Ak Partililer, “halkımız maddiyata bakıyor. Onun için seçim beyannamemizde bunu önceledik” diyorlar. Bu tesbit doğru değil. Şöyle ki, kimi insanın maddiyatı var ama memnun ve mutlu değil; kimi insanın da maddiyatı az ama memnun ve mutlu. Yani maddiyat demek memnuniyet ve de onların zannıyla söylersek “hükümet iyidir!” mânâsına gelmiyor. Zaten âdeta rüşvet verir gibi insanları maddiyat ile kandırmaya kalkmak da doğru değil. Bu, bir gün kesinlikle geri teper. İnsanlık var olduğundan beri şu da bir gerçektir ki, aç insandan korkulur. Fakat burada tartıştığımız konu “aç insan” değil, ekonomik seviye ve maddiyatı önceleme zihniyeti meselesidir. Şu meselede Ak Parti’nin vereceği cevap yoktur: İnsanın asıl meselesi karnı doyduktan sonra başlar.
İnsanın meselesi diyoruz. Maddiyat da dâhil bunun çözümü şudur: İnsan ve toplum meselelerinin hâlli bâbında ortaya tezatsız ve bütün bir fikir ortaya koyma. Psikolojik bir hâl de insan meselesi, sıkıntı da insan meselesi, karnı doyması ve doyduktan sonrası da insan meselesidir. Hepsinin bütün halinde çözümü başta dediğimiz fikirde. Bütün siyasî rejimler bununla muhatap olmak zorundadır.
Para bile ekonomi değil, insan meselesidir. İktisatçı Kaan Sarıaydın bunu şöyle ifade ediyor: “Para, insanın toplumdaki karmaşık ilişkilerinin tam merkezinde olmasına rağmen, tüm dünyada eğitim sistemi içinde göz ardı ediliyor. Oysaki para ekonomi değil, insan davranışıdır; sosyal ve bireysel psikolojidir.”
İnsan ve toplum meselelerini siyasî yansımaları üzerinden takip edelim. Geçmişte Kemalist zulme karşı hak arama mücadelesi veren PKK, bugün uluslararası güçlerin pazarlık masasında. PKK, Suriye ve Kuzey Irak’ta da boy gösterirken hem Amerika, hem de Rusya ile temasta. PYD’yi de hem Amerika, hem Rusya tercih ediyor. Batı ve Amerika evvel emirde Kürt kartına oynamayı seviyor; fakat Batının Kürt sevgisi Kürdün hayrına değil, Müslümanın hayrına hiç değil. Rusya ise Esed rejimini destekleme politikalarına uygun davranıyor. Suriye’de İslâm’a yakın bir rejim kurulmasın diye Amerika ve Rusya ittifak içinde. İsrail’in güvenliği de bunu gerektiriyor. Rusya, Esed rejimi, İran milisleri ve IŞİD militanları el birlik etmiş, En-Nusra’nın elindeki Halep’e saldırıyor. İran ise Şii yayılmacılığı gereği Suriye’den vazgeçmiyor ve bölgede ABD himayesinde büyüyor. İslâm’ın aslı ve özü demek olan Ehl-i Sünnet’e karşı Şii kozu, Batı ve Amerika’nın her zaman tercih ettiği bir fitne-ayrılık unsurudur. Tarihte de Osmanlı’ya karşı Vatikan-Şii işbirliği biliniyor.
Şu bir gerçek ki PKK, DHKP-C, MLKP ve Türk Solu’nu birleştiren ideolojileri değil, ortak payda olan Tayyip Erdoğan düşmanlığıdır ve bunun altında da İslâm düşmanlığı yatmaktadır. Yarayışlı örgüt IŞİD (DAEŞ)’in de bu ittifakta olduğunu zannediyoruz. Zaten Eymen Zevahiri, “IŞİD’in El-Kaide ile ilgisi kalmamıştır” yönünde açıklamalar yaptı. Bayırbucak Türkmen bölgesi komutanlarından Albay Fadl, “PYD, PKK, IŞİD, Esed kardeşçe yaşıyor. Bölgedeki tek düşman devrimciler” dedi. Emperyalizm kimle savaşıyor veya emperyalizme karşı kimler savaşıyor? “Batıcı-İslâmcı kavgası” diye hülasa ettiğimiz husus, reflekslerde ve saflarda belirleyici olmaktadır. Emperyalizme karşı oluş artık İslâmcıların davası olmuştur. İslâm’a düşmanlık o boyutta ki, bu gruplar yıllardır öncüsü oldukları antiemperyalizm ve bağımsızlık gibi temel söylemlerini de çiğneyebilmekteler. Yine de sol cenah içinde gerçek vatanperver ve antiemperyalist unsurları istisna tutalım.
