Ortadoğu coğrafyasına demir bir kazık gibi saplanmış kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiş İsrail Devleti’nin başkanı Netanyahu’nun sözleriyle başlamıştık yazı serimize. Netanyahu ne demişti: ‘Hitler Yahudileri sürgün edecekti fakat Kudüs Müftüsü Emin El Hüseyni’nin telkiniyle Hitler Yahudileri katletti’. Evet, dünyada yaşanan her türlü kan ve gözyaşının dolaylı veya dolaysız müsebbibi Yahudi, yine bir fitnenin derdinde olayları ve tarihi çarpıtmanın çabası içinde. Peki, yılan tıynetli bu onulmaz Yahudi’ye Almanya Başbakanı Merkel nasıl bir cevap vermiş: ‘Biz kimin sorumlu olduğunu biliyoruz. Bu konuda tarihî bakışımızı değiştirecek herhangi bir neden göremiyoruz. Holokostla ilgili Almanya’nın sorumluluğunu kabul ediyoruz.’ Gayet makul ve soğukkanlı büyük bir devlete yakışır kendinden emin bir cevap. Bakıldığında adeta Yahudi’ye ‘senin bizim tarihimizle ilgili konuşmana gerek yok. Sen kendi işine bak’ der gibi. Şimdi sözlerimizi Yahudi’yi en iyi anlayanlardan Üstadımızla sürdürelim
Almanya’da Yahudi
Alman milletinin iç bünye hastalığı, Yahudi tesirine bağlanır. Bu gerçeği, idrak çilesi çeken zihinler, asırlardır görmekteydi. Nihayet Nazizma devrine doğru, bu hakikati Almanya’da görmeyen kalmadı. Evet, her sınıftan Alman milletinin kanaatine göre ihtilâl, isyan, inkılâb, Yahudi hilesinin istismar manivelası olmuştur. Dünyanın hemen her yerinde aynı şey değil midir?
Almanya’da Yahudi’ye misafir ve mülteci gözüyle bakılırdı. Yahudi ise Almanya’da efendi olmak istedi. Hâlbuki Cermen ve Yahudi, iki ayrı ve tam zıt ırkı temsil ediyorlardı ve kaynaşmalarına asla imkân yoktu.
Başka memleketlerde Yahudi, halka karışır ve kuvvetini hiç rahatsız edilmeden, keşfolunmak tehlikesine düşmeden sarf eder. Fakat Almanya’da, keşfolunmaya başladığını sezince iş başkalaştı. Yahudi bu mani sebepten dolayı Alman milletinden büsbütün nefret etti ve bunun neticesi olarak da Birinci Cihan Harbinde, Yahudi tesiri altındaki memleketler, Almanlara karşı nefret hissi gösterdiler. Binaenaleyh, bugün olduğu gibi, harbin mağlubu Almanya, fakat galibi, ne şu ne veya bu devlet, sadece Yahudilik oldu.
Almanya’da o zamanlar başvekâlete Yahudi (Hasse) ve (Sandsberg) tesir ediyordu. Maliye nazırı, Yahudi (Schiffer), muavini de Yahudi (Benurstein) idi; Yahudi (Fritz) ve (Maxcohen) ise haberler bürosu şefleriydiler. Harp levazım işi Yahudi (Wurmur)un eline tevdi edildi. Sanatlar direktörü, Yahudi (Kestenberg)… İktisat nezareti, Yahudi doktor (Stadhagen) ve (Hirsef)’in elindeydi. Daha yüzlerce ve yüzlerce Yahudi… Her nazik nokta bir Yahudi’nin elindeydi.
Yahudi’nin tesiri, ilk harpte Almanya’da daha ön safhada göründü. Sanki onlar, evvelden kat’iyetle hazırlanmışlardı. Harpte Alman Yahudileri, Alman vatanperverleri değillerdi. Bu hal Alman düşmanı diğer milletlere ehemmiyetli gibi görünmemişse de, Yahudi’nin olduğu oturduğu memlekete karşı sadakatinin hakiki olmadığını izah eder. Bu sebeple tam münevver Alman muharrirleri, bir Yahudi’nin hangi milletin vatanında bulunursa bulunsun, bulunduğu vatanı sevebileceğini kat’iyetle mümkün görmediler. Bütün bu yukarıda gösterilen iddialarda sonra, Yahudilerin ihtilâlsiz bir mevki elde etmeleri imkânsız görünüyor. Onlar olmasaydı ihtilal olmazdı.
