“Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” diyen Dostoyevski, henüz 43 yaşına varamadan hayata veda eden Gogol’un “Palto” isimli hikâyesine (“öykü” değil) atıf yapar. Ama sadece bir atıf değildir bu: Gogol, yaşadığı dönemin “kısır” ortamında “yepyeni” bir dil, üslub ve hattâ muhteva getirmiştir Rus edebiyatına. Ortada henüz ne Dostoyevski, ne Tolstoy, ne de diğer Rus yazarları vardır. Hattâ Puşkin’in şiirlerinden başka kayda değer herhangi bir hareketlenme de yoktur. Alev Alatlı, “Gogol’un İzinde” isimli romanının ilk cildinde, şöyle konuşturur kahramanını:
- “Derler ki, Gogol bilinmeden Rus ruhu anlaşılamazmış. Rus edebiyatını Puşkin’in mükemmeliyetçi şiirinden ve Shakespeare’in etkisinden kurtarıp, yönünü Dostoyevski’ye çeviren adam Gogol. Konunun uzmanı değilim ama anladığım kadarıyla Gogol, Dostoyevski’nin elem dolu çırpınışının öncüsü olmuş, ideolojik ve dinî bir yönelişe girmiş. Sanatın yurttaşlarını eğlendirmek için değil, kurtarmak için varolması gerektiği inancını Rus edebiyatına sokan yazarmış.”
Oysa ilkin bir mizah-hiciv yazarı olarak ortaya çıkmıştır Gogol. Hikâyeler kaleme alarak başladığı yolculuğu, Ölü Canlar’a kadar da devam etmiştir. Kısa hikâyenin usta yazarı olarak anılması bundan… İroni yüklü hikâyelerini okuduğunda şöyle olmuş Puşkin’in tepkisi:
- “Kitabı henüz bitirdim. Şaşkına döndüm. Al sana mizah! En ufak bir tantanası, rüküşlüğü olmayan, en içten orijinal mizah! Ve dahası, o ne şiirdir, ne duygu yüklü incecik anlatımlardır onlar. Bütün bunlar bizim edebiyatımızda öylesine rastlanmadık şeyler ki, hâlâ kendime gelmiş değilim!”
Puşkin, Gogol’un daha sonra yazdıklarına yetişemeden öldüğü için, onu sadece bir mizah yazarı olarak tanımıştır. Ölü Canlar, Kazaklar, Palto gibi eserleri henüz yoktur ortada. Nitekim Ölü Canlar’ın ikinci cildini tamamlamadan Gogol de ölmüştür.
Öyleyse, Rus edebiyatını derinden etkileyen Gogol kimdir, biraz daha yakından bakalım…
Tam adı, Nikolay Vasilyeviç Gogol. Soyadı hakkında ilginç iddialar var. “Gogol” soyadının Slav ve Avrupa dillerinde tam bir mânâsı yok. Bu kelimenin Slav dillerine, Karadeniz'in kuzeyinde yaşamış olan Türk dilini konuşan insanlar tarafından geçtiği iddia edilmiştir. Slav dillerinde “ö” sesi olmadığından, en yakın olarak “o” olarak söylenmiştir. Eski Türkçe ve Türk dillerindeki “gök rengi” anlamına gelen “gögöl, gögül, gögel” kelimelerinden geldiği düşünülmektedir. Gogol soyunun eski armasında mavimsi bir renk bulunması da bu iddiayı güçlendirmektedir.
Gogol, 1809 yılının Mart ayında Ukrayna'da dünyaya gelir. Ailesi tarafından üstüne fazla düşülür, ailesine düşkün ve bağımlı, içine kapanık biri olarak yetişir. Çocukluğu köy hayatı ile ve yoğun Kazak kültürü etkisinde geçer. Gençlik yıllarında şiir ve edebiyata ilgi duyar. 1828'de Petersburg’a gider. Orada memur olmayı ve bir şekilde geçinmeyi düşünür fakat işler istediği gibi gitmez. Tekrar Petersburg’a dönen Gogol bu sefer çok düşük bir maaşla da olsa devlet memuru olarak çalışmaya başlar. Bu görevden de bir sene sonra ayrılır.
