Esselâmü aleyküm.
Sizi bir dakika önce de aramıştım ama telefon hattında bir problem oldu.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim.
Bu arada; bana TRT-Türk televizyon kanalında bir program yayınlandığı söylendi. Kaldığım Poissy Cezaevi’nde izlenebilen bir kanal ama –Türkçe bilmediğim için- anlayamıyorum elbette. İşte bu kanalda benimle ilgili bir program yayınlandığını söylediler bana; fotoğraflarım gösterilmiş, vesaire. Doğru mudur? Merak ettim.
(Av. Yılmaz, bilmediğini söylüyor ve programın ne zaman yayınlandığını soruyor?)
Birkaç gün önce yayınlanmış.
(Av. Yılmaz, araştıracağını söylüyor.)
Dün ve bugün, sözkonusu televizyon kanalını takib etmeye çalıştım ama neler olup bittiğini anlamadım doğrusu. Mevzu nedir, bilmiyorum, ancak buradaki Türklerden birini bulup, programı izleyip izlemediğini sormaya, şayet izlemişse muhtevasını anlattırmaya çalışacağım.
Cezayirli bir mahkûm, şans eseri karşılaşmış o programla; benim fotoğraflarımla beraber birşeyler anlatılmış ama o da anlamamış tabiî.
Neyse, boşverin, ikinci derecede bir mesele...
Bana vereceğiniz bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, benzer haberlerin sözkonusu olduğunu ve herhangi bir problem bulunmadığını söylüyor; Carlos’a “siz nasılsınız?” diye soruyor.)
Fena değil… Tam siz bana cevab veriyorken, yeniden yağmur atıştırmaya başladı. İyi bir gün geçiriyorduk ama kötü hava geri döndü. Neyse…
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu söylüyor; Carlos’a çok selâm söylediğini ekliyor.)
Bakan olarak bir sonraki hükümete girecek mi peki?
(Carlos’un yarı şaka yarı ciddi bu sorusuna, Av. Yılmaz, “hayır; henüz değil” cevabını veriyor; karşılıklı gülüyorlar.)
Böyle olmasını ümid ediyorum. Hem Kürtlerle hem de -Gülenciler hariç!- diğer herkesle barış yapmak; ülkede düzeni tesis etmek üzere, İçişleri Bakanı olmakla başlayabilir meselâ.
(Av. Yılmaz, gülerek, “gelecekte olur inşallah” diyor.)
Gülencilere ABD’ye gitmeleri için özel bir pasaport vermemiz lâzım aslında. Gülenci olmak onların hakkıdır sonuçta. Fakat Türkiye’de böyle bir hakları yoktur; bunun için ABD’ye gitmeliler! Neden olmasın; haksız mıyım?..
(Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor.)
Tamamdır.
Bana sormak istediğiniz herhangi bir konu var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor.)
Önce Ermeni meselesine kısaca temas edeyim o zaman. Şu aralar bunun hakkında konuşmak moda oldu çünkü. Caracas merkezli Telesur kanalı dahil, tüm televizyon kanallarında bu mevzu işleniyor. Büyük bir hâdise olarak sunuluyor şu ân; büyük bir propaganda bahanesi…
Yüz yıl önce etnik temizlik çerçevesinde bir milyondan fazla masum insan öldürülüyor; ama bugünün -hepsi olmasa da çoğunluğu yozlaşmış- rejimleri, kendi suçlarını örtbas etmek için bu meseleyi istismar ediyorlar!..
Bu konu üzerinde daha sonra konuşuruz yine.
Temas etmek istediğim bir diğer konu da, Paris Üniversitesi için 15 Aralık 2014’de kaleme aldığım “psikolojik savaş” konulu incelemem…
Sözkonusu yazımı yayınlamaktan korktu üniversite. Benim sesimi kısıp sansür etmek istedikleri için değil de, gelebilecek ters tepkilerden çekindiler. Ben de, “kafanıza takmanıza gerek yok, dilediğinizi yapabilirsiniz, benim yüzümden başınız derde girmesin” dedim. 
