Batı’nın, daha doğrusu İsrail’in zımnî onayıyla, İran ve Rusya eliyle Irak ve Suriye üzerinden Türkiye açık bir şekilde kuşatılmaya, İslâm âlemi ile arasına girilmeye, Müslümanlar üzerindeki psikolojik tesiri kırılmaya ve böylelikle İslâm Âleminde tesis edilecek müstakbel bir birliğin, birlikteliğin önü alınmaya çalışılıyor. Batı ülkelerinin de gerek doğrudan gerekse dolaylı yollarla desteklediği bu harekâtın esas maksadı, Ehl-i Sünnetin, yani Müslümanların yeniden bir araya gelmesine ve küfrün kafasına tek bir yumruk hâlinde inmesine mani olmaktır. 
Tarih bize defaatle göstermiştir ki; kendi menfaatleri dolayısıyla aralarında yaşanan çekişmeler ve hattâ savaşlar bir yana, mevzu Ehl-i Sünnet, yani Müslümanlar olduğu vakit, küfür açık bir şekilde tek millettir. Kendi menfaati gereği dünya savaşları çıkarmayı göze alan, insanlıktan nasibini almamış metotlara başvurarak birbirini vurmaktan çekinmeyen devletler, masada tartışılan Müslümanlar olduğu vakit, düşmanlıkta müşterektirler.
Suriye’deki fiilî durum malum… Bu vaziyetin arka planında ise bugün dünyanın bir numaralı gündem maddesi hâline gelmiş olan İslâm var. Dikkat ediyorsanız dünyanın, tarafına göre menfi yahut müsbet olmak üzere, bir numaralı gündem maddesi İslâm’dır. Hâl böyle olunca, meselelerin tarafları da tabiî bir şekilde İslâm’a göre pozisyon almak durumundalar. Geçtiğimiz sayılarda işaretlediğimiz üzere, İslâm’a zıt kutbun merkezinde, bugünlerde sessizlik perdesine bürünmek suretiyle kendi varlığını gizlemeye çabalayan ve küfrü masa arkasından sevk ve idare eden İsrail var. İsrail’i merkeze alarak karşı tarafı tasnif edecek olursak; Amerika, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa ve İran, Irak rejimi, Suriye rejimi ve irili ufaklı birçok devlet ile karşılaşırız. Bunların tamamı, Ehl-i Sünnet, yani Müslüman düşmanlığında müşterekler. Buna mukabil İslâm’ın safında, müessese olarak bir tek Türkiye var... Siyaseti, rejimi, zihniyeti, ahlâkı, ekonomisi ve kısaca devlet, millet ve fert planında bu davanın şartlarına malik olduğu için bu safta olmadığı aşikâr olsa da, görünen o ki; kader sırrı, Türkiye’yi, Hak ile Bâtıl arasında belki de emsali görülmemiş bir hesablaşmanın Müslümanlar açısından merkezi olmaya zorluyor. Küfrün merkezi İsrail dedik ya, bunun zıt kutbunda yer alan da Türkiye... Her ne kadar şartlar maddî planda böyle bir sorumluluk için müsait görünmese de, bu milletin herhâlde kaderi bu!
***
Gelelim İran’a... Müslümanların yeniden bir araya gelmemesi, birlik olmaması nasıl ki İsrail’in varlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmaz şartlarından biriyse ve böylesi bir birleşmeyi engellemek adına Yahudi elindeki tüm imkânları nasıl seferber ediyorsa, aynı şartlar İran için de geçerli. İsrail’in bölgedeki kader ortağı, İran...
İran’ın inandığı Şiî’lik, kendisini her ne kadar İslâm içinden bir kolmuş gibi göstererek meşruiyet bulmaya çalışıyor olsa da, artık açık bir şekilde bilinmesi ve kabul edilmesi gerekir ki, apayrı bir dindir. Yavuz Sultan Selim Hân’ın madde, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin ise ruh planında belini kırdığı Şiî’lik, Devlet-i Aliyye’nin yıkılmasıyla İslâm Birliği’nin dağılmasının ardından, İran’da gerçekleşen İslâm(!) devriminden ve bilhassa Irak’ın Amerika tarafından işgal edilmesinden sonra, yeniden eskiden olduğu gibi yayılmacı bir politika benimsemiştir. Bugün İran’da hâkim durumdaki “Oniki imam” Şiiliğinin asıl merkezi Irak’tır. Buna mukabil İran daha geniş bir perspektifte sapkınlığın en koyu tonlarını ihtiva eden Nusayrilik dâhil, sapkınlığın envai çeşidine şemsiye olmakta ve dışarıda da Yahudilerden Hıristiyanlara kadar İslâm karşısındaki safta buluşan herkes ile ittifak hâlindedir. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” prensibini şiar edinmiş olan İran için ittifak dairesi bugün o kadar genişlemiş bulunmaktadır ki, İslâm düşmanlığı ortak paydasında mide bulandırıcı bir birlikteliğin tesis edilmesine sebeb olmuştur. 
Gelelim İran’ın izlediği siyasete...
