Selâm ile…
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılıp Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından yeni bir dünya düzeninin doğacağı aşikârdı. Amerikan vatandaşı meşhur akademisyen Francis Fukuyama, bu tarih itibariyle yani Sosyalizm’in tarihe gömülmesiyle artık Liberalizm’in karşısında hiçbir düşünce veya ideolojinin duramayacağını iddia ederek dikkatleri üzerine çekti. Fukuyama ve onu takip edenler için yeni dünya düzeni Liberal-Demokrasi’nin merkeze alındığı Amerikan hegemonyasının tesisi ile kurulmuştu ve artık tek kutuplu bir dünya düzeni hüküm sürecekti. Batı’nın 18. yüzyıl itibariyle dünya üzerinde kurmaya başladığı hâkimiyet ile birlikte bir örümcek ağı misâli işlediği dünya sisteminin son meyvesi Sosyalizm’in tarihe gömülmesi olarak algılanmıştı. Oysaki Soğuk Savaş’ın sona ermesi Batı’nın yaklaşık üç asır boyunca işlediği ve doruk noktasına ulaştırdığı dünya düzeninin iflasıydı. Her medeniyet gibi doğan ve genişleyen Batı çöküş aşamasına geçmişti ve Berlin Duvarı ile beraber yıkılan Batı idi.
Küreselleşmenin dünyaya iyiden iyiye nüfuz etmesi Batı hayat tarzının yayılmasına sebep olurken, öte yandan diğer medeniyet havzalarında beklenmedik bir şekilde yerelleşmenin de güç kazanmasını tetikledi. Batı’nın insan tabiatına aykırı dünya görüşünün, hâkimiyeti tesisinden itibaren yerel unsurlara karşı takındığı “öteki”leştirici tavır geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren yükselerek global iktisadî ve siyasî adaletsizliği artırdı ve insanlığı içler acısı boyutlara taşıdı.
Bilhassa 2000’li yıllardan sonra, çöküşünün farkına varan ve bunun tedbirlerini almak maksadıyla ziyadesiyle saldırganlaşan Batı medeniyetinin ahvâli tıpkı Amerikan filmlerinde bilim adamlarının laboratuvarda bir canavar üretmesi ve o canavarın önce o bilim adamlarını yemesi gibi bir durumu andırmaktadır. Keza, kapitalizm, liberalizm, demokrasi, sekülerizm gibi unsurları bünyesinde toplayan modern süreçte, mevzu bahis olguların insanı insanî hasletlerden arındırması neticesinde Batılı adam, yolda yürürken birbirine selâm vermekten aciz, uyuşturucu, alkol ve kumar gibi maddî hazlara müptelâ bir zombi görüntüsü vermektedir. Bu insan tipi insanlığı tümüyle yıkıma sürükleyecek insan tipidir.
Batı’nın güç kaybı neticesinde hâkimiyeti kaybetmesiyle ise zaten maksadı “üstün Batı insanı”na hizmet etmek olan dünya kamu düzeni ve hukuku topyekûn iflâs etmiştir. Hâsılı Soğuk Savaş’ın akabinde yeni bir dünya düzeni tesis edildiği iddiası tam bir fiyaskoya dönüşmüştür ve düzensizlik hâlihazırda devam etmektedir. Dolayısıyla coğrafyamızda yeni dünya düzenini kimin inşâ edeceğinin kavgası verilmektedir. Bu kavgada Müslümanlar üzerine büyük oyunlar oynanmakta şeytanî planlar tezgâhlanmaktadır.
Aylık Dergisi’nin 138. sayısında bu meseleyi kapağımıza taşıyor ve “Batı Medeniyetinin Sırtlan Yüzü” manşetini atıyoruz. Kapak mevzumuzu “İnsanlık Okka Hesabı Tek Haysiyetli Ses Türkiye” başlıklı alâka çekici yazısıyla Mevlüt Koç kaleme aldı.
Ümran Düşünsel, insanlığın hâlini  “Balıklar İnsan Yemez ki” başlıklı kısa ama içli hikâyesiyle resmediyor.
Ömer Emre Akcebe, Başyücelik Devleti İktisat Vekâleti Sanayi Müsteşarlığı bahsini işlemeye “Eğitim Sistemi” ile devam ediyor.
Hanife Kındır, bu ayki yazısında Büyük Doğu’nun temel prensiplerinden “Keyfiyetçilik ve Şahsiyetçilik”i işliyor.
Türk tiyatrosunun önemli simalarından Ulvi Alacakaptan ile sanat ve tiyatro üzerine yapmış olduğumuz söyleşiyi dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.
Gürsel Tanrıverdi’nin Ali Haydar Efendi hazretlerinin biyografisini kaleme aldığı yazısının başlığı “Âlim, Ârif, Velî, Mütefekkir: Ali Haydar Efendi”…
Fatih Turplu, “Mousourlou, Miserlou, Misirlou, Mısırlı: Bir Osmanlı Bestesi’nin Peşinde” başlıklı yazısıyla sizlerle...
Ve diğer içeriğimizle birlikte dergimizin bu ayki muhtevası böyle…
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…
Allah’a emanet olun…
www.aylikdergisi.com