Hiç bir devir Allah dostlarından boş değildir. Onları bulmak ve onların rehberliğinde İslâm aksiyonuna talip olmak gerek. Bu da en başta eşya ve hadiseleri doğru yorumlamak demek. Sadece kalb temizliğinde kalan dost ve gruplar da önemlidir, ancak bunun cemiyet ve mücadele ayağı eksiktir. Kısaca iç ve dış aksiyon birlikte olmalıdır. Aksi hâlde günümüz Müslümanlarının karşılaştığı şu sorun ortaya çıkar: Gönüller İslâm’a yaklaşırken modern hayat İslâm’dan uzaklaştırıyor.

Bu ikilemi/düğümü çözmenin yolu ise ideoloji ile hayatın arasındaki irtibatı bulmak, İslâm’ı yaşanır kılmaktır. Sadece namaz-oruç gibi ibadetlerden bahsetmiyorum. Cemiyet nizamı olan bir inanç sisteminden bahsediyorum. “İdeolocya ve yaşamak” bahsine vurgu yapıyorum. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun, “İdeolocya ve İhtilâl” isimli eserinde müstakil olarak incelediği ve çözümlerini sunduğu mesele...

Tüm (bütün) ifade eden bir ideolocyaya inanmış ve bunun cemiyete nakşına kendini adamış yanık ruhlu (dertli) insanlar lâzım. İslâm ile dertlenen insanlar ise azdır. Ancak etrafımıza iyi bakarsak bunları görür, buluruz. Sahtelere de dikkat etmek gerek.

Geçen ay, Şehid Halil Kantarcı’nın köyüne yolum düştü. Köyün girişinde yeni açılan (15 Temmuz 2019) Halil Kantarcı Parkı’nda rahmetli Halil’in babası Ali Kantarcı bizi bir gönüldaş samimiyetiyle karşıladı. Ondan bir şehid babası tadını aldık. Sabırlı ve duyarlı bir insan. O da bizim ziyaretimizden ve rahmetli Halil ile süren fikrî ve fiilî arkadaşlığımızdan memnuniyetini ifade etti. Halil’in annesinin hazırladığı kahveleri içerken sadece Allah ve Resûlü için olan kardeşliğin tadını aldık diyebilirim. Hüzün dolu duygularla oradan ayrıldık.

Bazı insanlarda ise bir ruh ve estetik yakalayamazsın. Velev ki aynı dünya görüşüne mensup olsun, böyle insanlar fevkalade iticidirler. Kaba ruhlu insanlarla ne dost olunur, ne de düşman. Böyleleri ile muhatap olmak yerine karşıt kutupla muhatap olmak daha faydalıdır. Zira düşmanından bile istifade edebilirsin, senin dil ve diyalektiğini geliştirmene vesile olabilir. Ancak ahmak dost, sadece zihne dağınıklık verir ve seni boşuna meşgul eder. Hadiste işaretlendiği üzere, ahmaktan uzak durmak gerekir. Karşıtlarında ise kendi imanını zıttından gösterebilirsin, arınma kurnası olarak faydalanabilirsin. Hz. Ali’nin, “Cimri Müslümandansa cömert kâfiri tercih ederim.” sözündeki hikmeti düşünmek gerek. BD-İBDA gibi estetik plânı başa alan bir fikriyatın gerçek bağlıları, incelik idrakı ve zarafetten pay sahibi olmak zorundadır. Zira su, pis borudan nasıl kirlenerek akarsa, kaba ve çirkef ağızlarda da İslâm davası yücelmez.

Allah Resûlü’nün sancaktarı Abdülvehhabî Gâzî Hazretlerinin şehre tepeden bakan kartal yuvası merkadında (Sivas Yukarı Tekke Mezarlığı) şu hadis yazıyor:

“Ashabından herhangi bir kimse bir ülkede ölürse, kıyamet günü onlar o ülke halkı için bir lider ve nur olarak mahşere kaldırılır.”