Bazı kişilere tuhaf gelecek ama siyasîler içinde antiemperyalist olarak tek Tayyip Erdoğan var ve Batı-İsrail onu iktidarda istememektedir. Tayyip Erdoğan’ın millî politika gütmesi, savunma sanayiini millileştirmesi, “dünya beşten büyüktür!” demesi, İsrailci “Feto örgütü”yle mücadelesi ve bunun gibi tavırlarını her vatansever ve antiemperyalistin desteklemesi gerekmez mi? Fakat maalesef bizde hadiselere ideolojik bakılmadığı için herkes takım tutar gibi kendi yandaşının yanında yer almaktadır. Siyasî kavgalar da bundan dolayı kısırlaşmaktadır. Niye Tayyip Erdoğan gitsin ki? Sen teklifini, projeni söyle, sonuna kadar tutarlılıkla izah et, bakalım! Tayyip Erdoğan gittikten sonra (er geç gidecek, o da fâni) ne olacak, onu söyle!
İBDA bağlıları olarak bizlerin Tayyip Erdoğan’ın karşısında veya yanında olmaktan ibaret bir stratejimiz olamaz. Bir dünya görüşü sahipleri olarak işimiz gücümüz Tayyip Erdoğan düşmanlığı veya dostluğu değildir. Sadece siyasî hadiseleri doğru analiz eder ve taktik olarak destekleriz. İdeolojik olarak dünya görüşümüz (İBDA) ortadadır. Biz ışığımızı fikriyatımızdan alırız. Bu mânâda Tayyip Erdoğan bize ne verecek ki? Fakat siyasî kamplaşmayı da görmeliyiz!
İBDA hareketinin on yıllardır “Fettoş” dediği yapılanmayı, “ne istediler de vermedik” diye palazlandırması, halkımızın emeğini sömüren TÜSİAD’çıları “bizim devrimizde bire üç kazandılar” diye beslemesi, Osmanlı tarihinin ve temiz Ehl-i Sünnet yolunun idrakinde olmadığı için İran’ı dost bilmesi Tayyip Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin saflıkları-gafletlerindendir. Fakat bu sorunlarla mücadele edecek siyasîler içinde yegâne kişi de yine Tayyip Erdoğan’dır. Şer cephesi bunu bildiği için düşmanlığın merkezine seçilmiş cumhurbaşkanını yerleştirmektedir. Bunu da görmeyecek kadar kör değiliz.
Ak Parti’nin süresi bitti, artık yeni şeyler, yeni heyecan gerekiyor, diyen Ak Parti seçmeni de var. Bu gidiş sürecek ise Ak Parti olmuş olmamış ne fark eder diye düşünenler var. Nasihat fayda vermiyor, musibet görmeli, diyenler var. Popülist politikaları gereği dost insanların kaybını önemsemeyen Ak Parti’nin, elindeki yoz kadrolarla inişe geçmesi kaçınılmaz. Yapacak bir şeyi kalmamış olanın sonu kaçınılmaz olur. Müslümanlardaki rehavet musibete davetiye çıkarıyor diye düşünenler var. “Nasılsanız öyle idare olunursunuz!” ölçüsüne çatılıyor… Temel mesele ıskalandığında ruh intikamını alıyor, ama öyle, ama böyle!..
Geçmişte söylenen aşağıdaki tesbit, rejim ufak tefek pansumanlarla ve muhafazakâr iktidarlarla muhafaza edildiği için bugün de aynen geçerlidir. Salih Mirzabeyoğlu’nun İslâm’a Muhatap Anlayış isimli eserinden aktaralım:
“İkinci Dünya Savaşı sıralarında memlekete girmesi yasak edilen bir İsviçre gazetesi hakkımızda şöyle yazmıştı:
-‘Bugün bir halk ihtilâli için her sebebe mâlik bulunan Türkiye’de buhran ne siyasî, ne idarî, ne içtimaî, ne ahlâkî, ne iktisadî, ne de ilmîdir; sadece ruhî… Türkiye bir ruh hastalığı içindedir!”
