Gezi olayları, Fethullahçı örgütün 17-25 Aralık darbe girişimleri ve sonrasında gelişen hadiseler… Cenevre meselesi, Tayyip Erdoğan’a karşı başkaldırılar ve başarabilirlerse hükümeti ve Erdoğan’ı düşürme amaçları etrafında atılan adımlar. Bu süreç hâlâ devam ediyor; siz bu devam eden süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çok kapsamlı bir mesele… Türkiye’deki muhafazakâr dünya, yani “Müslümanlar” hedefin sadece Tayyip Erdoğan ve Ak Parti olmadığını anladılar, yaşananlar uluslararası bir saldırıydı. Geçmişte nasıl komünizmi hedef aldılarsa, bugün de İslâm’ı hedef aldılar. O günlerde nasıl Brezinski “komünizme karşı her yol mubahtır, komünizmin yok edilmesi milyonlarca insanın ölümüne neden olsa bile bir önemi yoktur” dediyse, bugün de aynı düşünce İslâm için geçerli.
İslâm dünyasında ise iki referans merkezi var. Birisi, Mısır ve İhvan, diğeri Türkiye ve Ak Parti-Erdoğan. İhvan çok zayıf bir halkaydı, çünkü hiçbir zaman yaşama şansı vermediler. Liderlerini öldürdüler, kurşuna dizdiler ve İhvan’ı sürekli illegalite içerisinde tuttular. İllegalite içerisinde kaldıkları için de legal siyaset sahnesine çıktıklarında yapacakları uygulamalara dâir metod geliştiremediler.
Türkiye’deki İslâmcı hareket ise sistem içinde kalarak, zaman zaman illegaliteye kaysa da, genel olarak legal planda sisteme muhalefet etti. Açık alanda metod geliştirebilecek ve refleks gösterebilecek tecrübeye ulaştı.
Ak Parti de iktidarda kaldığı sürece sisteme muhalefet etti.
Evet, şu anda da hâlâ muhalefet. Ülkenin Cumhurbaşkanı da muhalif... Bu durum ona karşı yapılan saldırılarda büyük bir güç kazandırdı. Çünkü Türkiye’deki orta sınıfa dayandı. Onlara yaşam alanı sağladı.
Mesela Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nı Ortadoğu’da on binlerce insan destekledi ve devrimleri gerçekleştirdiler. Türkiye’de de toplum Ak Parti’nin ya da İslâmî düşüncenin bu açık alandaki stratejisini benimsemeseydi tıpkı Menderes gibi Erdoğan da gidecekti. Bu toplum Menderesleri de %52’lik oyla iktidara getirdi; ama bir başçavuşun onu kolundan tutup idama götürmesine tepki göstermedi. Gezi’de toplum ilk defa sandık dışında tepkisini gösterdi. Gezi devrim hamlesi böyle yenildi. Yangına itfaiye göründü diyebiliriz. Siz yangına sessiz kalırsanız, o büyür. Ancak siz yangına barikat kurduğunuz zaman o yangın söner.
Mısır’da başarıyla neticelendirdikleri saldırının Türkiye ayağında muvaffak olamadılar. Buna rağmen çok büyük yaralar alınmasına ve yara bere içerisinde kalınmasına sebep oldular. Son olarak 7 Haziran seçimlerinde Ak Parti’nin tek başına iktidar olmasını engellediler. Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye yapılan bu saldırı, esasında iki merkez sermayenin kavgasıdır. Birisi yatay diğeri ise dikey sermayedir. Yatay sermaye bilim ve bilgisayar sermayesi, ki şu anda en güçlü fakat en tecrübesiz sermayedir. Dikey sermaye ise silah ve enerji sermayesi, onlar da şu anda bilim ve bilgisayar sermayesine göre güçsüz ama çok tecrübeli. Yüzyıllardır ülkelerde iç savaşlar çıkarmış, darbeler yapmış, istediklerini kahraman, istediklerini düşman ilan etmişlerdir. Bir darbeye bile “darbe değil” dedirttiler bize. Bugün süren sermaye kavgasıdır. İslâm coğrafyasını yoksullaştırmışlar ve bütün değerlerini kraliyet ve oligarklara teslim etmişler. Her ne kadar kavga etseler de birbirilerini destekliyorlar.
