İngiltere’nin AB’den ayrılma meselesine nasıl bakıyorsunuz ve AB’nin gelecekteki durumu ne olabilir?
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması, Avrupa Birliği için olumlu bir sonuç değil. Bu sonucun çıkmasını biz de dâhil kimse beklemiyordu. İngiltere yönetimi, Avrupa Birliği konusunda muhalifleriyle tehlikeli bir satranç oynadı. Sonunda bu ittifak içinde kalıp kalmama işini halkın oyuna sunma kararı aldı. İngiltere referandumu AB’nin gözünü korkutmak için değerlendirdi. İngiltere yönetimi referandum öncesinde, hem birlikten çıkma karşıtı oyları artırabilmek ve hem de Avrupa Birliği içerisindeki konumunu güçlendirebilmek maksadıyla özel bir statü alacağına dair bir anlaşma imzaladı. İngiltere’nin asıl amacı Avrupa Birliği’nden çekilmek değil, oradaki konumunu güçlendirmekti. Bunu da başaracaktı; fakat hiç beklemedikleri şekilde referandumda halk Avrupa Birliği’nden ayrılmayı seçince, İngiltere’nin hesapları tamamıyla suya düştü.

Bunun AB için büyük bir felaket olacağı yönünde yorumlar baskın durumda ama bu konuda çok hızlı hareket etmemek, aceleci olmamak gerekir. Her ne kadar Avrupa Birliği’nin sonunun geldiği dile getirilse de, bu sonuç Avrupa Birliği’nin sonu olmayabilir. Belki İngiltere’nin açığını kapatmak için bayağı bir uğraşacaklardır. Ama AB’nin sonu asıl yeni ayrılmalar gerçekleşirse gelir ve birlik bir dağılma sürecine girebilir.

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasına ABD’nin bakışı nasıl?
Amerika, İngiltere’nin AB’den ayrılmasını arka kapıdan destekledi. Bunu fazla belli etmezler; ama Amerikan siyaseti bu tür ikili oyunlar üzerine kuruludur. Açıklamaları da samimi değildir. Yani açıklamalarında İngiltere’nin AB’den ayrılmasına olumsuz ifadeler kullansa da, Amerika kendi stratejisi gereği İngiltere’nin ayrılmasını istiyordu. Bizim gördüğümüz kadarıyla bunu istemesinin de iki sebebi var.

Birincisi; Amerika bir Avrupa Birliği istiyor, ama öte yandan bu birliğin kendisine mahkûm olmasını ve kendi başına buyruk hareket edememesini istiyor. Eğer güçlü bir AB olursa Amerika için iyi olmaz. Güçlü bir AB uluslararası arenada yeni bir rakip demektir. Ama tam aksine güçsüz bir AB olması Amerika’nın daha çok işine yarayacaktır.  Böylece Amerika, Avrupa ülkelerini tek merkezden kontrol etme fırsatını ele geçirecektir. Bu çerçevede İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması, Amerika için fırsat doğurdu.

İkinci bir sebep de şu; birlikten ayrılan İngiltere’nin destek bulmak ve ittifak kurmak için Amerika’ya daha fazla yanaşacağı tahmin ediliyordu. Şimdiki durum da bunu doğruluyor. Avrupa Birliği bir taraftan İngiltere’ye ayrılmasından dolayı gözdağı verirken, “bir an önce git, masayı yeniden düzenleyelim” derken, Amerika da İngiltere’nin yanında kalacağına dair işaretler veriyor. Bu da ABD’nin Avrupa’nın içinden İngiltere’yi yanına alması anlamına gelecektir. Dolayısıyla ABD’nin bu sonuçtan mustarip olduğunu zannetmiyorum.
ABD, Avrupa Birliği’ni incitmemek maksadıyla İngiltere’nin birlikte ayrılmasına tepki gösterir tarzda açıklamalar yaptı. Bu bir oyundu. Avrupa Birliği’nin de bu oyunun farkında olmadığını zannetmiyorum. Her zaman olduğu gibi bu meselede de ABD’nin gayrı resmi tutumu resmi tutumunun aynısı değildir.

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması, Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkiler?
Kesinlikle Türkiye’ye daha çok ihtiyaçları olacaktır; fakat bu bir şey değiştirmez. Çünkü Avrupa Birliği kendisini tamamıyla bir Hıristiyan birliği olarak görmektedir. Bu sebeple bunca senedir Türkiye’yi bir türlü kabul edemedi. Soğuk Savaş sonrası izlenen genişleme politikasıyla eski Sovyet cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleri birliğe alındı. Türkiye çok çok daha önce müracaat etmesine rağmen bir türlü kabul edilemedi; hem de AB’ye üye olan diğer devletlerden bir eksiği olmamasına, hatta fazlası olmasına rağmen kabul edilmedi. Düşünün ki, mülteci krizi sonrası gündemde bir hayli yer tutan geri kabul anlaşması çerçevesinde Türkiye’ye vize serbestisi vermeyi kabul etmek bile çok zorlarına gitti. Türkiye’nin vize serbestisinden dahî istifade etmesini istemiyorlar. Bu da Avrupa’nın Hıristiyan kimliğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla ne kadar Türkiye’ye ihtiyaçları olursa olsun, Avrupa Birliği İngiltere’nin ayrılmasından doğan boşluğu başka kaynaklar harcayarak kapatmayı yeğleyecektir.

