İsmi ne kadar masum değil mi; “Aile Bakanlığı”…  Ama icraatlarına ve çıkardığı kanunların aile ve cemiyet hayatında meydana getirdiği neticelerine baktığımızda tam bir vahşet ve profesyonel imha hareketiyle karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. İçten ve dıştan, hali hazırda sürdürülen Aileyi ve cemiyet hayatını yozlaştırma, bozma ve iflas etmiş bir toplum oluşturma gayretine karşı dikkatli ve titiz bir çalışma yürütmesi gereken bu kurum, inanılmaz bir dönüşle “Aile’yi İmha Bakanlığı”na dönüşmüştür. Birazdan birçok örneğini vereceğimiz bu imha hareketlerinden zannımca, hem anlamadıklarından hem de ilgisizliklerinden bir çok AKP’linin ve Başbakan’ın habersiz olduğunu düşünüyorum. Bakanlıkça üretilen çözümler insan fıtrat ve ahlak yapısına, İslâm aile ve kültür anlayışına ve geleneksel anlamda Anadolu yaşam tarzına uymayan ve yine Sosyolojik anlamda “alan çalışması” yapılmadan masa başı ve teorik bilgilerle ortaya konulmuş planlı bir proje çalışmasının yansımalarıdır. Feminist derneklerin, Batılılaşma neticesi hangi dinden olduğu belli olmayan garip bir yaşam tarzına müptela olmuş “İslamsız dindar kadınlar”ın azdırılmış ihtiras ve tutkularını, hatta erkeksileşmiş duygularını tatmin etmek için “adil” olmayan kanun teklifleri ile kadını cemiyet içerisinde başıboş bırakarak büsbütün kadını iğfal etmekte, başta AKP camiası olmak üzere diğer siyasi parti ve kurumlar çokta hevesli davranmışlardır. Halbuki adı geçen kesimlerin ve onlara ilaveten Batıcı siyonist-paganist-deist görüşe ve “Modern sapıklık Ilıman İslâm” anlayışına sahip olanlara ait TV, Radyo, gazete, dergi, derneklerin çeşitli yazı, film, sinema, tiyatro, müzik, konferans, yardım! vs. adı altında  Anadolu ailesini imha ve iğfal etme saldırıları açıktır ve bellidir.

Aile’yi iflasa sürükleyici fikir ve fiiller, yazılı ve görsel yayınlar vasıtası ile milyon kere tekrar ede ede kulaklara, gözlere, dillere aşina hale getirilerek, ilk önce ekranda görünüp yadırganmayan daha sonra kendi ailesinde “en küçük” hadisede hiç beklenmeyen sona doğru yol açması sağlanmaktadır. Ekranlardan çizilen tozpembe dünyanın ise hem erkek hem de kadın açısından tam bir felaket olduğu ancak tuzağa düştükten ve çırpındıkça tutunduğu daldan dolayı iyice batağa saplanılmaktadır. Kurtarıcı fikir yerine kurutucu fikri hâkim kılma gayretinde “Aile Bakanlığı” denize düşen yılana sarılır misali Anadolu ailesinin önüne kendi ürettiği yılanı koymakta ve Aile’nin kurtulmasını beklemekte ya da ümid etmektedir. Aslında saf olmayalım; “Aile Bakanlığı”na bu işleri yatıranların ümidi Aileyi muhafaza etmek ve yeni bir diriltici nefesle daha güçlü ve geniş kılmak mıdır yoksa zayıflatıp daha güçsüz bölüp parçalamak mıdır? Niyet ne ki ümid de o olsun?