İkisi arasında bir anlayış farkı mı var?
Evet,biri öldürüyor, diğeri yaşatıyor. Biri öldürerek sömürüyor, diğeri yaşatarak… Biri sömürmek için her şeyini alıyor, diğeri sömürmek için bir şeyler de veriyor.
Oligarkların Türkiye’deki yaşanan son hâdiselerdeki tesiri nedir? En son Devlet Bahçeli “3000 şerefsiz Türkiye’deki siyaseti yönlendiriyor” dedi.
Bu rakam ortalama bir rakamdır. Yüzyıllık Türkiye tarihinde iktidarları hep dar bir sermaye yönetmiştir. Rakam 3 bin de olabilir, 5 bin de olabilir. Türkiye’de buna “İstanbul sermayesi” diyoruz. Bu ülkede bunlar hükümetler kurmuş, hükümetler yıkmıştır. Ülkenin ekonomik ve siyasî, hem dış hem de iç politikasını yönlendirmişlerdir. Türkiye Avrupa’nın en geri ülkesi olmuştur. Sebebi bunlardır. Düşünebiliyor musunuz, savaş görmemiş bir ülkesiniz, etrafınızdaki bütün Batı ülkeleri birbirleriyle savaşmışlar; fakat sizden ileriler. Almanya I. Ve II. Dünya Savaşları sonrasında tarihten silinme noktasına gelmiştir; fakat on sene içinde toparlanmışlardır. Bizde ise bu kan emiciler sülük gibi milletin kanını emmiştir. Cumhuriyet kazanımları 3000 aileyi daha fazla zenginleştirmek için kullanılmıştır, Almanlar ise kendi toplumlarını zenginleştirmeye çalışmıştır. Fark bu, iki sefer yerle bir olmuş Almanya Avrupa’nın en zengini… Sen ise hiç savaş görmemişsin, hatta iç savaş bile yaşamamışsın, ama en geri ülkesin.
Bunların kanserli bir organ misâli kesilip atılması gerekmiyor mu?
Tam olarak öyle… Kendi varlıklarının sorgulanmasını engellemek adına sürekli düşman üretmişlerdir, düşmansız yaşayamamışlardır. Kimi zaman komünistler, kimi zaman milliyetçiler, kimi zaman Kürtler vs. ama her zaman Müslümanları düşman edinmişlerdir. Böylesine ruhsuz, kimliksiz ve ahlâksız ve ne olduğu belli olmayan bir devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. Ben sol gelenekten gelen bir insanım, bu devletin bana işkence yapmasının bir mantığı var; ama benim kadar da ülkücülere de işkence yaptı. Madem öyle “siz kimsiniz?” diye sormak lazım.
Öyleyse, “mesele her ne kadar ideolojik görünse de, sermayenin çıkarlarını savunma kaygısından ibaret” diyebilir miyiz?
Evet… Dün bize “hadi defolun İran’a” diyenler, bugün bir numaralı İran’cı… Cumhuriyet gazetesine bakın, varlık nedeni olan İslâm düşmanlığını bugün İran üzerinden yapıyor. İslâm’ı sürekli tahrip eden İran üzerinden... Şimdi Cumhuriyet gazetesine baktığınız zaman ahlâkı yok, kimliği yok, ruhu yok; tek derdi o ailelerin çıkarlarını korumak.
Türkiye’de ne değişti de bu durumu, bu aileleri tartışabiliyoruz. Türkiye özüne dönme çabasında diyebilir miyiz?
