Gündeme dâir hatırıma gelen ve bir kenara not ettiğim bazı hususlar:
* G-20 zirvesi bu sene Antalya’da toplanıyor. Sloganik ifadelerle söylenen “bunlar katil” ifadesi tüm anlamıyla doğru olsa da, katil olmayan bizlerin miskinliği, tembelliği, ciddiyetsizliği de katliamdan beter bir vaziyettedir. Kendi birliğimizi kurmak şu an için mümkün gözükmese de, hiç olmazsa bu “birlik” ne olmalı ve nasıl olmalı fikrini ortaya atmanın, bunun gündemini oluşturmanın ne mahsuru var? Kaldı ki, bir şeyin fikri oluşmadan kendisi nasıl varlık bulabilir ki? Demek ki, hepimize çok basitmiş gibi gözükse de, herhangi bir meseledeki en mühim unsur o meseleye dâir niyetimizdir. Bugün itibariyle böyle bir niyetten söz edildiğini de görmüyoruz, yakın zamanda böyle bir niyetin filiz vereceğini beklemek de aşırı iyi niyetlilik. Kimse bahsetmiyor ki memleketimizin asıl sorunu, ne içerideki ucuz muhalefet ne de Batı’nın kuvveti; hayatlarımızın, zihinlerimizin içine yerleşmiş, tutsağı bulunduğumuz kültürel hegemonyadır asıl sorun. Bütün savaşın “kültür” meselesi etrafında olduğunu anladığımız gün birlik fikri, birlik fikrine ulaştığımız gün ise şartlarının neler olabileceği meselesi gündemimiz olacaktır.
* “Cemaat” denilen Fetullahçı yapının milletin imanına musallat ne kadar tehlikeli bir yapı olduğunu artık herkes biliyor. İşledikleri cürümlerin bir çoğunun gün yüzüne çıkmadığını da biliyoruz; hatta, kurulacak hükümet bunu başarabilirse Paralel Yapı’nın ya bizzat yahut da dolaylı yollardan işlediği bazı fail-i meçhul cinayetler dahî ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın. Bu söylediklerime mukâbil hükümet yanlısı birçok gazete ve haber sitesinde rastladığım ve cemaat hakkındaki bazı haberler daha önce filmini seyrettiğimiz “Ergenekon” fragmanlarını andırıyor olması da endişe verici. Faaliyetleriyle zaten rengini belli etmiş böyle yapılar karşısındaki bu türlü yaz yolla haberler-manipülasyonlar hem olayın ciddiyetine gölge düşürüyor ve hem de herkes nazarında bu türlü yapıların muhalefetini güçlendiriyor.
* Bazı TV kanallarının ana haber bültenlerini adeta hipnoza tutulmuş bir vaziyette seyretmek zorundasınız… Daha önceleri “portakal”lı Fox haberin yaptığı bu uygulamayı şimdi Show TV ana haber üstlendi. Bir şekilde rast geldiğiniz an hemen es geçmeniz gereken bu haber bültenlerinin hususiyeti, maruz kaldığınız andan itibaren araba farına tutulmuş tavşan gibi karşısına aldığını kaskatı yakalama becerisidir.
Mesela, Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı bir toplantının haberini seyrediyoruz. Ayrıntı, sunum ve görüntü olarak tümü uyum içinde ve sizi bilgilendirme görevini tam anlamıyla yerine getiriyor. Bu haberden aldığınız emniyet hissi biraz sonra zaafınız olarak beliriyor ve saniyeler içerisinde kendinizi bir adamın amuda kalkmış vaziyette dünya rekorunu nasıl kırdığını anlamaya çalışırken buluyorsunuz. “Allah Allah, ne bu şimdi?” demeye kalmadan yavaş yavaş kamaşma moduna hazırlanan beyniniz, eski kocasıyla hâli hazırdaki “sevgilisi”nin karşılaşması sebebiyle apartmanın dördüncü katından düştüğü mü atıldığı mı belli olmayan kadının akıbeti hakkındaki haberle kıvama geliyor. Hemen ardından, annelerimizin örgülerinde kullandığı “iki düz bir ters” tekniğini andırır bir hamleyle Devlet Bahçeli’nin tesbih koleksiyonu ve evrak çantasının gizemi haberiyle ardından gelen tüm haberlere teslim vaziyetine sürükleniyorsunuz. Öncesi, sonrası ve sıralaması olmayan bu karışık vaziyet muhatabını alıklaştırıyor ve narkoz verilmiş bir kobay hâline getiriyor. Tüm ciddiyetsizliği içerisinde ciddi bir şekilde sıralanan ve hedeflediği kitleyi haberdâr etmekten ziyade mankurtlaştırmayı hedefleyen bu türlü “haber”den ailesini uzak tutmak her babanın görevi olmalı.