Hakikatte onlar Allah ve Resûlü’nün mesajını yaymak için (ila-yı kelimetullah) kartal gibi buralara gelmişler ve bu yüksek mekânı karargâh kılıp beldelerini aşılamışlardır. İnanç hâline gelmiş fikir ve kabını doldurup taşan bir güzellik ve aksiyon söz konusu. Demek ki bir şeyler almışlar ki buralara kadar vermeye gelmişler. Çünkü bir kimse kendisinde olmayan bir şeyi başkasına veremez. Olmadan oldurmak mümkün değil.

Yanık ruhlu mü’mine bir misal olarak, Allah ve Resûlü’nün sevgilisi, Nakşibendî taifesinden Hacı Bülbül Dede’nin bir çok Nakşî zevatla birlikte (Mustafa Tâci Efendi vd.) Yukarı Tekke Mezarlığı’nda medfun olduğunu belirtelim. Hacca yaya gidermiş, bir sene hacca yetişememiş, Ürdün’de kendini şişlemiş. Ondaki farklılığı görenler onu Kral Hüseyin’e çıkarmışlar. Kral, “seni hacca yetiştireyim, yalnız, bana dua et!” demiş. Bülbül Dede, “o karı (kralın evli olduğu İngiliz kadını kastediyor) koynunda olduğu müddetçe sana dua etmem” demiş. Bülbül Dede, baş olmaya kalkan çıkarcı müritlere de yüz vermez, “Mürid olmadan şeyh olmaya kalkıyorsunuz!” diye azarlarmış. Samimî müridleri de böylelerinden korurmuş, onların çengeline düşmesine engel olurmuş. Tabiî bunları hikâye olsun diye anlatmıyorum. Günümüzde de olmadan olmuş görünenler, baş olma sevdasına düşenler ve daha mürid olmadan şeyhlik pozlarına bürünenler mevcut. Kerameti kendinden menkul hesabı. 

Abdülhamid Han, Bosna ve Kudüs’e aynı saat kulelerini inşa ederek iki şehrin birbirine bağlı olduğunun mesajını dost ve düşmanlara vermek istemiş. Maddî olarak küçük ancak mânâ olarak büyük bir hareket. İslâm coğrafyasının birliğini ve kardeşliğini gösteren sembolik bir davranış. Bu mevzuya tekrar döneceğim.

Şu hikâyeyi de anlatayım: Selçuklu eseri olan Şifâiye Medresesi’nin karşısına İlhanlı veziri Çifte Minare’yi dikmiş, o esere tepeden bakar nitelikte. Yani burada artık hâkim benim demek istemiş. Selçuklu veziri ise hem dışardan gelenler ilk bizi görsün hem de böyle bir yer olsa da bizim neslimiz yetişir mânâsına bataklık alana Gök Medrese’yi inşa etmiş. Ve gerçekten de onun muradı olmuş. İlhanlılar kalmamış, ancak Selçuklular Osmanlılar ile yürüyüşüne devam etmiş. Muhyiddin-i Arabî’nin Sivas’ta bulunduğunu, I. İzzettin Keykavus’un kendisiyle sohbet edip duasını aldığını bir not olarak ilave edelim. Büyük velinin (Şeyh-i Ekber) nefesi de Anadolu topraklarındadır. Malatya, Sivas ve Konya’da ikamet etmiştir.

Hem komutan hem kültür adamı olan Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğlu İsa Bey’den bahsetmek istiyorum. Onun yaptırdığı İzmir-Selçuk’taki İsabey Camii’nin yüksek çatılı ve enine dikdörtgen iç mekânı Selçuklu tadı veren bir ibadet mekânıdır. Selçuklu’daki düz çatılı camiler Osmanlı’da son ve mükemmel şekline ulaşarak kubbeye dönmüş idi. Birbirinin yolundan gitme, mirası sürdürme (iz sürme) ve geliştirme. Bayrağı devralma ve daha yükseğe taşıma da diyebiliriz. Şimdiki haramzadeler ise fırsat buldukça gelenek düşmanlığı yapıyor. Selefîsi, reformisti, oryantalisti aynı kafada ilerliyor. Kemalistler dıştan köklerimizi baltalarken, selefi ve reformistler ise içten köklerimizi kurutmaya çabalıyorlar. Ancak sağlam çekirdek olarak BD-İBDA fikriyatı ve gençliği var. Allah’ın izniyle onlar hedeflerine ulaşamayacaklar. Tabiî ki duayı icrada aramak şarttır.