Bugün –dünyada- yaşananlar da, benim o yazıda yaptığım analizleri doğruluyor hep.
Bu vesileyle, hakkında konuşmak istediğim asıl mevzuya geçebilirim:
Emperyalist düşman, -Marks’ın tesbitidir- sırf para için, sırf kâr için, kendisiyle asacağı ipi bile idam edeceği insana satmaya bakar! Marks’ın bu tesbiti, kesinlikle doğrudur.
Tüm o savaşlar, işte Saddam’a karşı, Suriye’nin Baas rejimine karşı açılanlar gibi savaşların çoğu, ardında siyonistler olan emperyalistler tarafından başlatılmıştır daima. Bunu da, ideolojik, etnik, dinî ve sâir sebebler dolayısıyla manipüle edilmesi kolay olan insanları kullanıp yönlendirerek yapmışlardır.
Emperyalistler tarafından kullanılan bu insanların çoğu da dürüsttür aslında. Elbette aralarına tek taraflı veya çift taraflı çalışan ajanlar, paralı askerler falan sızmış olabilir, ancak sayıları çok olsa da tesirleri azdır bunların.
Şimdi; bu hafta öğrendiğim bir haber: 
Fransa, Lübnan ordusuna 48 Milan roketi teslim ediyor!.. Öyle 4800 roketten falan bahsetmiyorum; sadece 48 tane!..
(Carlos, Milan tanksavar roketlerinin teslim merasimine, vazifesi olmadığı hâlde Lübnan İçişleri Bakanı’nın da katıldığını; bu roketlerin parasının Lübnan ordusu için 3 milyar dolarlık silâh almaya karar veren Suudî Arabistan tarafından ödendiğini; bu paranın Lübnan ordusu için çok büyük bir meblağ olduğunu; bu kadar paranın Fransız silâhlarını almak için kullanılacağını; iki yıl önce parası ödenmiş sözkonusu silâhlardan da yalnızca 48 adet Milan roketinin teslim edildiğini söylüyor…
Milan tanksavar roketininin ne olduğunu tarif eden Carlos, bunun kabloyla kumanda edilen ve hedefi sürekli gözetlemeyi gerektiren, etkili menzili 1.5 kilometreden fazla olan “anti-tank” bir roket olduğu bilgisini paylaşıyor…
Sözkonusu roketleri bildiğini ve 30 yıl kadar önce, o dönem tamamen Suriye ordusunun işgali altında bulunan Lübnan’daki Bekaa dağlarının batısında kalan bir köyde, hıristiyan-faşist Lübnan Güçleri’nden bu roketleri satın aldıklarını söyleyen Carlos, güya faşist olan bu sağ görüşlü ve ziyâdesiyle İslâm düşmanı savaşçılardan satın aldıkları “birinci nesil” Milan roketlerine aslında kendilerinin ihtiyacı olmadığını ve başkaları için aldıklarını; Fransız ordusunun ise o sıralarda “ikinci nesil” Milan roketlerini kullanmakta olduğunu; bu bakımdan, Lübnan ordusunun, belki 40 yıldan bile fazla bir süredir Milan roketlerine sahib olduğunu ifâde ediyor…
O zaman aldıkları bu roketlere kaç bin dolar ödediklerini hatırlamadığını ifâde eden Carlos, sözkonusu roketlere kendilerinin ihtiyacı olmamasına rağmen, Pakistan eski devlet başkanı Zülfikar Ali Butto’nun oğlu ve babasının idam edilmesinden sonra Pakistan’da faaliyet göstermiş illegal Zülfikar örgütünün kurucusu Mir Murtaza Butto’nun –ki o dönem İngiltere’de sürgündür- Pakistan’daki örgütüne, Şam ve Kabil üzerinden teslim edilmek üzere Milan roketlerini aldıklarını vurguluyor. Zülfikar örgütünün, zamanın ajan askerî diktatörlüğüne karşı savaştığını ekliyor…
