Uzun süredir bu yazıyı yazmayı düşünüyordum. Özellikle biraz sonra bahsedeceğim hâdise benim 15 Temmuz’u daha iyi idrak etmeme vesile oldu…

2013-2014 eğitim döneminde eğitim sistemindeki garabetin bir tezahürü olarak lise sınavı için bir dershaneye gitmem gerekiyordu. Çünkü okulun eğitimi yetersiz kalıyordu. Bu dönemde birçok dershanenin bursluluk sınavına girdim. Çoğundan burs kazanmama rağmen ailemin kesesine en uygun olan FETÖ güdümlü ANAFEN dershanelerine kaydoldum. Olağandan fazla indirim yapması o vakitlerde bana garip gelmemişti. Çünkü muhafazakâr dediğimiz, camii cemaatinin, kimselerin FETÖ’yü meşru gördüğü zamanlardı. Zaten o vakitler nereden bilecektim ‘dinler arası diyalog’u ve Amerika gâvurunu.

Okulların açılmasıyla birlikte ders çalışmaya başladım. Dershanedeki sınıf hocamın elinde bir kağıtla bize yaklaştığını gördüm. Yeni sınav sistemi (TEOG) hakkında bilgi verdi ve gitti. Korkmuştum çünkü anlamamıştım.

Daha sonra beni ‘abi’ diye tanıttıkları bir kişiyle tanıştırdılar. Gerçi bu konuda ailemin çekincesi vardı. Çünkü biliyorlardı ki FETÖ, birini gözüne kestirirse onu rahat bırakmaz, işlerine engel olurlardı. Tanıştırdıkları kişinin adı Ozan’dı. Sonra bir grup öğrenciyle beraber beni bir eve götürdüler. Ne olmak istediğimizi sordular. Sonra Ozan isimli şahıs bize ‘büyük bir abi’nin bize namaz kıldıracağını söyledi.

Namazı kıldık ve imamlık yapan o ‘büyük abi’ döndü ve FETÖ hakkında bilgi verdi. Sonra sırayla bizlere sahabeden isimler vermeye başladı. Bana ‘Hz. Hamza’ ile ‘Hz. Ömer’ arasında kaldığını söylediğinde en çok sevdiğim sahabenin Hz. Ömer olduğunu söyledim ve ismim ‘Ömer’ oldu. “Bu isimler ne işe yarardı? Yani benim ismim zaten Emrecan, bana Emrecan deseler olmaz mı?” diye düşündüm o sıralar. Fakat cevabı sonradan öğrendim ‘takiyye alametleri’ymiş. Kod isim gibi yani ve aileden çocuğu koparmak için yapılan bir hareket bu. Namazdan sonra seccadeleri topladık ve meşhur ‘Zaman’ gazetelerini yere serdik.

Yemek yiyecektik. Ben özellikle benim oturacağım yere spor sayfasının düşmesi için çabaladım fakat başaramadım. Çünkü o köşeye ‘büyük abi’ dedikleri şahıs oturdu. Bir tepsi içinde patates ve başka malzemelerin olduğu bir yemek geldi. ‘Gençler, bu yemeğin adı Tatar. Görünüşüne bakmayın, tadı güzeldir. Zaten bu yemeği gençlik zamanında öğrencilere hocaefendi yapardı.’ dedi. Ben ‘hocaefendi kim?’ diye düşünürken Ozan isimli şahıs, o ‘büyük abi’nin kulağına bir şeyler söyledi. Şu anki tahminlerim üzerine ‘gençler daha hocaefendiyi ve cemaati bilmiyorlar, şimdilik bahsetmeyelim’ oldu. Çünkü yeni gelen öğrencilere bu konulardan bahsetmezlerdi.

Daha sonra bunların evlerine gidip ders çalışıyordum. Okumayı sevdiğimi öğrenince beni daha çok sevmişlerdi. O vakitler bir siyer yarışması olacağını söylendi ve benim de bu sınava girmem istendi. Sınav sorularının sorulacağı kitabı verdiler. Kitabı aldım, okudum. Fakat istedikleri gün ve saatte sınav yerine gitmedim. Bunun üzerine Ozan isimli şahıs bana gelip “Ömer, beni bu sınava girmeyerek rezil ettin. Ben seni büyük abilere övüyorum” demişti. Durdum ve ağlayacak vaziyette “ben, Ömer değilim” dedim. Sonra tuvalete gidip ağladım, arkamdan söylenmişti fakat ses seviyesine çok dikkat ediyordu. Beni kaybetmek istemediklerini anlamıştım ama ben, kendimi kaybetmeye başladım. Oturduğum semtin Kemalist temayülü ile ailemde hâlâ kokan Anadolu arasında kafam karışıktı. Yaşım itibariyle ergenlik çağındaydım ve evdekilerin bana düşman olduğu vehmine kapılmıştım. O zamanlar ‘abi’ dediğim kimseler bana iyi davranarak evden koparmaya çalışıyorlardı. Bunu açıkça ifade etmekten de çekinmiyorlardı.