1836'da Puşkin'in çıkardığı “Sovremennik” adlı dergide, iğneleyici bir üslûbla yazılmış gerçeküstücü hikâyesi Burun’u yayınlar. Puşkin onu büyük bir ilgiyle karşılar. Rus edebiyat dünyasında Fransız ve İngiliz yazarların ikinci sınıf kopyası olan romanların piyasayı doldurduğu bir vasatta, Gogol, orijinalliği ve yeniliği ile dikkatini çekmiştir.
Gogol’un ilk ciddi ve dikkat çeken eserleri, Ukrayna hayatı ve halk deyişleri ile süslü halk hikâyeleridir. 1831–1832 yıllarında yazdığı bu hikâyeleri, “Dilanka Yakınlarındaki Çiftlikte Akşam Toplantıları” adlı kitabta toplar. Bu hikâyeler Gogol’un parlamasına yol açar.
Hikâyelerinde günlük hayatı ve bayağı kişilikleri zaman zaman mizahî zaman zaman öfkeye varan bir şekilde tenkid eder Gogol. Büyük komedisi “Müfettiş” adlı eseri ile bürokrasiyi alay edercesine yeren Gogol, eserinin sahnelenmesi ile tüm şimşekleri üzerine çeker. Tepkiler yüzünden Rusya’dan ayrılmak zorunda kalır. Roma’da, en büyük eseri olan Ölü Canlar’ı yazarken Puşkin’in öldüğü haberini alır. Bu haber onun için, “Rusya’dan gelebilecek en kötü haber”dir. 1842 yılında en önemli eseri sayılan “Ölü Canlar”ın 1. cildi ve uzun hikâyesi “Palto”yu bitirir ve yayınlar. “Ölü Canlar” dönemin Rusya’sının çürümüşlüğünü gerçekçi bir biçimde gözler önüne sererken, “Palto”da sıradan insanların yaşadıkları acılar, maruz kaldıkları haksızlıklar ve yaşadıkları yoksulluk tüm gerçeklikleriyle, okuyucuyu sarsacak bir ustalıkla gözler önüne serilir. Bu eser de dönemin en büyük eserlerinden biri olarak nitelendirilecektir. Ancak “Palto” isimli hikâyesi, yayınlanması ile soylu kesimin tepkisini tekrar üzerine çeker. Gogol, Rus insanını aşağılamakla, onun kötü yönlerini göstermekle, halkına ihanetle suçlanır. Ancak onun yapmak istediği halkını aşağılamak değil, onu bu hâle sokan yozlaşmış düzeni tüm gerçekliği ile gözler önüne sermektir.
Puşkin’in ölümünden sonra Gogol daha da dikkat çekmeye başlamıştır. Gogol bu dönemde Rus toplumuna öncülük etmeye çalışır ve kendine toplumu değiştirmek, insanlara yol göstermek gibi misyonlar edinir. Dine karşı ilgisi artar. 1848’de kutsal toprakları ziyaret etmek için Filistin'e gider. Moskova’ya geri döndüğünde, 1852 yılında, Ölü Canlar romanının ikinci bölümünün el yazmalarını yakarak imha eder. Bu davranışından 10 gün sonra 43 yaşında Moskova’da ölür.
Hiç kuşkusuz çelişkiler adamıdır Gogol. Hayatına hiçbir kadın girmemiş, evlenmemiştir meselâ… Sıradan insanın hayatında yaşadığı çelişkileri eserlerine yansıtmış, keskin ve ironi yüklü bir dil kullanmış, eserlerine “fantastik unsurlar” katmaktan çekinmemiş, “gerçeküstücü” tarzda yazdığı “burun” hikâyesi ile, hattâ hem ironi, hem de ıztırab yüklü “Ölü Canlar” romanı ile Rus edebiyatına “yön vermiş”, Dostoyevski gibi büyük edebiyatçılar çığırının öncüsü olmuştur.
Hayatının son dönemlerinde kendini dine vermiş, eserlerini değersiz görmeye başlamış, iblise direnmek, nefsini yenmek için uzun süren açlıklar yapmıştır. “Aklını yitirdiğini” düşünen doktorlar tarafından “nevroz” tedavisine tâbi tutulmuş, bu arada, yaptığı uzun süreli açlıklar sebebiyle vücudunun direncini tamamen yitirmiştir.
Hiç şübhesiz, Gogol’un kısacık ömrü, Rus edebiyatına “ideal” ıztırabı çeken bir muhteva kazandırmasına yetmiştir.


Baran Dergisi 466. Sayı