Eğer öyle olmasa bu hâdiseler yaşanmazdı. Tayyip Erdoğan ya da Ak Parti onların istediği şekilde davranmış olsaydı, sıfır sorunla yaşardık. Onların istediği, ülke içerisinde sürekli birilerini düşman gösterip, kasalarını doldurmak ve varlıklarını sürdürebilmek.
Türkiye sermayesi dünyanın en cahil sermayelerinden birisidir. Sorunlardan birisi de bu. Hiperaktifliği yok, öngörüsü sıfır… Bir misâl verelim; cep telefonları daha yeni çıkarken Murat Vargı denilen bir insan, iki büyük oligarka, Sabancı ve Koç ailesine bu sektörü öneriyor. Onlar da diyor ki “bizim halkımız kullanmaz cep telefonu”… Mehmet Emin Karamehmet’e götürüyor. Bu oligarkların içerisinde olmayan Karamehmet bu sektörün geleceğini görüyor ve Türkiye’nin en varlıklı insanı oluyor. Öngörüsü sıfır olan cahil bir sermaye… Kör ve düşmansız da yaşayamıyor. Yani normal sermaye tarifi içerisine de girmiyor. Bu tarifin içine girebilirse, halkını daha fazla zenginleştirip, çok daha fazla kazanacak.
Mesela otomotiv sektörü, Kore bir otomobil üretiyor ve tüm ekonomisini kalkındırıyor. Burada sermayenin ürettiği bir şey de yok.
Üretseler ülke kalkınacak, faydaları olacak.
“Düşman üretme” deyince Kürt halkının durumu geldi aklımıza. Cumhuriyetin ilk kurulduğu zamandan bu yana, özellikle 1980’den sonra Kürt halkı her zaman bir şeylere alet edildi. 7 Haziran sonrası süreci de içine katarsak bu mevzu çok dallanıp budaklandı. Bu mevzu etrafında Kürt meselesi hakkında ne demek istersiniz?
Çok acılı bir süreç bu... Bir halkın varlığını yok sayma, hiç yaşamamış kabul etme… Bundan daha acı bir şey olamaz ve bunu yaşattılar. Tarihî kin, öfke ve acıyı sürekli gündemde tuttular kendi çıkarları için… Acının sönmesine müsaade etmediler. Dolayısıyla Türkiye’nin normalleşmesinin önündeki en büyük engel Kürt meselesiydi; çünkü Kürtlere silah dışında bir seçenek bırakılmamıştı. Bu sebeple ellerindeki argüman güçlü.
Kürthalkınınkafasında iki silah var. “Ya benim olacaksın, ya kara toprağın” diyor. Şu anki devlet bir özeleştiri yaptı, “ben dünün devleti değilim” dedi ve “ben senin siyaseten yapmak istediğin her şeye açığım” dedi; buna rağmen bu sefer de PKK tam tersini yapıyor.
Görünürde süreç çok başarılıydı, silahlar sustu, her şey güllük gülistanlık oluyordu. Bir anda ne oldu da her şey tam tersine döndü?
Bunu sadece bizim iç meselemiz olarak algılamamak lâzım. Şu anda bölge üzerinde Türkiye ile İran arasında bir vekâlet savaşı var. Şimdi baktığımız zaman PKK bu hat üzerinde duruyor, İran’ın ciddi bir rahatsızlığı var ve hele ki son 50 günde bu rahatsızlık çok arttı. İran meşruiyetini Suriye ve Irak’taki IŞİD üzerinden sürdürebiliyor. “Biz, cihadçı, kafa kesen, hiçbir ahlâkî değeri olmayan bu örgütlerle savaşıyoruz” diye kendisini dünyaya pazarlıyor. Türkiye’nin IŞİD’e karşı tüm stratejisi değişince, barış süreci de bitti. Sorun burada, eğer Türkiye IŞİD’e karşı strateji değişimi yapmasaydı, biz bugün silahların patlamasını konuşmazdık.