Lübnan’daki iç savaş sırasında Lübnan ordusundan ele geçirilmiş bu silâhları Lübnan Güçleri savaşçılarından satın alırken, sözkonusu silâhları kim olsa satmak isteyen bu güçlerin kendisini “Carlos” olarak tanımadığını; Zülfikar Ali Butto’nun oğlu Mir Murtaza Butto ile beraber Milan roketlerini almaya gittiklerinde, yoldaşlarından oluşan bir timin de kendilerine refakat ettiğini; çünkü karşıdakilerin düşman güçler olduğunu ve bu yüzden dikkat etmeleri gerektiğini; muhatablarının kendisinin bir “Sovyet generali” olduğunu ve Milan’ları alıp Moskova’ya falan göndereceklerini zannettiğini söylüyor ve gülüyor…
Kendilerinin aldığı Milan roketleri “birinci nesil” olsa da, Lübnan ordusundan sözkonusu roketleri ele geçiren Lübnan Güçleri’nde “ikinci nesil” roketlerin mevcud bulunduğunu söyleyen Carlos, şu ân “üçüncü nesil” Milan roketlerinin kullanılmakta olduğunu belirtiyor…
İlk Milan roketlerini bundan 40 yıl önce Fransa’dan satın almış Lübnan ordusunun eline şimdi sadece 48 adet Milan roketi geçmesinin, hem de Lübnan’ın bakan seviyesinde temsil edildiği bir merasimle “büyük alışveriş” olarak yansıtılmasındaki tuhaflığa dikkat çeken Carlos, bu kadar az sayıda roketin ancak bir tabur askere yetebileceğini vurguluyor… 
Yetmiyormuş gibi, Lübnan ordusu için bir sürü silâh alınması amacıyla tâ iki yıl önce 3 milyar dolar para ödenmesine rağmen, teslim edilenin yalnızca 48 adet roket olduğunu; bunun da emperyalistlerin nasıl bir korku içerisinde bulunduğunu gösterdiğini söylüyor… 
Sözkonusu korkunun sebebini de, hernekadar içinde düşman ajanları ve hıristiyan fanatikler olsa da, bütün olarak “ajan” olmayan ve içindeki hıristiyanların da çoğunlukla milliyetçi olduğu Lübnan ordusunun, bir gün Lübnan’a yönelik bir NATO müdahalesi gerçekleştiğinde, bu roketleri kendilerine karşı kullanması ihtimalinden duyulan korku olarak işaretliyor Carlos…
İç savaştan önce oldukça zengin, hattâ o dönem dünyadaki dış borcu olmayan birkaç ülkeden biri olan Lübnan’ın, Milan roketlerinin yepyeni modellerini, üstelik kendi parasıyla, o dönem Fransa’dan satın alabildiğini; Gayrisafî Millî Hâsıla bakımından Lübnan’ın o sıralarda çok üstün bir seviyede olduğunu söylüyor…
Carlos tam bu sözleri söylerken, cezaevinde bir yandan kart oynayıp esrar çeken, bir yandan da televizyonda futbol maçı seyreden mahkûmların “gol” sesleri yükseliyor ve Carlos’un sözleri zor anlaşılıyor. Bunun üzerine, yanıbaşında olan biteni tasvir etme ihtiyacı duyuyor Carlos ve peşinden konuşmasına devam ediyor…
Fransız askerî endüstrisinin, herkese silâh satmak, herkesle ticaret yapmak ve para kazanmak istediğini; herhangi bir siyasî partiden çok daha güçlü olduklarını; ne ABD’nin ne İsrail’in ne de bir başkasının ajanı olmadıklarını ve sadece yönetici kapitalist sınıfın çıkarlarına hizmet ettiklerini belirtiyor ve bu kapitalist sınıfın politik sınıftan daha güçlü olduğunu söylüyor… 
Sözkonusu Fransız askerî endüstrisinin, Lübnan hangi silâhı istese vermeye hazır olduğunu; ancak bundan bile korkulduğunu; çünkü Fransız hükümetinin “Fransa için” çalışmadığını; öyle “siyonizm taraftarı” falan değil, düpedüz “siyonist” bir hükümet olduğunu; içlerinde gizli-açık epeyce bir yahudi olsa da, kendilerine “yahudi hükümet” diyemeyeceğini, fakat ideolojik olarak kelimenin tam anlamıyla “siyonist hükümet” olduklarını vurguluyor…