“Aile Bakanlığı” alan çalışması yapmış mıdır? Hiç zannetmiyorum. Bir takım derneklerin hayal mahsulü haberleri ve yine hayal mahsulü çözüm teklifleri dışında istatistiki ve sosyolojik bir alt yapıyla hareket ettiklerini zannetmiyorum. Artan bir şiddet söz konusu ama sebebi nedir? Boşanma ve çocuk suç oranları birbirilerine paralel artıyor, hikmeti nedir? Aile içi cinsel istismar, ensest ilişki, aldatma, uyuşturucu kullanımı hızlı bir şekilde artmakta, kaynağı nedir? Cemiyette denge unsuru olarak bulunan kadın mefhumu gitgide sadece seks objesi ve ticari nesne olarak beliriyor bunun rejim açısından karşılığı nedir? Uzatmayalım Bakanlık bununla ilgili ne alan çalışması “Aile Sosyolojisi” uygulaması yapmış ve ne de bu alanlarda köklerine sımsıkı bağlı uzmanlaşmış sosyologlardan istifade etmiştir. Ürettiği fikirlere, ortaya koyduğu çözümlere, ifade ediş biçimine bakıldığında böyle bir alandan bile habersiz olduğu ayan beyan sırıtmaktadır. Biz cevap verelim; “Aile sosyolojisi; ailenin görevi, yapısı, tarihi süreç içindeki gelişimi, aileyi teşkil eden bireyler ve bunların rol ve statüleri, ailenin içinde bulunduğu toplumun siyasal, dini, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı hakkında araştırmalar yapan bir sosyoloji alt dalıdır.” Oysa “Aile Bakanlığı” belli mahfillerin, toplam üye sayısı bini geçmeyen fakat onlarca ad altında örgütlenen cazgır feminist karıların bağırtıları-gürültülerine kendini teslim etmiş, hakiki İslâm kadınlarının Anadolu Hanımefendilerinin fikirlerine “müracaat” etme gereği bile duymamıştır. Hissedilen her haliyle budur ki; şiddeti artıran, boşanmayı hızlandıran ve kolaylaştıran, aileleri iyice dağıtan, anneyi yuvasından ve evinden koparmak için türlü kılıflara büründürülen uygulamalar en açık ispatıdır.

Erkek mevzuu. Cemiyeti imara memurken cemiyeti infaza memur edilmiş erkek, hem erkek olmaktan çıkarılmış hem de erkekliğini bir takım kaba saba vahşiyane bir davranışla ve yine şehvetinin peşinde koşan hayvani bir iştiha sahibi olarak göstermesi tahrik edilmiştir. Laik Batıcı rejimlerin genel karakteristik yapısıdır; sürdürülebilir bir sömürü sağlamak için özellikle erkek şu veya bu şekilde mutlaka avlanacak ve hiçbir şekilde “Nizam Kuran”, “Fetih Yapan”, “Fikir Üreten” rolünü yerine getiremeyecek. Oysa bunları yapacak bir “erkek”  hem ailesini en ulvi dayanakla kuşatacak ve merhamet kanatları altına alacak hem de cemiyeti imar davasında başta kendi olmak üzere muhteşem bir ahlak organizasyonuna imza atacaktır. Ancak erkeği şehvetle kışkırtan, cehaletle dolduran, fıtratını zedeleyici kadınsı davranışlarla tahrip eden bir dünya görüşü erkeği ahmaklaştırmakta, hayvanlaştırmakta ve paralelinde aynı mantıkla yetiştirilen erkeksi kadınlarla erkek kapıştırılarak aile kurumu imha edilmektedir. Şehvetten, cehaletten ve Allahsızlıktan gözü dönmüş “erkek” kontrolünü kaybetmekte ve azgınlaştırılmış kadınların tahrikleri ile de büsbütün yoldan çıkıp “masum-mazlum ve çaresiz” kadınlara şiddetini yöneltebilmektedir.

Bu arada “Aile Bakanlığı” asıl görevini; aileyi fuhuştan, şiddetten, geçimsizlikten, dağılmalardan korumayı neden yapmıyor da üstüne vazife olmayan ya da “zurnanın zırt deliği” denilen meselelerle ilgileniyor. “Aile Bakanlığı” her gün 30-40 kişinin devlet gözetiminde ve yasal güvencesi altında tecavüz ettiği genelevlerde ki kadınları kurtarma için neden bir çalışma yapmıyor? “Aile Bakanlığı” yetimhanelere her gün artan sayıda “düşen” ensest-tecavüz çocukları için neden çalışmalar yapmıyor, “Aile Bakanlığı” sayısı on milyonlara yaklaşan fahişeleşmiş-zinâ etmeyi imkânı dahilinde meşru gören erkekler için rejimi neden revizyona tabi tutmuyor, zinayı ve fuhuşu yasaklayıcı tedbirleri almıyor. Devletin resmi kontrolünde ve izni dahilinde sürdürülen kadın satışlarını, tecavüz edişleri, cinsel şiddetin daniskasını yapan Genelevleri neden kapatmıyor. Yoksa “Aile Bakanlığı” burada yapılanları meşru ve oradaki kadınları “çalışan kadın” olarak mı görüyor. Onların çalışma süreleri boyunca çocuklarının “kreş” ücreti de verilecek mi? “Aile Bakanlığı” bu genelevlerde çalışan kadın sayısını artırmak ne tür bir çaba ve gayret içindedir, bunu kamuoyuyla paylaşmalıdır. Ve  Bakanımız buraları ne zaman ziyaret edecektir?