Türkiye stratejisini değiştirmeseydi IŞİD’in yanına koyulup başka bir tezgâh açılacaktı…
Elbette, istenen oydu.Zaten üç yıldır bu propagandayı sürdürüyorlar. Biz 7 Haziran’ı Türkiye-IŞİD ilişkisi üzerinden yaşadık. “Ak Parti IŞİD’le beraber” diyerek oy topladılar. IŞİD zaten tarif edilemez bir örgüt; ama Türkiye’nin tutumu sayesinde bu şey çöküyor.
Amerika 1980’lerde İran’la çok yakındı, devrim sonrasında ilişkileri yeraltına çektiler ve düşman gibi gözükmeye başladılar. Buna rağmen ilişkileri devam ediyordu. Tekrardan bu ilişkileri su yüzüne çıkarmalarının sebebi ne?
Bölgede İran’ın tesiri altında olan üç devlet var. Irak, Suriye, Yemen… İran’ın yeniden sistem içine çekilmesi de sermaye ile alakalıdır.
Neden İslâm coğrafyasındaki herhangi bir ülke değil de, Türkiye hedef tahtasında?
Türkiye bir dünya devleti, Türkiye bir Irak, bir Suriye değildir. Batı’dan önce son duraktır. Irak’ta, Suriye’de milyonların ölmesi Batı’nın umurunda olmaz. Aynı şeyler Türkiye’de başlarsa, aynı şekilde sonuçlanmaz.
Bunun sebebi?..
Türkiye’nin jeopolitik durumu çok kuvvetlidir. Türkiye’de olabilecek bir çatışma tüm Avrupa’yı içine alır. Çünkü Türkiye aynı zamanda Batılıdır da. Türkiye’nin geleneği böyledir, Osmanlı onlardan daha fazla Avrupalıdır aslına bakarsanız. Jeopolitiği güçlü olduğu gibi kurumları da köklü ve oturmuştur. Üçüncüsü de Türkiye’nin sistemi kansız dönüştürebilme kabiliyeti vardır. Bu yüzden istedikleri olmamıştır da. Her türlü saldırıyı yaptılar; ama Erdoğan düşmedi. Baktığınız zaman İhvan düştü.
Cezayir’de FIS vardı hatırlarsanız.
Evet, bir gecede onu rafa kaldırdılar. Gannuşi’yi bir insanın veremeyeceği bütün tavizlere sürüklediler. Ama her türlü saldırıyı Türkiye göğüsleyebildi. Şimdi ise Türkiye’yi sistem dışı yaptılar; Mısır’a, Suriye’ye, İsrail’e müdahale edemez pozisyona soktular.
Çünkü hep kendi içerisindeki darbeye karşı savaşmak durumundaydı Türkiye, kafasını kaldıramıyordu.
Tabii ki… Ve sonunda “pata pat” durumu oldu. Şu anda mesela Erdoğan’ı devirmeye yönelik hiçbir operasyon yok.
O zaman tüm konuştuklarımıza bakarsak önümüzdeki seçim çok kritik olacak. Çünkü seçim yapıldı, koalisyon, şu-bu, ama bir sonuca varılamadı. Şimdi biraz “tamam mı, devam mı?” gibiye dönecek mesele herhalde?
Katılıyorum. Türkiye’nin kaderini farklı bir kulvara sürükleyecek bir seçim bu. Sadece seçim değil, düzlem değişti. Yani Suudi Arabistan yüzyıllık politikasını değiştirdi. Türkiye de yüzyıllık politikasını son bir ayda değiştirdi. Şimdi İsrail’in bunu değiştirmesi için zorlanıyor, ki bugün yarın İsrail de politikasını değiştirecek. Sen politikanı değiştirmişsin, seninle şimdiye kadar müttefik olmayanlar politikasını değiştirmiş ve bölgede mezhep kavgasına son verecek adımlar atacaksınız. Çünkü bu kavga yatay sermayenin ölümü anlamına geliyor. Yani, güçlü bir iktidara ihtiyaç var. Örnek veriyorum veba saraya bulaştı, bu sebeple saray ilaç arayışına girdi. İngilizler, vebalı insanları yakıyorlardı, 100 binlerce insan öldü, hiç umurlarında değil. Ama veba kraliyet ailesine bulaşınca çaresini aradılar ve ilacı buldular. Bugün ABD’nin “Türkiye’siz olmaz” dediği bu, hastalık sarayına bulaştı ve Türkiye ilaç. Bunu görmeyenler, yenileceklerdir. Bunu PKK görmedi, Cihangirliler görmedi, İstanbul sermayesi de göremedi.
