamlı Müslümanlarla uğraşmaktır.
         Şunu da belirtelim ki, “mezheplere gerek yok!” diyen de bir fikri savunmakta, bu da “mezhepsizlik mezhebi” olarak ayrı bir yol-mezhep olmaktadır. “Benim mezhebim-yolum olmayacak” demek eşyanın tabiatına aykırı, Budist de “hiççilik” olarak bir yola-bir mezhebe sahip aslında.
Osmanlı yıkıldı İslâm (Sünnî) âlemi başsız kaldı. İnşallah bu bayrak düştüğü yerden kalkar ve İslam âlemi başsız kalmaz. Necip Fazıl’ın bu tespiti, İBDA kadrosuyla gerçekleşecek inşallah.

 
Kazım Albay - Baran Dergisi 1. Sayı
11 Ocak 2007
          (Gözden geçirilmiş ve kısaltılmış hali)