Bu başlıklar bile “Aile Bakanlığı”nın uygulamalarının bir takım mahfillerde hazırlanmış özel projelerin ürünü olduğunu ve yine bu uygulamalardan doğabilecek neticeyi Bakanlık görevlilerinin anlayabilecek bir Sosyolojik alt yapıya sahip olmadığını göstermektedir. Net ifade “Aile Bakanlığı” bilerek veya bilmeyerek Aile’yi imha etmeye memur bir Bakanlıktır. Aile içi şiddet yok değildir, hatta azdırılmış erkek duyguları neticesi “vahşet” derecesindedir. Ama bu şiddet sadece aile içerisinde değil toplumda da aynı oranda ve dehşette vardır; hasta sahibinin doktorları, öğrenci velilerinin öğretmenleri, sokakta birkaç gencin şu bu sebeple kavgası, liseli kızların birbirlerine karşı acımasız işkencesi bunlardan sadece bir kaçıdır. Hadiseye tek bir gözlükle bakmak, rejimin doğurduğu ve kapitalist sistemin pompaladığı yaşam tarzının tahrik etmesi neticesi ortaya çıkan sorunlar yığınını görmemek demektir. Burada sorun tamamen rejim sorunudur, sistem sorunudur. Şöyle bir hayal dünyanızı genişletin ve “Kısas-Misliyle” mukabele hükmünün adil ve kesintisiz uygulandığı “Şeriat” sisteminde yaşadığınızı farzedin; başkasını öldürecek olan akabinde kendisinin de öldürüleceğini bilecek olsa, başkasının karnına bıçak saplayan aynı şekilde bıçağın kendi karnına saplanacağını düşünecek olsa, eşinin ve arkadaşının kolunu bacağını kıran en hızlı şekilde kendi bacağının yada kolunun da kırılacağını bilecek olsa; zina eden evli kadın veya erkeğin aleni bir şekilde taşlanarak öldürüleceğini veya seksen değnek sopa-kırbaç yiyeceğini bilecek olsa, kendine çalmaması için tüm maddi manevi imkânlar sağlanmasına rağmen başkasının malını çalanın en ağır şekilde çapraz bileklerinden kesileceğini bilse.. o toplumda suç oranı ne olur, boşanma oranı ne olur, şiddet oranı ne olur? Yukarıda dedik; mevcut problemlerin en önemli sebebi rejimdir, sistemdir, batıcı yaşam tarzıdır.

Bilindiği gibi aile; yeni yetişen nesillere ilk şekli veren, onları eğiten, koruyan, yetiştiren kurumdur, ancak ailenin bu rolü giderek başka kurumlara intikal etmiş ya da değişikliğe uğramıştır. Son dönemde çalışan eşe “kreş ücreti” şeklinde kanuni bir yasayla kadını iyice çalışmaya teşvik ederken aynı zamanda çocuğunu da ondan koparmanın, anne-baba sevgisinden, düzenli aile yaşantısından mahrum bırakmanın kapısını açmaktadır. Günümüz ailesi artık fertlerin sosyalleştirildiği, geçimini sağladığı, şahsiyetini geliştirdiği, koruduğu yegane merkez olmaktan çıkmış-çıkarılmıştır. Çocuklar ailelerinden koparıldığı gibi, annede evladından koparılmakta ve mekanik eşyalarla ilişkilendirilmiş “kreş” denilen yerlere çocuklar terk edilmektedir. Çocuklar hiç gereksiz ve sebepsiz bir YETİM VE ÖKSÜZ olarak büyümekte ve en önemli duyguları “aile” gelişmemektedir. Sonrası artan suç dalgaları, boşanma, fuhuş, uyuşturucu, ensest ilişkiler. Merak edilen şu bir müddet sonra çalışan kadına çocuklarını kreşe bırakma karşılığında “kreş” ücreti veren sistem ne zaman “çalışan kadın veya erkeğe” anne yada babasını “Huzurevine” bırakma karşılığında ücret verecek. Türkiye, erkeksileşmiş sayısız çalışan dul kadınla dolmakta ve bunların getirdiği sorunlar sebebi ile hakiki mağdur kadınların, sesi soluğu çıkmayan gerçek mazlum kadınların hakları arada heba olmakta ve en büyük aşağılamayı, yalnızlığı, sahipsiz kalmayı, ızdırap çekmeyi bunlar yaşamaktadır. Boşanma sonrası fuhuşa düşen kadın sayısı kaçtır, sığınma evlerinde kalan kadınların ekonomik durumlarının boyutu nedir. Ve yine aynı evlerde yaşamak ve büyümek zorunda kalan çocukların psikolojik ve sosyolojik gelişim yapıları nasıldır, nereye varmaktadır? Acıyla söyleyelim ki bu sığınma evleri bırakın dini ahlaki telkin edilerek kişiyi cemiyete yeniden hazır hale getirmeyi, başıboş bırakarak, kadınlık duygusunu iyice tahrip ederek büsbütün hayata küstürmekte ve bir nevi intikam için yaşamayı arzu ettirici yapıya bürümektedirler.

