Dünyada hâkim olan iktisadî düzen, üzerine bina edildiği karşılıksız para ve finans sitemi dolayısıyla 2008 senesinde büyük bir kriz doğurdu. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, sisteme hâkim olan ülkeler bu krizin sebebleriyle yüzleşmek yerine, karşılıksız finans sistemi üzerine daha da abanmak suretiyle palyatif çözümlere sarıldılar. Geçici olarak krizin etkilerini hafifletmiş olsalar da, sorunun kaynağı ve krizin kendisi hâlen yerli yerinde duruyor.
Ağızlardan “rasyonalite” ve “pozitif akıl” lâflarının eksik olmadığı günümüzde, belki de dünya çapındaki en büyük irrasyonalite olan mevcut ekonomik sistem, nedense kimse tarafından bu yönüyle ele alınmıyor. Amerika’nın siyasî ve askerî gücü, ekonomik plandaki başarısızlığını daha ne kadar gizleyebilir bilinmez; fakat Amerika da bu vaziyetin şuurunda olacak ki, 1970’li yıllardakine benzer bir arayış içine girmiş vaziyette... Böylelikle hem iktisadî olarak dünya çapındaki ekonomik hâkimiyeti tescillemenin ve hem de doların dünya para sistemi içindeki konumunu alternatifsiz kılmak üzere harekete geçmiş bulunuyor.
Amerikan Doları
Sene 1944. Henüz İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllar. Amerika’daki Bretton Woods isimli kasabada gerçekleşen Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı’nda, İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük darbe alan dünya ekonomisi ve para sistemine yeni bir düzenleme getirmek, savaştan zarar görmüş bölgeleri yeniden kalkındırarak ekonomik istikrarı sağlamak maksadıyla toplanılıyor. Bu toplantıda IMF ile Dünya Bankası’nın kurulması ile beraber ayarlanabilir kur sistemine geçilmesi kararlaştırılarak, diğer ülke para birimleri Amerikan dolarına endeksleniyor. Dolar ise başka bir ülke para birimi yerine altına endeksleniyor. (1 ons altın 35 Amerikan doları olacak şekilde.) Amerikan Merkez Bankası FED, bu anlaşma karşılığında, yabancı merkez bankalarına arz edecekleri dolar karşılığında sabitlenmiş fiyattan altın satmayı taahhüt ediyor. Amerikan dolarının dünya çapında rezerv para hâline gelmesi bu anlaşmayla başlıyor.
1971 senesinde Amerikan dolarının devalüasyona uğraması, ABD’nin içine düştüğü ekonomik buhran sebebiyle altın standardından vazgeçmesi ve 1973 yılında sanayileşmiş ülkelerin paralarını dolar karşısında dalgalanmaya bırakma kararı, para sisteminin tamamen çöküşüne neden olmuştur. Yom Kippur Savaşı, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün bu dönem izlediği ekonomi politikası, Amerika’nın Vietnam hezimeti ve Soğuk Savaş’ın zorlu şartları bu çöküşte belirleyici faktörler arasındadır.
1973-1974 petrol şokunu izleyen yıllarda, OPEC ülkeleri ellerindeki büyük dolar fazlasını Avrupa piyasalarına sundu. Avrupa Bankaları, bu dolarları, ödeme dengesi problemi içinde olan petrol ithâl eden ülkelere kullandırdı. Petrol ihraç eden ve ellerinde dolar fazlası olan ülkelerden gelen fonlar, petrol ithâlatçısı ülkelere plase edildi ve böylelikle PETRO-DOLAR piyasası doğmuş oldu.
1944 senesinde, Bretton Woods Konferansında Amerikan dolarının altına endekslenmesiyle kurulan ve 1971 senesinde çöken global para sistemi, bu sefer gayr-ı resmî bir şekilde, doların petrol üzerinden kıymet bulmasıyla yeniden teşkil edilmiş oldu.
