Kumandan Fidel Castro’yu düşünüyorum… Ruhu şâdolsun…

(Carlos, Küba Devrimi’nin efsanevî lideri Fidel Castro’nun 25 Kasım 2016 tarihinde ölümü vesilesiyle konuşuyor.)

Gerçekten büyük bir liderdi… Sovyet ajanı falan da değildi… Hakiki bir Küba milliyetçisi, vatanseveri ve kelimenin tam anlamıyla iyi bir komünistti…
Neler söyleyebilirim acaba onun hakkında?..

Fidel Castro artık ölmüş olduğuna göre, daha önce de söylemiş olduğum bir şeyi tekrar ifâde etmem yerinde olacak:

Ben, Küba güvenlik servisleriyle ortak bir takım faaliyetlere iştirak etmekle suçlandım geçmişte… 1960’larda Küba’da askerî eğitim gördüğüm, üstelik babam da yanımda olduğu hâlde Küba’ya gittiğim ileri sürüldü… Böyle şeyler…

Oysa Fidel Castro’yla hiçbir zaman karşılaşmadım ben… Küba’ya hiçbir zaman gitmedim, Küba’ya hiçbir zaman ayak basmadım…

Gerçi resmî olarak iki kez davet edildim Küba’ya, fakat şahsî bir takım sebebler dolayısıyla gitmedim. Fakat örgütümüzün merkezî lider kademesinden yoldaşlarımız resmî yollarla Küba’ya gitmiştir, o başka.

Özellikle Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya gelen yoldaşlarımız, [Küba’nın başşehri] Havana üzerinden seyahat ediyorlardı. Havana’ya kadar normal pasaportlarıyla gidiyor, orada pasaportlarını değiştirip, genellikle Doğu Berlin üzerinden ya diğer sosyalist ülkelere ya Ortadoğu’ya, meselâ Bağdad’a, Şam’a, Aden’e seyahatlerine devam ediyorlardı.
Evet, böyle bir işleyiş vardı o dönem, ama ben kendim hiçbir zaman bulunmadım Küba’da. Şahsî sebebler söz konusuydu; en büyük çocuğum Sonia Marine Oriola'nın annesi oradaydı ve kendisiyle temas kuramıyordum çünkü.

Burada küçük bir “güvenlik” oyunu oynanıyordu bana karşı. Orada çocuğum vardı ve bu yolla beni ele geçirmeyi umuyorlardı. Ne var ki işe yaramadı tabiî. Örgütten yoldaşlarımızın Küba üzerinden seyahat edebilmesi avantajını kullandık, fakat ben kendim gitmedim. Bu kadar basit…

Fidel Castro… Dediğim gibi, kendisiyle hiç karşılaşmadım. Kendisiyle ilgili şeyleri onunla tanışmış veya onunla birlikte savaşmış olanlardan öğreniyordum; bu insanlar ona dair hikâyelerini paylaşıyorlardı bizimle.

Elbette, Fidel Castro ile çalışan Kübalı eşimden, eski eşimden de öğreniyordum ona dair şeyler… Hattâ geçtiğimiz yıllarda, eski eşimi Rus generallerden oluşan bir heyeti kabulünde Fidel’e tercümanlık yaparken gördüm televizyonda. Neyse…

Bu insanın, yaptığı bir takım iktisadî hatalara rağmen, bir fazileti vardır. Evet, iktisadî hatalar yapmıştır. Çünkü okuduğu şeyleri bir vahiy gibi kabul etmiştir. Oysa okuduklarınızı bir vahiy gibi kabul edemezsiniz. Engels’in yazdıkları gibi temel bir takım metinleri “referans” kabul edebilirsiniz, ancak onları “herkes için geçerli” addedemezsiniz. Marks’ın yazdıkları da hâkezâ. Bunlar, bugünkü durum için değil, Rusya’daki durum için de değil, yaklaşık iki yüzyıl öncesinin Büyük Britanya ekonomisi için, o zamanın İngiltere ekonomisi için yazılmış şeylerdir.

Ne var ki, Marksizm-Leninizm’e yeni geçmiş bir idealist olan Fidel, meselelere “dinî” bir tarzda yaklaşmış, böyle algılamıştır maalesef. Sovyet danışmanları kendisine “bizim Sovyetler Birliği’nde yaptığımız hataları sen de yapma!” şeklinde tavsiyelerde bulunmasına rağmen yapmıştır üstelik. Böyle de devam etmiş ve bugüne kadar süregelen iktisadî bir krize sebeb olmuştur. İşte bu iktisadî kriz, dünya tarihindeki en uzun süreli o büyük saldırganlık yüzünden, ABD emperyalizminin Küba halkına ve devrimine yönelik olarak bugüne dek süren o büyük saldırganlık yüzünden iyice katlanmıştır.

Fidel’i ve Küba Devrimi’ni, hem izinden gidilecek hem de yanlışları bakımından izinden gidilmeyecek  bir “örnek” olarak almalıyız hepimiz.