Bununla yetinmeyen Ahiretsiz “siyonist-laik-paganist-deist” güçler boşanmayı tetikleyici “dul maaşı, yüksek tazminat ve nafaka, aileyi tehdit edici delilsiz şikayet” gibi kanuni düzenlemeler yaptırarak mevcut Aile yapısını her açıdan imha etmeye, yıkmaya gayret etmektedirler. Boşanma ile dağılan aile, ardından çocukların yaşadığı sorunlar, ilerleyen zaman diliminde artan suç oranı ve özellikle fuhuş, uyuşturucu, aile içi şiddet vs. cemiyet hayatını kasıp kavurmakta ve içtimai çürümeyi-çöküşü hızlandırmaktadır. Aile terbiyesi görmeyen ve yeterli eğitim alamayan çocuk ve gençler, alkol ve uyuşturucu batağına saplanmakta ve eğitimsizlik, plansız göç, terör, gelir adaletsizliği, aile değerlerinin tahribatı ve sosyal hayattaki yozlaşmayla birlikte insanların birbirine güveni, bir arada yaşam isteği kaybolmaktadır.

Diğer taraftan ailede bireylerinin statü ve rolleri de değişmiş, bir nevi mutasyona uğratılmıştır. Özellikle son üç yüz yılda kadını hem ucuz işçi hem de tüketimi körükleyecek meta olarak gören Ahiretsiz “siyonist-laik-paganist-deist” güçler ailede yaratılıştan gelen fıtratı-uyumu bozarak-bozmaya gayret ederek kadını bulunması gereken yerden alarak yaratılışına, mizacına aykırı mevkie soktular. Kadını “çalışma” bahanesi ile yuvasından koparıp, daha fazla kazanma ve paralelinde daha fazla tüketme hırsıyla sömürüp köleleştirdiler. Düne kadar evinin ve çocuklarının “kölesi” olan kadın Modern zamanlarda hem cemiyetin hem de istemediği ve kabul edemediği onlarca kişi ve şahsın kölesi olmak zorunda bırakılmıştır. Kocasının en küçük bir sözüne, hatta en sıradan bakışına veya sitemkâr bir sözüne katlanamayan “Modern-çalışan kadın” işyerinde tacizlere, idareci azarlamalarına, mesai saatine tam riayete,  vaktinde işe yetişmek için istismar ettiği aile yaşantısına, koşuşturmasına, çocuklarının haklarını ihmale oldukça gönüllü katlanmaktadır. Kapitalizm daha sonra türlü cefa ve fedakârlık çektirerek kadına verdiklerini yine süslü bez parçaları, boyalı demir yığınları, bir haftalıkta olsa rengarenk hayat özlemleri ile kat be kat geri almakta ve kadını her haliyle sömürüp istismar etmektedir.

Nihai söz; Aile Bakanlığı ilk iş olarak az veya çok “Feminel” özellik taşıyan kadın örgütlerini ve yine laik-batıcı fikir yapısı ile hareket eden çeşitli dernek ve kuruluşları terk etmeli ve problemin çözümünü ANADOLU İNSANININ RUH KÖKÜNDE ARAMALIDIR.