Ankara Garı’ndaki patlamalardan 45 dakika sonra kamera karşısına geçen HDP heyetinin olayın psikolojisinden uzak bir psikolojide açıklamalar yapması dikkat çekici idi. Sanki patlamayı bekliyor ve sevinmiş gibi idiler. Kendi ölü ve yaralıları yerde iken bu hazırlıklı (pişkin) tavır insan olarak yadırgatıcı. Önce cenazeler yerden kalksın, yaralılar hastaneye kaldırılsın, ondan sonra istediğini konuş. Ölü istismarcısı tavır hoş değil. Kışkırtıcı olsun diye ihtiyaç yokken kan anonsu yapmalar ve yine kışkırtıcı olsun diye ölü sayısını yüksek tutmalar. Neredeyse kendi ölülerinin çokluğuna seviniyor gibiler. Ayıp yahu, mitinge gelenler kurbanlık koyunlar mı? Hemen siyasî istismarlar, teröre hayır, katil Ak Parti vs. Ortada adaletli bir rejim yok bu doğru; fakat barış derken savaşı tırmandırıp uluslararası güçlerle işbirliği halinde şiddete yol açarken, “teröre hayır!” söylemlerinde de pek mahirler. Aydın Doğan medyası da bunlara hizmet ediyor, efendisi Batının yönlendirmesi icabı. Savaşmak isteyen savaşır buna mâni olamazsın. Fakat bir yanda savaşanlar varken, savaşın çilesinden uzak bir yerde bundan nemalanan, itibar ve söz devşirenler var, asalak ve fırsatçı bir sınıf var. Savaşanlar savaşır veya barışır, o ayrı mesele; fakat savaşın da barışın da kuralına uyulsun, diyoruz.
Sistem (tüm) halinde bir toplum projesi olmayan ve bunun aksiyonuna geçemeyenler ancak başkalarının yaptıklarını seyreder. Ak Parti karşıtı cephe vuruyor, Ak Parti ise “ülkemizi karıştırıyorlar!” diye tribünlere oynamakla meşgul. Seyirciler (halk) ise ancak sahada gürültü çıkaranları seyreder. Gündemde hangi dava varsa onun yaşaması söz konusudur. Bâtıl dava da yaşar, biri gider öbürü gelir, bu böyle sürüp gider. Tâ ki Hak dava zuhur edip onu imha edene kadar. Yani çalışmayana bir şey yok, savaşmayana bir şey yok. Allah’ın koyduğu kural budur. Allah’ın yarattığı sebebler âleminde yaşıyoruz, kulun rolü ve görevi görülmesi icabı.
İçtimaî bir projeyi adım adım uygulamazsan, gençliğin ruhuna ve kalbine yatırım yapmazsan (aslında eğitim de budur) ne bekleyebilirsin ki? Ak Parti’nin gerilemesinin altında bunlar var. Yol-köprü yaptın ama insan nerede, gençlik nerede? O yollardan bir an önce eğlenceye-meyhaneye vs. mi gidiliyor, yoksa Hak ve hakikat yolcusu mu olunuyor? Bunları da düşünmek lâzım. Ak Parti döneminde yetişen gençlik, Ak Parti’nin ayağına sıktığı kurşun olmuştur. “Devletlüler”, nasıl olsa iktidardayız, bize oylar da geliyor diye, yozlaşan gençliği, sekülerleşen ve bencilleşen muhafazakâr gençliği faydalı da gördüler. Fakat ruh intikamını alıyor, ihmâl edilen her husus temelde karşılığını veriyor; ne ekersen, onu biçiyorsun!..