Her ne olursa olsun, etrafı ABD tarafından kuşatılmış yapayalnız küçük bir ada ülkesi olmasına rağmen, kendisine yönelik daimi bir saldırganlığa bugüne dek dayanabilmiştir Küba. Hattâ okuduğum ve işittiğim inanılmaz bir şey olarak, CIA’in kendisine karşı düzenlediği yüzlerce suikast teşebbüsünden kurtulmuştur Fidel Castro! İnsanlara inanılmaz gelebilir ama tamamen doğrudur bu. Fidel bu saldırılara karşı hep direnmiş, kendisini korumayı bilmiş, düşman kendisine ulaşamamış, sonunda da tabiî bir ölümle 90 yaşında dünyaya veda etmiştir.
Küba hâlâ oradadır ve Küba Devrimi sürmektedir hâlâ. Küba halkının çoğunluğu da desteklemektedir devrimi. Amerika kıtası içerisinde, sosyal ve kültürel gelişmenin en yüksek seviyesindedir Küba halkı. Nüfusun eğitim seviyesi, tarihin en büyük gücünden, ABD’den bile daha yüksektir. Bunlar, ABD’nin dahi kabul ettiği gerçeklerdir.

Bu vesileyle söylemek istediğim şey, Fidel’in ruhu için dua etmemiz gerektiğidir. Fidel Castro’nun yaptığı hatalar da, şahsî bir çıkar, yolsuzluk, korkaklık ve yabancılara ajanlık dolayısıyla değildir zaten. Tüm o hataları, tamamen iyi niyetle ve halkına refah getireceği mülâhazasıyla yapmıştır.

Diğer yandan, hakiki bir milliyetçidir yine Fidel. Gerçi, Küba’nın Venezüella’daki müdahalesinde işler istedikleri yönde gelişmemiş, Che Guevara’nın Afrika macerası da suya düşmüştür. Aynı şekilde, Bolivya’da –Che Guevara’nın öldürülmesiyle sonuçlanan- hâdiseler malûm. Bu vesileyle söyleyeyim: Fidel’in Che Guevara’ya ihanet ettiği ve ona sabotaj düzenlediği tarzında düşmanın benimsetmeye çalıştığı propaganda tamamen saçmalıktır.

Fidel, -benim de inandığım üzere- devrimin tüm dünyada olması gerektiğine inanmıştır. Sadece, komşu ülkelerdeki “mahallî” durumun farklılığını anlamamıştır, o kadar. Türkiye’deki devrim, Azerbaycan’daki devrim gibi olamaz meselâ. Batıda veya Karadeniz kıyılarındaki devrim, İç Anadolu’daki devrim gibi olamaz yine. Farklı insanlar, farklı tarihler, farklı alışkanlıklar, hattâ farklı iklimler söz konusudur çünkü. Bu işler böyle…

Bu arada, unutmayalım ki, Türkiye’de de bir devrim gerçekleşiyor. Gönüldaş Erdoğan’ın liderliği altında gerçekleşen İslâmcı bir devrim bu. Umarım Gönüldaş Erdoğan Küba Devrimi’ni ve Fidel Castro’yu bir örnek olarak alır da onun yaptığı hataları yapmaz, kendisini “realiteler”e adapte etmeyi başarır. Yâni, sadece kendi istediklerini yapmaya çalışmaz, ama sahadaki “realiteler”e, meselâ etnik gerçekliklere, dil gerçekliklerine, dinî gerçekliklere kendisini adapte etmeyi başarır. Ben bir Müslümanım ve Gönüldaş Erdoğan gibi bir Sünni’yim. Fakat Müslüman olmayanlar da, Sünni olmayanlar da veya tüm diğerleri de kendi istedikleri gibi inanma hakkına sahibtirler.

Büyük İslâm dini geldiğinde, nebîlerin mührü ve sonuncusu Hazret-i Peygamber İslâmî vahyi getirdiğinde, Allah Resulü Kur’an’ı getirdiğinde, açık fikirli ve hoşgörülü idi. Böyle olduğu içindir ki, herkes bu dini kabul etti; kendi iktidarlarını tehlikede gören idareci sınıflardan ziyade, geniş halk kitleleri bu dini kabul etti. Üstelik İslâm’ı o dem kabul etmeyenleri bile bu dini tercih etti, çünkü bu din nezdinde saygı görüyorlardı. Yine unutmayınız ki, İslâm daha önce hiç sahib olmadıkları hakları getirmişti kadınlara.

Sonuç olarak, Küba Devrimi ve Fidel Castro örneğinden istifade etmeliyiz. Sadece iyi yaptıkları şeyler bakımından değil, ülke içinde ve dışında yaptıkları hatalar bakımından da ders çıkarabilmeliyiz. Bu hataları tekrarlamamalı, ancak bu büyük adamı dünya devrimi için bir “referans” kabul etmeliyiz.

Allahü Ekber.
 
27 Kasım 2016 

Baran Dergisi 516. Sayı