Harbin başlamasıyla yiyecek ve orduya verilecek maddeler, Almanya’da, Yahudi eline geçti; bu cesur Almanların itimadını sarstı. Bütün vatanperver milletler gibi Alman milleti de harbin ıstırap ve felaket ifade ettiğini pekâlâ biliyordu. Kayser boyun eğmeye kara vermişti. Istırap umumi… Umumi ıstıraptan kazanç bekleyen Yahudiler gittikçe çoğalarak türemeye başladı. Millete lüzumlu eşyaların ihtikârında, bankalarda, harp şirketlerinde ve nihayet iane işlerinde bile kazanç arayan Yahudiler meydana çıktı. Fazlasıyla mevcut olan ihtiyaç maddeleri, şiddetli pahalılıkta tekrar meydana çıkmak üzere, ortadan kalkıverdi. Harp şirketleri, Yahudi ifritlerin elinde idi. Yahudiler eşya fiyatlarını üç misli artırdılar. Bunu üzerine koca bir para seli, kasalarına akmaya başladı. Saklanan, ihtikâra sebep olan ihtiyat eşya ve malzemeye, hükümetçe fiyat konmasını hiçbir tesiri olmuyordu. Şikâyetler mırıltılar, sızıltılar, hatta çığlıklar duyuldu. Alelusul ceza had ve usulleri tesbit edildi. Fakat iş tatbik sahasına geçince sanık ve yargıcın, karşılıklı olarak Yahudi oldukları meydana çıktı. Hiçbir netice alınmaz oldu. Bir Alman taciri yakalanacak olsa, vatan, millet, ahlâk, hıyanet sesleri ayyuka çıkarılıyor, şamatalar koparılıyor ve ona, herkese yetecek kadar ceza veriliyor, böylece ceza hırsı Almanlar üzerinde tatmin edilip Yahudi serbest bırakılıyordu. Zengin Yahudi, malî kuvveti sayesinde, cemiyette istediği yeri ve nüfuz noktasını satın alabiliyordu. Ya fakir Yahudi? O da halk arasında sistemli tesirini icraya memurdu.
Dünyanın hakiki kapitalistleri ve güdücüleri Yahudilerdir. Bu noktada Almanların kanaati şöyle izah edilebilir: ‘Her türlü ihtilâl, Yahudi kuvvetlenme ve çürütme arzusunun ifadesidir. Sosyalist, demokrat ve serbest fikirli partiler, yalnız Yahudi kuvvetlenme arzularının birer aletidir.’
Almanların gözleri birdenbire açıldı. ‘Yahudilik, dünyanın en iyi organize edilmiş kuvvetidir. Onlar, şöyle bir birlik vücuda getirmişlerdir ki, nereye gitseler, zengin veya fakir, birbirlerine sadıktırlar’. Bu birliğin kuvvet vasıtaları: Kapital, matbuat ve propagandadır. Bu Yahudi birliğin idaresi, çok şayanı dikkat bir tarzda organize edilmiştir. Eskiden Paris birinci merkezdi, şimdi üçüncü dereceye düştü. İlk harpten evvel birinci derecede merkez Londra, ikinci New York idi. Bugün merkez New York... Yahudi, ileri bir memlekette, en ileri deniz kuvvetlerine sahip olamayacağı için, bunu başka milletler meydana getirir, Yahudi kullanır. Düne kadar Yahudi’nin filosu İngilizlerinkiydi. Bugün ona, muazzam Amerikan filolarını da ilave edebilirsiniz.
Yahudiler hiçbir vakit, başka milletlerle manen birleşmediler. Onlar hepsi, başlı başına bir birliktirler ve daima öyle kalacaklardır. Eğer bir millet, Yahudi’nin çalışma neticelerini ve memleketin malî vaziyeti üzerindeki tesirlerini yok ederse, o zaman Yahudi, o milletle mücadeleye girişir. O, isterse harp, isterse sulh yapar. Yahudi, dünyanın haber kaynağı olduğu için, çok defalar, insanların kanaatlerini de, kendisininki imiş gibi, etrafa yayar.” (Yahudilik ve Dönmelik, N. F. Kısakürek)
Sevgili üstadımızın sözlerine burada noktayı koyarken tekrar Merhum Ali Ulvi Kurucunun hatıratından Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni ilgili bölümlerden yazımıza devam edelim.
Filistin’in Millî Kahramanı
“Müftü Emin el-Hüseyni, 1917 yılından itibaren, İngilizlerin Filistin siyasetine ve o topraklara Yahudi göçmenler yerleştirerek yerli halkın yerinden yurdundan sürülmesi politikasına karşı çıkmıştır. Bu yolda mücadele eden ilk teşkilatları kurmuş; sulh yoluyla hak aramanın imkânsız olduğunu çabucak anlayarak, silahlı birliklerin teşkilinde ilk adımları atmıştır. Kudüs Müftüsü olan ağabeyinin 1921 yılında vefatı üzerine henüz 26 yaşında iken, onun yerine Kudüs Müftüsü seçilmiştir. Bütün ömrü mücadeleler, sürgünler, hapisler ve diyar diyar hicretlerle geçen bu büyük mücahid, halen devam eden Filistin istiklal savaşının ilk başkanı ve Filistin halkının millî kahramanıdır.”