Amerika’nın Irak’ı işgâli ve iktidarın Şiîlere tevdi edilmesi, İran’da, Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e doğru nüfuz alanını genişletme hevesi doğurdu. Tarihi boyunca Suriye üzerinde hiç egemenlik kuramamış Şiiliğin bu çıkışı, son derece manidardır. Suriye, Anadolu ile İslâm âleminin arasında bir berzahtır; başta mukaddes beldeler olmak üzere İslâm’ın merkezî noktalarına geçişi sağlar. Suriye’nin Anadolu açısından ehemmiyeti açık… İran ve Suriye’nin kapatmaya çalıştığı da işte bu berzah. (Bugün Musul’un kuzeyine Türk askerinin konuşlanması karşısında itler gibi “işgâl” diye havlayan Şiîlerin, daha dün Amerikan askerleriyle beraber kendi memleketlerini nasıl işgâl ettiklerini de çok iyi biliyoruz.)
Devam edelim... İran, Şiî’lik kisvesi altında Farisî milliyetçiliğini yaymaya çalışıyor. Bunun için de Irak ve Suriye’nin demografik yapısını değiştirmek ve adeta İranlaştırmak üzere bir siyaset güdüyor. Baştan beri dediğimiz üzere, esas maksat, meydana gelebilecek bir İslâm birliğinin önüne geçmek ve bunun için de Irak ve Suriye’de hâkim olup Akdeniz’e sokulmak suretiyle, bütün Müslümanların son ümidi Anadolu ile İslâm âlemi arasına kılıç gibi girmek. Peki, diğer küfür odakları, senelerdir yaka paça kavga(!) ettikleri İran’ı niçin destekliyorlar? Tek tek izah edelim...
Anadolu’nun İslâm âleminin geri kalanından her ne şekilde olursa olsun tecrit edilmesi, İsrail için son derece hayatî. Defaatle ifâde ettiğimiz üzere, tesis edilecek bir İslâm Devleti ve birliğinden sonra İsrail’in bu coğrafyada barınması imkânsız. Dolayısıyla İslâm birliğinin kurulmaması tıpkı İran gibi İsrail için de temel varlık meselesi. Bundan dolayı da İsrail’in cüret edemeyeceği böylesi bir girişimin, İran tarafından yapılmaya çalışmasının en büyük destekçisi Yahudi. 
Amerika ve İngiltere’nin, gerek İsrail’in güvenliği, gerekse dünyada kendileriyle gerçek bir mücadele içine girecek, düzenlerini bozacak bir İslâm birliğinin kurulmasını önleyici her faaliyeti desteklemelerinden daha tabii ne olabilir?
Rusya, hiçbir şey olmasa bile masadaki konumunu korumak üzere böylesi bir denklemde İran’ın safında yer alıyor. Putin döneminin belki de en büyük siyasî hatası, Rusya’nın en talihsiz hamlesi olarak tarih sayfalarında yerini alacak bu ittifak, Rusya’nın Akdeniz’e biricik kapısı. 
Avrupa’nın diğer ülkeleri de benzer sebeblerle, hususen de kendi sınırına dayanmış bir Müslüman birliğini istemediği için İran’ı destekliyor. 
Afrika’daki Müslümanları da hesaba katacak olursak, küfür safının tarafları Çin’e kadar uzanıyor...
İran da bu küfür bloğundan aldığı desteğe güvenerek kudurdukça kuduruyor.
***
Arab Baharı, İsrail gibi İran için de hem büyük bir tehdit, hem de büyük bir kaosun habercisiydi. Eğer ki, Arab Baharı Müslümanların inisiyatifinden çıkmasa ve gerçek bir birlik kurulabilseydi, bölgede İsrail gibi İran diye bir devlete de yer yoktu; fakat Arab Baharı’nın Müslümanların inisiyatifinden çıkması ve Batılıların da dizginlere el atması dolayısıyla, işler sarpa sardı. Arab Baharı ile beraber gelen dalga her ne kadar ilk sette küfür tarafından kırılmış gibi görünüyorsa da, arka arkaya gelen dalgaların Suriye’de billurlaşarak meydana getirdiği manzaraya bakacak olursak; İsrail, Amerika, İngiltere, Rusya, Avrupa, İran ve diğerlerinin meydana getirdiği küfür ittifakının, aslında nasıl büyük bir açmaz içinde olduğu ve kendi elleriyle kendi sonlarını hazırladıkları açıkça görülür.
İran, küfür safındaki yerine güvenerek kuduzlaşıyorsa da şunu unutmasın; bilhassa Doğu Akdeniz, batık gemiler gibi nice batık devletin sergisi hâline gelmiş bir sualtı müzesidir aynı zamanda. Pusulası şaşmış nice devlet bu tuzlu suların altında çürürken, Akdeniz’in bir yenisine ve bir daha yenisine hayır demeyeceğini biliyoruz. 
***
Son olarak, Türkiye her ne kadar bu misyona hazır ve, itiraf etmek gerekirse, lâyık değilse de, artık rahatlıkla anlaşılması ve kabul edilmesi gerektiği üzere bu milletin kaderi bu. Kimi yeni kimiyse asırlardır tozlanmış raflarda bekleyen hesapların bir bir açılacağı ve kimsenin bu hesaplaşmadan kaçamayacağı sona, yani başlangıca doğru ilerliyoruz.
Akdeniz’in yukarıda tasvir ettiğimiz şartları bizim için de ayniyle vaki; fakat biz onların elinde olmayana, liyakatli bir kaptana sahibiz ve onlar gibi Akdeniz’in dibini görmeyeceğiz!
Yahudi ve Yahudileşmiş İran, sebeb olduklarının bedelini mutlaka ama mutlaka ödeyecek ve hesab görülmeden bu defter anlaşmayla falan kapanmayacak. Anadolu’ya sızmış İrancılar da unutmasınlar bu dediklerimizi; onlar bizi iyi bilirler...

Baran Dergisi 466. Sayı