Bu sonuç bir yandan Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye olan ihtiyaç ve ilgisinin artmasına neden olsa da diğer yandan İslâm coğrafyası karşısında ABD tehlikesinin yeniden büyümeye başlaması anlamına gelecektir. Bu durum karşısında İslâm coğrafyasının kendi içindeki ittifak ve işbirliğini güçlendirmesi gerekir. Türkiye'nin de, İngiltere'nin ayrılmasından dolayı AB içinde kendisine ihtiyacın artmasını bir fırsat olarak değerlendirme yerine İslâm âleminde ittifak ve güç birliğine olan ihtiyacı öncelemesi daha isabetli bir tutum olacaktır.

Türkiye dış politikada birçok devletle sorun yaşıyordu. Son dönemde Türkiye ile AB arasındaki gerilim bir hayli artmıştı. Şimdi ise dış politikada bir revizyona gidildiğini görüyoruz. Hatta İsrail ile bir anlaşma imzalandı. Bu husustaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Türkiye dışarıdan gelen birçok baskıya maruz kalıyor. Bu anlaşmanın da Türkiye’nin baskılara boyun eğmesi neticesinde imzalandığı iddia ediliyor. Her şeyden önce şunu söylemeliyiz ki; Türkiye bağımsız bir devlet ise hiçbir baskıya boyun eğmemeli ve bağımsız bir dış politika izleyebilmeli, tavır geliştirebilmelidir. Anlaşmaya Filistin penceresinden baktığınız zaman olumlu görülebilir; çünkü şu an Gazze halkı çok ciddi sıkıntılar yaşıyor. On yılı aşkın süredir Gazze abluka altında. Gazzeliler seslerinin duyurulabilmesi için Türkiye’ye bakıyorlardı, umut olarak görüyorlardı. Anlaşmada yardımların ulaştırılması gibi konularda bir takım olumlu maddeler olsa da, tam olarak Filistinlileri tatmin edecek bir anlaşma değil. Filistin halkının beklentisi Gazze üzerinde ablukanın tamamen kaldırılmasıdır. Bu anlaşma sonrasında üslubun çok değiştiğini görüyoruz. Daha önceki açıklamalarda Gazze ablukasının kaldırılması olmazsa olmaz şart olarak öne sürülüyordu; fakat anlaşma sonrasında yumuşatılmasından bahsediliyor. Oysa esas olan ablukanın tamamen kalkmasıdır. Hiçbir gerekçesi ve yasal dayanağı olmayan bu abluka bir an önce kaldırılmalıdır. Bu sırf Gazze halkının siyasî tercihinden kaynaklı bir ablukadır. Bunun uluslararası platformda bir geçerliliğinin olmaması ve reddedilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin de bunu reddettiğine inanıyoruz, keza daha önce siyasî ve diplomatik sahada bunu dile getiriyordu. Şu andan itibaren bu durum değişti; ama abluka henüz kalkmış değil. Türkiye’nin yardımlarının ulaştırılması için bir kapı açılması söz konusu; fakat bu kapı da direkt Gazze’ye açılmayacak. Yine İsrail kontrolünde Aşdod limanından yardımların sokulması ve gümrük kapısından geçirilip Gazze’ye ulaştırılması yönünde bir anlaşma söz konusu. Bu anlaşmanın maddeleri arasında Gazzelilerin yıkılan evlerinin yeniden inşâ edilmesi için TOKİ’nin bölgeye gitmesi ve yeniden inşa faaliyetlerine girişmesi de var. Gazze’nin en önemli problemlerinden birisi de enerji. Gazze halkına bir günün ancak üçte birinde elektrik verilebiliyor, geri kalan üçte ikilik kısmında ise santrallerden elektrik verilemiyor. Bu eksiklik farklı sistemlerle yahut jeneratörlerle kapatılmaya çalışılsa da, bu sunî şeyler tam olarak çözüm olmuyor. Bu çerçevede Gazze’ye bir termik santral inşâ edilmesi planı da var. Bunlar belki Gazze’deki sıkıntıyı bir nebze olsun hafifletecektir; ama nihaî bir çözüme, Gazze ve Filistin halkının beklentisi olan bir sonuca ulaşılamamıştır.

Biz de bu anlaşmayı yolun sonu olarak görmemeliyiz. Her ne kadar bir takım olumlu adımlar atılmış olsa da, bu meseleye daha çok kafa yormalı, daha çok çaba göstermeli ve Filistin davasının nihaî kertede başarıya ulaşması için çalışmalıyız. Şu an Türkiye İsrail ile diplomatik ilişkileri normalleştirmiş olabilir; fakat normalleşmeye rağmen abluka kalkmış değildir, Gazze ile direkt irtibat kurulamamaktadır. Eğer Türkiye bu söylediklerimi de sağlarsa anlaşmadaki eksiklikleri de gidermiş olur. Aksi takdirde kusurlu bir anlaşma olur.