Birinci TEOG sınavından evvel bize kamp programı yaptılar. F.Gülen ile ilk tanışıklığım burada oldu. Bize hayatını anlatan bir kitap dağıttılar ve bu kitaptan da sınav olacağımızı söylediler. Ben bu kitabı da okudum. Önceki sınavda Efendimizi anlatan kitapta bile bu kadar övgü ve kutsama yoktu. Amerikayı övdükleri ve saygı gösterdikleri kadar övgüyü ve saygıyı Efendimize göstermiyorlardı. Sonra sohbet videosunu izletmişlerdi ben ve iki öğrenciye. 100’den fazla öğrencisi olmasına rağmen niye kamptaki (kamp dediğim de Ataköy’de caminin altındaki bir yurtta ders çalışmak) o üç öğrenciden biriydim? Çünkü okumayı seviyordum, başarılıydım ve ailemin durumu pek iyi değildi. Tam istedikleri adam profili mevcuttu bende.

Kamptan sonra birinci TEOG sınavını olduk ve yarıyıl tatili başlayacaktı. Tabiî tatilde de boş durmak istemediler ve başka bir kamp programı yaptılar. İşte bu benim hayatımda FETÖ’yü anlamamı sağladı.

Fatih Kolejinde olan kampın muhtevasında spor, ders çalışma ve sohbet-namaz saatleri vardı. Başımızda dershanedeki sınıf hocam ve ondan kıdemli başka bir hoca... Spor saatinde arkadaşlarım spor salonunda oynarken ben, onlardan ayrı bina içinde dolaşıyordum. Hoca ile diğer kıdemli hocayı görünce yanlarına gittim. İlk defa gündem siyaseti üzerine konuştuklarını gördüm. FETÖ’nün Türkiye’ye karşı olan kini ve savaşı aleni ortaya çıktığı zamanlardı ve hoca başladı hükümeti kötülemeye “Erdoğan, Amerika’dan akıl akıyor” demesine gülmüştüm. O vakitler aklıma gelmeyen şu soruyu sormak isterdim: “Lideriniz Amerika’da; Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin başında. Kim Amerika’dan akıl alıyor acaba?”.

Sonra kıdemli hoca bana ne olmak istediğimi sordu. Askerî okullar hakkında görüşümü sordu. Sonra “Sen asker olsana, üniforma da yakışır sana. Hem daha çok işe yararsın, hizmet de etmiş olursun (duraksadı) vatana yani” dedi. Durdum bir an, o vakitler şu anki vaziyetimden daha da kilolu ve kısa boyluydum. “Ama bu kiloyla nasıl askerî liseye gireceğim?” diye sordum. “Boyunu, kilonu kafana takma. Onu biz hallederiz” dedi. Sınıf hocam da durumu onaylar vaziyetteydi. Aklımı bir anlık çeldiler ve çevremdeki birçok insana askerî liseye dair sualler sordum. Apartmanda oturan asker kökenli ve Kemalist amca da bana asker üniformasının yakışacağını düşünüyordu.

Allah korudu da askerî lise öğrencisi olmadım. Hiçbir sebeb yokken bu olaydan vazgeçmemi Allah’ın bir hikmeti olarak görüyorum. Eğer ben askerî lise öğrencisi olsaydım 15 Temmuz’da Çengelköy’de Halil ağabeyi şehid edenlere ‘komutanım’ diyecektim. Eğer ben askerî lise öğrencisi olsaydım ben de o hainlerden olacaktım, milletime milletin vergileriyle satın alınan kurşunları sıkarak.

Hain FETÖ ile toy aklımla böyle bir tanışıklığım oldu. Eğer onlarla bir olsaydım da içlerinden çıkmasaydım ne İBDA’yı ne de Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıyabilirdim. İçlerinden çıkmak için de onları tehdit etmiştim. “Beni bir daha ararsanız sizi polise şikâyet ederim” demiştim, aramamışlardı.

Bu arada şunu da anlatmadan geçemeyeceğim. Dershaneye başlamadan evvel hangi tür kitapları, hangi gazeteleri, hangi dergileri ve en son okuduğum kitabı soran bir anketleri vardı. Gazeteye o vakitler ilgimin olduğu spor gazetelerini yazmıştım. Daha sonra dershane müdürünün beni odasına çağırarak spor, özellikle futbol, sohbeti yaptığı aklımdan çıkmaz.

Bu yazımın neticesi olarak FETÖ’nün dershaneleri sadece eğitim aracı olarak kullanmadığını anlatmak istedim. FETÖ’nün temel düzeneklerinden dershanenin ehemmiyeti epeyce fazlaydı. Genç nesle sapık fikirlerini İslam diye gösterip Allah ve Resülünün yolundan sapmaları sağlıyorlardı. Başka bir yerden de İslam’ı tanımaması için ailesinden, bulunduğu cemiyetten ferdi koparıp ‘kendi sapık dinleri’ni İslam diye tanımasına gayret ediyorlardı. Asıl kavgaları Müslüman görünümü altında İslâm ileydi ve o yüzden de çok tehlikeliydi. Aynı zamanda bu yapı, yetiştirdikleri adamları vatana, millete ve ecdada düşman olarak Türkiye dışında açtıkları ‘Türk Okulları’nda misyoner faaliyetleri ile sapık dinlerinin yayılmasını sağlıyorlardı. Bu okullardan yetişen “entelektüeller” de 15 Temmuz’u ‘tiyatro’ olarak dillendiren kimselerdir.

Baran Dergisi 550. Sayı