Petrol ticareti üzerinden yeniden itibarını kazanan; fakat bu esnada altın gibi bir varlık değere endeksini de kaybeden Amerikan doları, ilerleyen yıllarda Amerika’nın siyasî ve askerî gücü vesilesiyle milletlerarası ticaretin de biricik vasıtası hâline dönüştü.
Bugünden bakacak olursak, globalizmle beraber dünya ekonomik sistemi öyle bir şekilde tesis edildi ki, doların yahut Amerika’nın batması, geri kalan bütün ülkeleri de peşinden dibe sürükleyecek bir paradoksa dönüştü. İktisadî açıdan Asya ekonomileri her ne kadar büyüseler de, dolara endeksli bir şekilde büyüdükleri için asıl kazanan hep Amerika oldu. Bununla beraber bir süre sonra Amerika’nın ve Amerikan dolarının yaşatılması, diğer ülkeler için de hayatî bir önem arz etmeye başladı.
Petro-dolar
Bugünkü iktisadî düzen, Amerikan doları ve ona değer veren petrol üzerine kurgulanmış vaziyette. Eğer ki petrol alışverişinde kullanılan para birimi dolar olmaktan çıkarak başka bir para birimine dönecek olursa, yalnız Amerika değil, Çin ve Japonya başta olmak üzere birçok devlet ekonomisi ve birbirine bağlı olarak da bütün dünya ekonomisi bir anda altüst olacaktır.
Ortadoğu’daki petrol rezervleri üzerinde söz sahibi olan Suudî Arabistan, tam da bu sebeble global ekonomik sistem içinde kilit taşı hüviyetindedir. Yarın Suudî Arabistan çıksa ve dese ki; “biz bundan sonra petrol satışını Çin para birimi olan Yuan üzerinden yapacağız.” muhtemelen bir hafta içinde Çin’de dahil olmak üzere bütün ekonomiler altüst olacaktır.
Şehid Saddam Hüseyin, petrol satışını bundan sonra Euro ile yapacağını açıkladığında global piyasalarda meydana gelen dalgalanmayı ve doların eriyişini hatırlayın. Hele ki Saddam Hüseyin’in diğer petrol üreticilerine misal teşkil etmesi korkusu, Beyaz Saray’dan başlayarak bu düzenden nemalanan bütün ülkelerin merkezlerini tir tir titretmiştir herhâlde...
Zaten bu sebeble Saddam Hüseyin sistem için tehditti. İran senelerdir tam da bu sebeble global sisteme karşı bir tehdit değil.
Büyük Ortadoğu Projesinden
Büyük Ortadoğu Kaosuna
Meselenin hep iktisadî tarafını konuştuk, biraz da siyasî veçhesine dönelim ki bugünü daha iyi bir şekilde anlayabilelim.
Aslında hesab oldukça basitti. Ortadoğu, bütün kazanç ve maliyetleriyle beraber FETÖ’nün başında olduğu “Ilıman İslamcı” Türkiye’ye devredilecekti. Böylelikle petrol alışverişinde dolar geçer akçe olmayı sürdürecek ve bu bölgeden kaynaklanan risklerle Türkiye mücadele edecekti. Petrolden elde edilen gelir de Amerikan bankalarına yatacağı için, Türkiye Cumhuriyeti yalnız Anadolu’nun değil, bütün bir bölgenin Amerikan Valiliğine dönüşecekti. Senelerdir dönüştürülüp bir türlü global sisteme entegre edilemeyen Müslümanlar da, İslâm’ın Amerika’nın çıkarlarına göre dönüştürülmesi neticesinde tam da istedikleri gibi sistemin bir parçası hâline geleceğinden, Amerika ve perde arkasındaki müttefiklerinin tek başlarına cihan hâkimiyetlerini sürdürmelerinin önünde bir mani kalmayacaktı.
Evdeki hesab çarşıya uymadı.