Türkiye’nin dış politikada gerçekleştirdiği bu revizyonu zarurî kılan sebepler nelerdi?
Türkiye uluslararası arenada bir hayli yalnızlaştırıldı. Almanya, Rusya, ABD’nin politikaları Türkiye’nin yalnızlaşmasına vesile oldu. Suriye meselesi etrafında yaşanan hadiseler, Rusya ve ABD’nin Türkiye karşı olmasına rağmen PYD’ye destek vermesi, yine Rusya ile yaşanan uçak krizi, Avrupa devletlerinin bilhassa Almanya’nın uyguladığı politikaların tamamı Türkiye’nin çıkarlarına tersti. Öte yandan PYD’nin Rusya ve ABD’den almış olduğu destekle birlikte PKK’nın içeride eylemliliğini artırması Türkiye’nin kapana kısılmasına sebep olan unsurlar. Tüm bunlar gösteriyor ki, Türkiye askerî, ekonomik, diplomatik, siyasî ve sosyal birçok cephesi olan bir savaşa muhatap durumda. PKK üzerinden askerî bir savaş, Rusya’nın uçağının düşürülmesi sonrasında uyguladığı ekonomik yaptırımları düşünürsek ekonomik bir savaş, Almanya’nın Ermeni meselesini yeniden pişirip sofraya koyması gösteriyor ki siyasî bir savaş veriliyor… Bu misalleri çoğaltabiliriz. Bu çok veçheli savaş aynı zamanda, cepheleri de karmaşık bir görüntüde olan bir savaş. Suriye meselesinde Rusya ile İran bir cephede, Avrupa Birliği ve ABD farklı bir cephede; fakat mesele Türkiye’yi köşeye sıkıştıran bir husus olduğunda hepsi aynı cephede yer alabiliyor. Hem çok yönlü, hem de çok taraflı olan bu savaşta Türkiye’nin herhangi bir destekçisi de yok.

İstanbul Atatürk Havalimanı’na bir saldırı gerçekleştirildi. Tam da İsrail ve Rusya ile normalleşme sürecine girilirken böyle bir saldırının gerçekleştirilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu tip saldırıların bu baskılardan ve siyasî hesaplaşmalardan tamamıyla bağımsız olabileceğini düşünmek ve söylemek tabiî ki mümkün değil. Türkiye’nin dış politikada tavır değiştirdiği demlerde, turizm mevsiminin başladığı günlerde, dünyanın en işlek ve en korunaklı havaalanlarından birisinin hedef alındığını düşünürseniz demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
İşin önemli bir boyutu da Türkiye’de daha evvel gerçekleştirilen saldırılardan önce olduğu gibi bu saldırıdan önce de ABD’nin Türkiye’de bulunan vatandaşlarına havaalanlarından uzak durmaları yönünde yaptığı uyarı… Bunların hepsi bir arada düşünüldüğünde Türkiye ile Rusya arasındaki yumuşamanın hedef alındığı iddia ediliyor. Hedef alındığı iddia edilen bir diğer şey de Türkiye İsrail yakınlaşması… İsrail yakınlaşması çerçevesinde düşünürsek karşımıza ilginç bir soru çıkıyor. Eğer İsrail ile yakınlaştığı için Türkiye vuruluyorsa, yakınlaşmanın bir de diğer tarafı, yani İsrail var, oraya niçin bir saldırı gerçekleştirilmiyor? Saldırıyı gerçekleştiren örgüt IŞİD. Müslüman olduğunu iddia eden bir örgüt... Fakat bu nasıl bir çelişkidir ki bu örgüt İsrail’e bir saldırı gerçekleştirmiyor; ama Türkiye’ye gerçekleştiriyor.

IŞİD denilen örgütü bir komplo örgütü olarak değerlendirmek lâzım. Suriye’de bir direniş örgütü gibi türemesine mukabil direnişe Suriye rejiminden daha çok darbe vurdu. Irak’ta bir proje neticesinde Musul’u, Felluce’yi ele geçirdi. Buradaki Müslümanlar sürüldü, yerinden yurdundan edildi. Akabinde düzenlenen sözde operasyonlarla da Felluce yeniden Irak’a teslim edildi. Yani IŞİD demografik yapıyı değiştirmek için bir bahane olarak kullanıldı. Rakka’da oynanan oyun da bunun bir benzeridir.

Uluslararası emperyalizm aslında IŞİD’i İslâm âlemine içten darbe vurmak amacıyla kendi eliyle beslemiş ve stratejik hesaplarında kullanacağı bir konuma gelmesini sağlamıştır. 
Tüm bunlar gösteriyor ki bu örgüt sipariş bir örgüttür ve yaptıkları eylemler de sipariş eylemlerdir. Örgütün Türkiye’ye karşı savaşı ve eylemleri de doğrudan Türkiye’yi hedef alan savaşın bir parçasıdır. Dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen eylem de sipariş bir eylemdir. Arka planında istihbarat örgütlerinin olma ihtimali yüksektir.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 495. Sayı