Peki, bu Kürt meselesi ve Ortadoğu karışıklıkları nasıl son bulacak? Seçimden sonra mevzu başkanlık sistemine evrilebilir mi?
Bunlar ihtimaller. Tabiî ki olabilir. Ama bu Kürt meselesi bir yüzyıl daha devam eder, meselenin ne olduğu önemlidir. Mesela İskoçların devletinde yoksulluk neredeyse sıfır seviyesinde; ama referandum yaptılar. Diyorlar ki “biz Britanya’dan ayrılmak istiyoruz.” İspanya’da demokrasiyi tartışamazsınız, ancak orada Bask meselesi hala mevcut. Yani parlamentoları, dilleri, her şeyi olmalarına rağmen meseleler bitmiyor. Hiçbir mevzu böyle bitmez, sorun meselenin insan canını alıp almaması boyutu. Bizim tarihimiz tekrar şekillenebilir, mühim olan kanla olmaması. Bırakın PKK’yı PKK gibi başka bir örgüt de gelse bunu bu şekilde sürdüremez artık. Meşruiyeti kalmamıştır artık.
Bizim açımızdan “Kürt’ün meselesi”nin, Türk’ün meselesinden, Arap’ın meselesinden bir farkı yoktur ve bu Müslümanların meselesidir.
Bu şuur yerleşiyor. Saklı benlikler ortaya çıktı. 20 yıl önce dindarların iktidar olabileceğini düşünebilir miydiniz? Hayal bile edilemiyordu.
7 Haziran seçimleri sonrası Ak Parti bir özeleştiri yapabildi mi, yapılan hatalar giderilebilecek mi?
“Yapacağız” diyorlar ama daha ortada bir şey yok. Eğer özeleştiri yapıp vitrinini yenilemezse, siyaset tarzını değiştirmezse bu seçimde başarılı olamaz. Bu toplum “senin ruh halin ve yerin doğru değil, yaklaşımın da doğru değil, aday profilin de yanlış, siyaset tarzın da doğru değil; ama yine de seni seviyorum” dedi. Yani “kendine çeki düzen ver” diyor, nasıl yapacağını da söylüyor. “Kibirden arınacaksın, insanlarla yüz yüze temasa devam edeceksin. Çünkü senin varlık nedenin buydu, insanların istediğine göre davranacaksın. Kendi isteğine göre hareket etmeyeceksin, bu insanların ne istediği sana yabancı bir şey değil” diyor. Ak Parti böyle bir kongre yapacak 12 Eylül’de, vitrini de bu çerçevede yenilemesi lazım. 1 Kasım’da seçim var, çok az bir zaman, adaylarını yenilemesi lazım. Mesela İstanbul’da Kürt aday göstermiyorsun ve iki aylık seçim sürecinde tüm zamanı Kürt meselesiyle geçirip, HDP ile kavga ediyorsun. Bu bildiğin akıl tutulması.
HDP geçen seçimde kritik partiydi, bütün mesele de Kürtlerin üzerinden yürüdü. Ak Parti o mevzuda doğru adaylarla çıkamadığı için sonuç bu hale geldi diyebilir miyiz?
Doğru aday gösterilmedi, biraz doğru aday bile gösterilseydi işler değişirdi; ama sıfır. Kötünün de kötüsü adayları seçtiler. Burada insanların kişiliğini tartışmıyorum, söylediklerim siyasetle alakalı, Ak Parti temsil kabiliyeti sıfır insanları tercih etti.