Amerika’nın İkinci Dünya Savaşında yetişmiş ve Soğuk Savaşı Amerikan zaferiyle neticelendirmiş kurmaylarının, üzerinde senelerce çalıştığı projenin iflâs etmesi şaşırtıcı biçimde kolay oldu. Türkiye’de işler kendi açılarından iyi gitmediği gibi –Tayyib Erdoğan’ın one minute çıkışı, Mavi Marmara hadisesi, FETÖ ile Erdoğan arasında 2011’de yaşanan ilk ciddi gerilim, vs.-, ilk başlarda kontrol edemedikleri bir Arab baharı dalgasıyla karşılaştılar. Türkiye önderliğinde ve BOP marka ismiyle bütün İslâm âlemini ABD sistemine bir daha kopamayacakları şekilde eklemleme projesi de çöpe atılmış oldu.
Bu sebeble B planına geçtiler ve Arab Baharı’nın istikametini bütün bir İslâm coğrafyasını atomize etmeye çevirdiler. Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya gelinceye kadar el attıkları her yerde muvaffak da oldular fakat yine burada işler sarpa sardı. Emniyet, yargı ve ekonomik olarak denedikleri müdahalelerin ardından bir kez de ordu ile müdahale etmeye kalktılar fakat yine de muvaffak olamadılar.
Not: Bugün hâlen “Amerika ile Türkiye’nin ortak çıkarları vardır, ilişkilerimizi onarmak bizim de çıkarımıza, tansiyonu düşürmek lâzım” diyen o salak yahut hain her kimse, nasıl bir alçaklık ve namussuzluk içinde görüyorsunuz değil mi?
Ortadoğu’yu dizayn etmek, Anadolu’nun yeniden düzenlenmesinden geçiyor. Ve burası düşmedikçe, tıpkı BOP gibi Arab Baharı vesilesiyle başlatılan proje de Amerika ve Yahudi için B.K’tan öte bir anlam ifade etmiyor. Kaos ise içinden nasıl bir düzen çıkacağı meçhul olan kargaşa durumu... Öyle bir düzen de çıkabilir, böyle bir düzen de. Dolayısıyla hangi açıdan ne kadar güçlü olunursa olunsun, riskli bir iklim meydana getiriyor.
***
Suudî Arabistan’da yaşanan görevden almaları da bu iki açıdan okumak gerekiyor. Amerika kendisine karşı olanları Suudî Arabistan devleti içinden bertaraf ediyor. Aynı zamanda Türkiye’ye sıcak para taşıyanlar da Amerika’ya karşı olmakta müşterek olduklarından, bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
Türkiye’nin burada en çok dikkat etmesi gereken ise Katar. Gerekiyorsa Türkiye’nin Katar’daki askerî varlığını daha da arttırması ve orada gerçekleşmesi muhtemel bir askerî darbeye karşı mevcut iktidarı muhafaza altına alması gerekiyor. Eğer ki Katar’da düşerse, Türkiye’yi en azından iktisadî açından bugünden daha zor günlerin beklediğini söyleyebiliriz.
***
Paradise Belgelerine de bu gözle bakmak gerek. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Panama Belgelerinin yanında esamisi okunmayacak bu liste, belli ki birilerine sopanın ucunun gösterilmesi anlamına geliyor. George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü ve Ford Vakfı tarafından fonlanan Milletlerarası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun açıkladığı ve ilk bakışta hiçbir anlam taşımayan belgeler, belli ki birilerine gözdağı. Son zamanlarda ekonomik olarak köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye olduğuna göre de, buraya sıcak para taşıyan finansörler tehdit ediliyor olabilir.
Türkiye’nin Değişen Konjonktürü
Suudî Arabistan nasıl ki global ekonomik sistemin kilit taşıysa; Türkiye de dünya düzeninin kilit taşı konumunda bulunuyor.
Yahudi ve Amerika, bölgedeki Müslümanların yaşadığı ülkeleri bir bir parçalarken, farkında olmadan Müslümanları Türkiye’nin etrafında konsolide ediyor.