Hitler’le Görüşmesi
“Merhum Müftü Efendi, İkinci Cihan Harbi başlayınca, başka yerlerde barınamadığı için ve İngilizlerin Yahudi siyasetine karşı yardımcı olurlar ümidi ile Almanlara destek vererek, savaş yıllarını Berlin’de geçirmiştir. Medine-i Münevvere’deki ziyaretlerimiz sırasında, kendisinin Berlin’de yaşadığı sırada, Almanya Başkanı Hitler’le, onun davet etmesi üzerine, üç kere görüştüğünü de söylemiş ve bu görüşmeleri bize şöyle anlatmıştı: Hitler ilk iki görüşmemizde, bana İslâm âlemi hakkında sualler sordu: ‘Arapların İngiliz idaresinden ne gibi şikâyetleri vardır? İstekleri nedir? Araplar, İngiliz sultasından kurtuldukları gün ne yapmak isterler? Alman hükümetinin onlara ne gibi yardımları olabilir?’ Hitler bu gibi şeyler soruyor, ben de cevap veriyordum. Konuşmanın bir yerinde: ‘Osmanlıların idaresi ile İngilizlerin farkı nedir?’ diye sormuştu. Ben buna cevabım sırasında, Osmanlılardan bahsederken gözüm yaşarmış. Hitler derhal, ‘Müftü Efendi ecdadınız Türk müydü?’ diye sordu.
Biz Hayırsız Evladız
Hitler bunu sorunca şunları söyledim: ‘Hayır efendim, ecdadım Türk değildir. Fakat ben bu milleti, kendi ecdadımdan daha çok severim. Eğer Osmanlı olmasaydı, İngilizler ve diğerleri, beş yüz sene evvel İslâm âlemine hâkim olurdu. Osmanlı olmasaydı, Endülüs’ün başına gelen hazin akıbet, bütün Arap ülkelerinin de başına gelirdi. ‘Bu cihetten, dinimin, imanımın, namusumun, şerefimin hamisi oldukları için Osmanlıları severim. Fakat biz ne yazık ki, hayırsız evlat çıktık. Onlar hayırsız evladına bakan baba gibiydiler. Arap aleminden bir kuruş istifadeleri, faydaları yoktu. Bilhassa Hicaz ülkesine, asırlar boyu hayrat götürdüler. Onların geçimini temin ettiler. Biz ne yazık ki, o nimetin kadrini bilemedik, nankörlük ettik. O yüzden de, Filistin, korkarım ki İngilizlerin eline geçecek.’ Bunun üzerine Hitler şu cevabı vermişti: ‘Müftü Efendi, endişe etmeyiniz. Benim aslanlarım İngiliz’i kovacak. Yahudi’nin de kökünü kazıyacağız. Bayramı birlikte yapacağız.’
Hitler’in Son İsteği
Hitler, Berlin’de bulunduğum yıllar içinde, beni üçüncü bir defa daha yanına çağırtmıştı. Acaba ne söyleyecek diye merak ederek yanına gittim. Meğer ‘teaddüd-i zevcât’ı soracakmış; ‘Müftü Efendi, harp devam ediyor. Çok gencimiz öldü, daha da ölecek… Korkuyorum ki, harpten sonra pek çok kızımız, kadınımız kocasız kalacak. Nüfusumuzun da artması lazım. Her ikisini temin etmek için, bir erkeğin, birden fazla kadınla evlenebilmesi lazım gelecek. Bunun içinde kiliseye birkaç defa müracaat ettim. Kiliseye laf anlatmak çok zor. Kiliseye, bir kanunla çok evliliği serbest bırakmak da mümkün olamıyor. Lütfen, İslâm dininde, birden fazla kadınla evlenmenin şartları nedir, hangi haller, zaruret hali sayılıyor. Nasıl tatbik ediliyor? Bunları bana geniş şekilde yazıp anlatmanızı rica ediyorum.’
‘Hitler’in isteği üzerine, bu bahiste geniş ve teferruatlı bir rapor hazırladım. Fakat o günlerde Amerikalılarla İngiliz ve Fransızlar ikinci cepheyi açtılar; vaziyet kötüleşti. Berlin’i terk etmem icap etti. Mısır’a gittim. O raporu Hitler’e takdim etmeme imkân kalmadı.’
 Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni Efendi, Medine-i Münevvere’ye geldiği sıralarda daima Said Şamil Bey ile birlikte bulunurlardı. Kendisini ziyaret giderdik. Ayrıca birçok misafiri, ziyaretçisi olurdu. Çok şeyler anlatırdı. Kendisini selametledikten sonra, Said Şamil Bey’le oturup konuşurduk. Said Şamil Bey bize bütün Filistin meselesini ve Müftü Efendi’nin hizmetlerini, cihadını hülasa eder, kendi hatıralarını da anlatırdı. Allah rahmet eylesin. Tarihi bizzat yaşamış bir zat idi. Mücahid adamdı, dertli adamdı.”

Baran Dergisi 462. Sayı