Bölgeyi tanımayan insanları mı aday gösterdiler?
Bölgeyi tanısa bile karşılığı yok. Yani Ak Parti normal bir parti değildir ki! İnsanlar Ak Parti’den farklı bir şey bekliyor. Yoksa CHP’ye de oy verir, MHP’ye de verir. Ağa, bey, tanıdık diye posası çıkmış insanları aday gösterip oy beklemek çok yanlıştır. Bu kadar bedel ödemeye gerek yok, günahtır.
Kongre için ne düşünüyorsunuz, başkanlık için yeni bir aday olur mu?
Yeni bir aday olmaz. Ciddi anlamda vitrini yenilemesi lazım. Ak Parti mesajı aldı, siyaseten de ona göre bir dil seçmeli. 7 Haziran seçimlerinden önce HDP ile kavga ederek onlara güç verdi, “bunlar daha yeni, öğrenecekler” deyip, münakaşaya bile girmemeliydi.
Bu hareketlerden vazgeçip iyi adaylar çıkarması şart. Halkın “bu insan beni temsil edebilir” demesi lazım. Sırf senin arkadaşın, dostun, ahbabın diye adama partide görev verirsen olmaz. Sen böyle bir parti değilsin, sıradan bir parti de değilsin. Bu ülkenin değişim ve dönüşümüne aday bir partisin, senin de buna göre bir aday profiliyle insanların karşısına çıkman lazım.
Siz aday olur musunuz yahut böyle bir teklif bekliyor musunuz? Takip ettiğimiz kadarıyla politik olarak bölgeyi iyi bilen birisisiniz. Ak Parti’nin Kürt meselesi üzerinde hangi mevzularda eksik kaldığını bilen bir insan olduğunuz için de isminiz de öne çıkıyor.
Eğer öyle bir şey düşünüyorlarsa “hayır” demem tabiî ki. Biz zaten bu kavganın içerisindeyiz, bu kavgayı temsil etmenin yolu ve imkânı olduğu zaman buna “hayır” demek mümkün değil. Bence sizin bir yerde bir şey yapmanız açısından talep var ise, ona sırtını dönme şansınız yok. Bu kavga hepimizin hayatını ilgilendiriyor, siz otursanız da hareket etseniz de bu kavga hepimizi ilgilendiriyor. Eğer söyleyecek sözünüz varsa ve birileri size sesinizi duyurma imkânı tanıyorsa “hayır” demeniz doğru bir şey olmaz.
Ben Ak Parti ve mezarlıkta olan partilerden evvel de siyasetle ilgileniyordum. Eğer bu ülkede yaşıyorsam, herkes gibi olumlu veya olumsuz şeylerden etkileniyorum. İşçisi, esnafı, köylüsü kısacası varlıklı yahut yoksul herkes etkileniyor. Sen siyasetçi olmasan bile tepkini göstermelisin. Tepkiden tepkiye fark var tabii ki, cılız bir sesle yüksek ses arasında epey fark var. Siyaset merkezinde olmadığın müddetçe tesir sahan ne kadar geniş olabilir ki.
Ak Parti’nin aday profilinde de merkeze “mücadeleci”lik kriterini mi alması gerekir?
Evet, böyle olması lazım, gördüğümüz kadarıyla bunu geçen seçim benimsememişler. Şu andaki milletvekillerinin kişiliklerini tartışmıyorum, şeref ve onur başka bir şey, siyaset bambaşka bir şey. Siz diş doktoruna kalp ameliyatı yaptırırsanız adam masada kalır. Diş doktoru namuslu ve dürüst bir insan olabilir. Ak Parti’nin tam olarak yaptığı buydu. Dolayısıyla toplum da bu hadiseye tepki gösterdi. “Bu diş doktoru beni ameliyat ederse, öleceğim” dedi ve geri adım attı.
Yorumlarınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. 

Baran Dergisi 451. Sayı