*Olageldiği gibi en “keskinleri”nin başını çektiği yer kapma kuyrukları seçimin ardından beliriverdi. Ak Partili bazı yöneticilerin bile “seçim zaferi”nin ardından göbek atar pozisyonlarındaki kutlama seremonilerinden de ancak böyle parsa paylaşma kuyruğu çıkabilirdi. Milletin “bana hizmet et” diye boynuna yüklediği yük adına göbek atanı da pek acaib oluyor. Son beş yıl içerisinde Ak Parti’ye küfür etme geleneğini bırakıp “milli” cephenin en önünde saf tutanlara baktığımızda her grubtan insanı görmemiz mümkün. Bu da gösteriyor ki, öbek öbek gelişen bu toplaşmanın temeli ideolojik olmaktan öte “virân olası hanede evlâd-ü iyâl var” tesellisidir.
* Avrupa ve Amerika zannedildiği kadar kuvvetli olsaydı Türkiye’nin bugünkü dönüşümüne asla müsaade etmez ve yapabildiği en acil tedbirlerle kırar atardı; ama ilâhi takdir, onların gözükmeyen -yahut hâlâ görülemeyen- güçsüzlükleri bir tarafa bütün tembelliğimiz, kültür zafiyetimize mukâbil Allah’ın lütfuyla İslâm Türkiye’de ve dünyada yükselen “değer” hâlindedir.
Avrupa ve Amerika’ya direnebildiğimiz için değil onların güç zafiyetinden ötürü; geriye, halk arasında denildiği gibi “Allah’ın işine bak!” demekten başka mecalimiz yok.
* 10 Kasım anması bu sene de coşku içinde geçmedi. Seçim neticelerinin neyi vehmettirdiğini Ak Parti taraftarlarından daha iyi özümseyen “Batıcı”ların şaşaalı kutlamalarını görmeyeli epey oldu ve görünen o ki Eski Yunan’daki Baküs ayinlerini andıran taraflarıyla bu türlü ilkelliklere dönmenin devri kapandı. Ama tuhaftır; mevcut hükümet de el atmasa 10 Kasım mıdır 1 Nisan mıdır haberimiz olmayacak. Ne kadar da garip “10 Kasım” deyû dinimize küfredenlerin âdetlerini dinimizi önemseyenler koruma altına alıp bunu da “kucaklama” addediyor.
* Seçimden önce insülin krizine girer gibi bir telaşla “kucaklama” krizine giren bir gazete, hiçbir şey olmamış gibi havaya bakıp ıslık çalıyor. Oysa hepimiz gördük ki, milyonlarca dolarlık iktisadî kuvvetine mukâbil en ufak sarsıntı ihtimalini göğüsleyecek imânî bir bariyeri olmayanlar kaçmaya meyyalidirler. Bu ekibin, en azından bir kısmının, bir korku travmasıyla başlatmaya çalıştığı ve seçim neticeleriyle terk ettikleri kucaklama seremonisini şimdi Zamancılar yapmaya başladı. Kucağa oturmaya meyyal olanların kucaklama çabası da anlaşılır bir şeydir; bunların enişteleri Amerika bayram ve seyran demeyerek bunları öperek ehlileştirmiştir. Doktor Pavlov’un köpekleri gibi Batıcı reflekslerle şartlanmışların kucaklama geleneğinin gizli mottosu “bir kucağa oturmalıyız”dır.
* Everest Dağı’nın zirvesine çıkmış bir adamın yılgınlığını anlayabilirim; bu irtifaya vardıktan sonra çıkacağı başka bir zirve olmadığını gören adam büyük ihtimal kendi varlığıyla yüz yüze gelecek ve kendisini o irtifaya sürükleyen varlık dürtüsünün farkına varacaktır. Ya seçim neticesiyle “bu iş bitti” psikozuna girenler? Mutlak adalet düzen İslâm geldi de bizim mi haberimiz yok? Ya da en azından cezaevindeki Müslümanlar serbest bırakıldı da bize mi söylenmiyor?
 Kudret görüntüsü içindeki bu zafiyeti anlasa anlasa Everest’in tepesindeki adam anlar herhalde… 
Baran Dergisi 461. Sayı