Açacak olursak. Senelerdir Müslümanların kafasını karıştıran Mısır, İran, Suudî Arabistan gibi devletler tesirlerini yitirirken, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkeler de düştüğünden, alan olduğu gibi Türkiye’ye açılıyor. Bütün Müslümanların yüzünü bu tarafa dönmesi hoş fakat, elbette bu vaziyetin peşinden getirdiği bir de mesuliyet var. Ve bu mesuliyet zannedildiği gibi yalnız insanî yardım malzemesi taşımak, okul açmak ve su çıkartmaktan ibaret değil. Bir milyarı aşkın Müslüman, tüm bunların yanı sıra, yeni bir dünya düzeni için, yaşanmaya değer bir hayat bu topraklarda yeşerecek ve bölgeyi sarıp sarmayacak diye bu topraklara dönmüş durumda.
Türkiye ise kendi içindeki idarî işleri hâlletmiş, rejimden kaynaklanan meselelerin kapısındaysa tıkanıp kalmış durumda. Dikkat ediyorsanız, muhalefetin dahi en çok dikkat çektiği mesele adalet olmakla beraber, ne zaman iktidar elini adalete atacak olsa, “yargı bağımsızlığı” diye yaygara kopartıp meseleleri çözümsüzlüğe mahkûm ediyorlar. Rejimden kaynaklanan eğitim, ekonomi ve çevreye kadar daha pek çok mesele de aynı noktaya gelip tıkanmış halde. Türkiye’nin çözülmesi gereken meseleleri artık idarî ve şeklî değil, ruhî. Ruhî meselelerin çözüme kavuşturulması için de yeni bir idare ruhu ve o ruha göre idare şekline ihtiyacımız var. Başkanlık sistemine geçilmiş olması işin şekil planında bir değişikliğe vesile olması bakımından mühimse de, ruhî bakımdan hâlen beklenen irade ortaya konmuş değil. Uzlaşmacı karakter korunarak böylesi bir değişimin gerçekleştirilmesi de mümkün değil.
Türkiye’de Ehl-i Sünnet anlayışının kökünü kazımak adına gerçekleştirilen faaliyetler de bu noktada anlam kazanıyor. Ne uzlaşmayı ne de teslimi kabul etmeyen, yalnız Mutlak Fikir’in iktidarını şiar edinen bu anlayışın, senelerdir çözüm bekleyen kemikleşmiş meselelerimizi çözecek tek yol olduğunun şuurunda oldukları için Ehl-i Sünnet’e saldırıyor ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
İradeyi Kim Ortaya Koyacak
“Dolardan girdik, Ehl-i Sünnet’ten çıktık.” diyenler olacaktır. Aslına bakacak olursanız, içinde bulunduğumuz zamanda bütün meseleler bu birkaç sayfadaki kelime ve cümleler kadar içiçe girmiş bir bütün hâlinde. Bir bakıma bu vaziyet bile parça parça ele alındığında meselelerin niçin çözümsüzlüğe mahkûm olduğunu da ortaya koyuyor. Yani Mutlak Fikrin Gerekliliği ile beraber Bütün Fikrin Gerekliliği meselesi.
Müesses nizam, Suudî Arabistan Kralı’nın petrolü hangi para biriminde satacağı gibi bir pamuk ipliğine bağlanmış vaziyette can çekişiyor. Bu vaziyetin farkında olduğu için de Batı dünyası agresif politikalar izlemekten çekinmiyor ve bunu yaparken de çoğu zaman kazandığından çok kaybı oluyor. Anlayacağınız, Ahmak Fil zincirden kurtulmuş, kudurmuş vaziyette sağa sola, aslında belirsizliğe saldırıyor. Dolayısıyla karşımızdaki düzenin en zayıf olduğu bir zaman diliminde bulunuyoruz.
Bizim meselemiz ise rejimden kaynaklanan meselelerin çözümü noktasında düğümlenmiş vaziyette. Emniyet, yol, köprü, altyapı gibi idarî işler öyle veya böyle çözülüyor. Ruhî bakımdan ise hem vasıta ve hem de gaye olacak idare ruhumuz hazır. Bizim için gereken tek şey bu yeni idare ruhunu hâkim kılacak olan irade.

Baran Dergisi 565. Sayı