“Umulur ki, 15. İslâm asrının yenileyicisi estetik planı başa alsın” (Necip Fazıl Kısakürek) 


Estetik, kelime kökeni olarak, Grekçe "duyum, duygu, algılamak, duyular" anlamlarına gelen "aisthesis" sözcüğünden gelmektedir. Kavram olarak Batı'da ilk olarak İmmanuel Kant ve daha sonra  Alexander Gottlieb Baumgarten tarafından güzellik bilimi şeklinde bir felsefe kolu olarak tanımlanmıştır. Bunun sebebi; estetik olanın diğer nesnelerden ayırd edilebilmesi işinin yalnız duyu organları ile değil; duyulanı doğru şekilde karşılayan bir düşünce faaliyetinin varlığı ile mümkün olmasıdır. 

Estetik olanı fark etmenin düşünsel bir yetkinlik olması önermesinden yola çıkarak bu fark edişin farklı zihinlerde farklı derecelerde zuhur edeceği sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü "estetik", insanın zihnî ve varoluşunu tanımlayan ölçüler olan "iyi, doğru ve güzel"e nisbetle farklı biçimler kazanmaktadır. Burada kasıt, anlayışın öznel olup-olmayışı değil, yeterli olup olmayışıdır. Zira "iyi, doğru ve güzel" ne derece öznel olabilirse estetik anlayışı da en çok o derece öznel olabilir. 

Ferd için durum bu iken iş sosyolojik boyutta ele alındığında, farklı bir takım sanal normlar da aktif olabilmektedir. Bu normlar yeterliliği tartışılmayan(!) popülist tenkitçiler tarafından estetiğin mutlak bir ölçü çerçevesinde değil, genelgeçerli bir tenkit üslubuyla ve tüketilebilirlik puanlaması yapma amacıyla kullanılır. Bu eksende yapılan estetik değerlendirmeleri ve varılan yargılar; 11.'yi hiç tanımadığımız "Top 10" zihniyetlerinin kaynağıdır. "En çok dinlenenler", "en çok okunan yazarlar”, “Popüler arama sonuçları” vesaire... Gerçekte estetik idraki mevzuuna değmediği için konumuz dışındadır.  

Güzel olana yönelmek, çirkinden uzak durmak gibi ruha dayalı davranışlarda belirleyici öneme sahip olan "estetik idraki" Allah tarafından insana bahşedilmiş ve kainat yine O'nun tarafından, bu idrakin karşılığını dolduracak olan "güzel ve çirkin" ile kuşatılmıştır. İyi, doğru ve güzel ölçüleri mutlak olanın emir ve yasakları ile şekillenmiş "insan"ın, eşya ve hadiselerden mutlak olana ulaşma çabası "sanat"ı doğurmuştur. Sanat bu ihtiyacın tatmin edilmesi amacıyla her an var olmaktadır. 

Hadiseye sanat çerçevesi içerisinden bakacak olursak, estetik; eserin muhtevasından ayrı tutulması mümkün olmamakla birlikte ağırlıklı olarak usûlüne ait bir keyfiyettir. Bu sebepledir ki, bir tablonun "ne" anlatmak istediğinden önce "nasıl" anlatmak istediğine bakarız. Kalite ve estetik, sanatçı tarafından esere işlenir ve sanatçı açısından sanat aslen buradadır. Çünkü anlayışı ve fikri insana dikte edebilme gücü buradan gelir.

“O hâlde, gerek doğruyu bulmaya çalışan mantık normları, gerek güzeli arayan estetik normları ‘pratik’ hususu ilgilendirmiyor; düşünce açıklanmadıkça ve GÜZELİ TAŞIYAN eser ortaya çıkmadıkça, bu normların varlığı hissedilmez… Ve bu normlar ‘teorik’ olarak tanımlanır…”  (Salih Mirzabeyoğlu - Şiir ve Sanat Hikemiyatı, Sf. 116)

İnsanlık tarihi boyunca “estetik” herhangi bir fikri insanlarla buluşturmak için bir araç olarak kullanılmıştır. Antik Yunan’dan Mısır’a, Latin Amerika uygarlıklarından Rönesans Avrupa’sına kadar, tarih bunun örnekleri ile doldudur. 

İdeoloji doğru ve güzel aktarılabildiği ölçüde karşılık bulur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesi ile “Doğru olmadan güzel olmaz”... Ancak “doğru”, “güzel” olmadan da anlatılamaz. Anlatılamadığı gibi yaşanamaz ve yaşatılamaz.  Üstad’ın “Estetik planı başa almak” ifadesinden kastı…

Sanatın kendi doğası itibariyle mutlak sûrette bir ideolojiye sahip olması zarurî değil iken ideoloji için sanat bir zarurettir. Yakın tarihte ülkemizde İBDA dışında gerçek bir fikir ve aksiyon hareketi ortaya çık(a)madığı için sanat ve estetik alanında doldurulması icab eden bir boşluk bulunmakta. Marksist ideolojiyi olduğu gibi alıp ithal eden sol camia, çakma ideolojilerine kültürel bir karşılık bulup eser üretememiş ve sanatını, keskin kırmızı çizgilerle toplumdan soyutlayan ideolojik bir surette sunmaya çalışma hatasında ısrar etmektedir. Laik-Kemalist rejim ise bu çabayı hak-hakikat odaklı anlayışın önünde set yapmayı seçmiş, o da özgün, sanatsal üretimden uzak durmuştur. Rejim ve sistem şartları içerisinde sanatın sol camianın tekelinde olduğunun zannedilmesinin temelinde işte bu fikirsizlik yatmaktadır.     

Batı’da ise Rönesans ile “aydınlanma hareketi” adıyla başlayan ve hâlen devam etmekte olan kötüye-fikirsizliğe gidiş, hem muhtevası ve hem de usûlü ile ölçülerini kaybetmiş bir ifade-ifadesizlik teşkil etmekte ve bunun sosyolojik yansımalarını her an gözlemlemekteyiz. “Top 10 zihniyeti” diyerek kastettiğimiz şey, düzenin “güzel”i bir ölçüye oturtamayışının göstergesidir. Bu gerçek yalnızca memleketimiz için değil; küreselleşmeye çalışan, bunu yaparken kültürel genetiğini bir erime potasının içinden geçirmek zorunda kalan tüm toplumlar için geçerlidir. 

Sosyolojik olarak sanatın kalitesi kültür kalitesinin bir gösterisidir. 

İnsan kendini sanattan, sanat da kendini insandan soyutlayamaz. Ve aralarındaki ilişki yazımıza mevzu ettiğimiz estetik ile yürümektedir. Sanat insana; insan da daha "güzel"e ancak estetik idrakı vasıtasıyla ulaşabilir. Mevcut kültür vasatında şartları hak ve hakikat lehine değiştirecek tüm girişimler bir şekilde bu gerçeğe uğramak, ve bir estetik karşılığı olmak durumundadır. 

Netice olarak, estetik idrakı, önemini dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştığımız gibi; varoluşa dayalı bir güdü, sonsuz bir ihtiyaçtır. Mutlak ölçüler ile yücelmiş bir estetik idrakı, kulun her an Allah’ı hissetmesi, bu bilinçle yaşama sevincini her an tazelemesi ve yaşamını anlamlı kılabilmesi adına Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl ve İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun da işaret ettiği üzere en temel meselelerdendir.



Baran Dergisi 394. Sayı...