İslâm davası bir bütündür. Pazarlıksız Allah ve Resûlü diyenler, davayı bütünleyen kahramanlardır. Abdülhamid Han’ın Bosna ve Kudüs’e aynı saati yerleştirerek ifade ettiği bütünlüğü bugün de hissediyoruz. Bosna Savaşı’na buradan 2500 Türk gitmiş, 36 şehid mezarı biliniyormuş. Taravnik Hacı Ali Begova Camii avlusunda bir kısmı yatıyor, öbür şehidlerle beraber. Uluslararası ilişkiler ve ilahiyat mezunu ve Bosna’da siyasî alanda çalışan gönüldaş Niyaz Hlivnjak, cami avlusundaki şehidlik için Türk heyetine, “burası küçük Çanakkale” diyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eserini inceledikten sonra da, “İnşallah Bosna Başyücelik olur!” diye istikbalini ifade ediyormuş. Oradaki sorunlar da buraya benziyor. Dayton Barış Anlaşması’nın bir amacı da Müslüman varlığını kültürel olarak yok etmek, maneviyatı öldürmek. Mesela alkol su fiyatına imiş. Anlaşılan o ki, muhit merkezden ses gelmesine muhtaç. Demek ki, önce kendi içimizde kurtuluş olacak ki, dışarıya karşı kurtarıcı olalım. 

Modern hayatın olumsuzluklarından şikâyet edip durmak ve çözüm olan fikir ve aksiyon mihrakının (tüm ifade eden ideolocya) icabını yapamamak doğru bir tavır değildir. Söylemde haklı olmak eylemde pasif olmayı meşrulaştırmaz. Eğer bizim tercihimiz, “fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek” olursa, mahkûm tavırdan da kurtuluruz. “İyi yaşamak” hangisidir bunu düşünmek gerek. Modern-kapitalist hayat içinde ezilmek mi, fikrin ve ruhun özgürlük alanında çağımızın sorunlarını göğüslemek mi? Atalet ve tembelliğin aynı zamanda pislik mânâsına geldiğini hatırlatalım. “Temizlik imândandır” prensibini ve temizliğin yenilik ve aksiyon mânâsını da ilave edelim.

Misafir olarak gittiğim bir köyde gezmek amacıyla dolaşıyorum. Öyle ki oranın sakinleri olan tanıdıklar peşimden geliyor. Yolum bir bostana düşüyor. Köylü bizimle ilgileniyor, çalışmasını bırakıp taze ürünlerinden bir kaç demet yapıp bize veriyor. Köyün alt tarafına düşen buralara benim indiğimi öğrenince köylü şöyle diyor: “Gezen tilki, yatan aslandan daha kârlıdır.” Öyle de oldu, kucağımız dolu olarak oradan ayrıldık. Tabiî ki mesele sadece gezmek değildir. Ulvî bir amaç ve bu amacı uğrunda gayret etmektir makbul olan. Hatırıma şu hadis-i şerif geldi: Allah Resûlü yanında sahabîleri yolda yürürken uzaktan gördükleri bir kişiye önce selâm vermez, ancak dönüşte selâm verir. Sebebini soran sahabîlerine ise şöyle izah eder: “Bu kişi önce hareket etmiyor idi. Dönüşte bir hareketi vardı, onun için selâm verdim.”


Baran Dergisi 658. Sayı

22.08.2019