NATO müdahalesinin yanı sıra, İsrail’in bir dahaki Lübnan işgalinde o roketlerin İsrail’e karşı kullanılma ihtimalinin, Fransız hükümetinin asıl korkusunu teşkil ettiğini ifâde ediyor; zaten bu bakımdan, Lübnan’ın tek bir gerçek düşmanı olduğunu ve bunun da İsrail’den başkası olmadığını belirtiyor…
Lübnan’ın, barındırdığı mültecî sayısının büyüklüğü bakımından, 1948 sonrası itibariyle dünyanın birinci ülkesi olduğunu; şimdi buna bir de resmî rakamlarla bir buçuk milyonu geçen Suriyeli mültecînin eklendiğini; Arabları ancak homoseksüelseler seven ve Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Irak’taki, Mezopotampa ve Şam beldelerindeki –sun’i sınırlarının bugün çözülmeye başladığı- “karmaşa politikası”nın mimarı olan o İngiliz emperyalizminin stratejik dâhisi homoseksüel profesör Lawrence tarafından -diğerleri gibi- sun’i olarak kurdurulan bu ülkenin, bugün çok zor durumda olduğunu ifâde ediyor…
Tüm bu sun’i sınırların çözülmesiyle birlikte daha iyi bir devletin geleceğini ve bu yeni devletin de Suudî ajanlarının, ABD ajanlarının, İsrail ajanlarının kontrolünde olmayacağını; Arabların, Kürtlerin ve Türklerin, aynı şekilde bölgede mevcud çok sayıda inancın en iyi temsilcilerinin böyle bir devlete vücud vereceğini vurguluyor Carlos…
Fransa’nın Lübnan’a sadece 48 roket göndererek sergilediği korkunun çok anlamlı olduğunu söyleyen Carlos, yüzyıllardır dünyaya dehşet salanların bugün korku içerisinde titreştiklerini belirtiyor; internet üzerinden kendi kendisine harekete geçen ve hem yanlış hem de acemice davranışlar sergileyerek mabedlere saldıran birtakım cihadçıların, hepsinin kalbine dehşet saldığını ifâde ediyor… 
Fransız ordusunun her mabed, her kilise, her sinagog, her masonik merkez vesaire önüne muhafız birliği göndermesini; gece gündüz buraları korumasını; ülkede kim varsa tek tek dinlemesini ve takib etmesini gerçekten umduğunu söyleyen Carlos, böylece Fransa dışından da askerlerin geri dönüp kendi ülkelerini muhafaza etmek zorunda kalacaklarını; bunun da iyi bir şey olduğunu vurguluyor…
11 Eylül’de mücahidlerin yaptığı uçaklı saldırıları aslında Amerikalıların kendisinin yaptığına dair teorileri saçmalık olarak değerlendiren Carlos, bu mücahidlerin elbette izlendiğini, ancak her gün milyonlarcası gelen istihbarat verileriyle o verileri tek tek analiz etmenin bambaşka şeyler olduğunu, bu kadar verinin öyle hemen analiz edilemeyeceğini belirtiyor…
Emperyalistlerin müslümanlara karşı başlattığı bu savaşta kaybedeceğini, bunun şimdiden belli olduğunu, çünkü “korku”nun bizim değil, onların tarafında olduğunu söylüyor…
Tekbir getirerek konuşmasını sonlandıran Carlos, eşi Isabelle’in muhteşem bir direniş gösterdiğini ve bu bakımdan kendisine minnettar olduğunu; son olarak, Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucakladığını, hem İspanyolca hem İngilizce olarak söylüyor; ve geçmişteki adaletsizliklere başkaldırdıkları için hapse düşen cezaevindeki gönüldaşların bir ân önce çıkması için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerekeni yapacağına inandığını ekliyor…)

25 Nisan 2015



Baran Dergisi 435. Sayı