Müslümanların hem kendileri için, hem ülkeleri için, hem dünya için, Batı modernizmi ve postmodernizmini kritik ederek İslâm rönesansını gerçekleştirmeleri lâzım. Entel kahvelerde veya kendi meclislerinde birbirleriyle dertleşerek değil; iş, oluş ve eser olarak zuhurlarıyla. Bedel ödeyerek… Niye hâlâ ilim, sanat ve fikir şubeleri Batı anlayışının tekelinde? Niye hâlâ Batı’nın ilim ve sanata bakışı esas alınıyor ve Batıcı eğitim câri? Emek gerçek hakkını alıyor mu ve gelir dağılımında neden uçurum devam ediyor? Faiz sisteminden kurtuluş için neden bir şeyler yapılmıyor. Kapitalizme ciddi eleştiriler neden yapılmıyor, onların hayat tarzı neden süzgeçten geçmiyor? Mevlana, Yunus Emre, İbni Sina, El-Harezmi, Battal Gazi gibi isimleri anmak kolay, fakat günümüzün kahramanlarını yetiştirecek ocaklar nerede? En başta Üstad’ın işaretlediği tefekkür ocağı kurulmadan, güdücüler Büyük Doğu İdeolocyası’nı özümseyip bünyeleştirmeden bunun olamayacağı anlaşılmalı. Yoksa mihraksız ve başıboş fikirler doğar ve kafalar karıştırılmaktan ve zaman kaybından başka bir netice alınamaz. İslâm modernisti ve liberalisti, antikapitalist Müslümanı, Haricî-Selefî çizgisi, tarihselcisi, reformisti vs. yanlış yollar doğar. Zaten “muhafazakâr-demokrat” Ak Parti’nin çizgi veya çizgisizliği de bunları doğuruyor. Bırakın halkın ne olduğunu Ak Parti’nin kendi kadrosu böyle. Zaten Üstad’ın tesbitiyle, “halk istemez, halka istetilir”. “Kardeşliğimize atılan bombalar” deniyor ama yukarıdaki sapkın yollar kardeşliğimizi yıkan bombalardır.
Hadiselerin her ân yeniliği içinde kendimizi yenilemeli, tekrar dönüp ideolojimize müracaat etmeli ve bol bol okumalıyız. Cahillik ve kabalıkla, bir araya gelemeyecek tek bir şey varsa o da İslâmiyettir. Diliyle söylemesine rağmen bunu kalbine indirmeyen ve İBDA’yı boy aynası olarak görmeyenler kendi yobazlıkları ve çiğliklerini İBDA’ya isnad etmeye kalkarlar ve İBDA haricine düşerler. Samimiyetini yitirip parsa derdine düşer kaşarlar ve birbiriyle didişenlerde olduğu gibi. Buralardan tekâmül de çıkmaz, inkılap da. Kaba ve sığ Müslümanlıktan, sözde İBDA’cılıktan da beklenen nesil çıkmaz. “Biz böyle kaba-saba değildik” diyen Yavuz Bahadıroğlu, Akit Gazetesindeki 16.10.2015 tarihli yazısının başlığını “Nezaket Medeniyetinden Kabalık Uygarlığına” diye koymuş ve “nezaket medeniyetin, kabalık uygarlığın çocuğudur” diyerek eski Türklerden misaller vermiş. İnsanın meselesi “insan” olmaktır her şeyden önce; insan kaba bir şekilde önüne uzatılan yemeği aç olsa bile yemek istemez. İnsan “ekonomik birey” değildir. Ak Partililere duyurulur. Duymak istemeseler dahi…
Halk mazlumdan yana olduğu için Ankara Garı’nda patlayan ve gündeme oturan bombaların seçim öncesi HDP’ye yarayacağı ve Ak Parti iktidarı için zaaf kabul edileceği görülüyor. Tam zamanında patlatılan bu bombaların kritik eşikteki Ak Parti’nin tek başına iktidarını zora soktuğu ifade ediliyor. Belirleyici olması gereken Müslümanlarda ise yeni bir ruh, fikir ve aksiyonun heyecanı gözükmüyor. Bu olmadıktan sonra Ak Parti tek başına iktidara gelse ne olur –ki 13 senedir iktidarda idi- gelmese ne olur? Fakat 13 senede Ak Parti’de de değişmeler oldu, gerek FETÖ ile mücadele, gerek daha millî ve yerli bir çizgiye gelme, gerek imam-hatip ve türban meselesi gibi… Ve bütün bunlardan rahatsız olan cephenin Ak Parti şahsında İslâm karşıtlığı ve Batıcı çizgide birleştiği malûm iken bizim Ak Parti’yi desteklememizden daha doğal ve açık ne olabilir? Bunun için fazla siyasî tahlillere bile gerek yoktur… Fakat ne olursa olsun geleceğin hayırlara vesile olmasını, İslâm davasının önünün açılmasını temenni ediyoruz.
Baran Dergisi 458. Sayı