Can Dündar ve Erdem gül çiftinin Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Anayasa Mahkemesi’nin, anayasadaki yetkilerini aşarak karar verdiğini düşünüyorum. Şöyle bir mahkeme düşünün ki siz, istediği davaya istediği aşamada müdahale edebiliyor. Anayasa böyle olduğu zaman, ciddi yargı sistemi olmuş oluyor ortaya. Demek ki birisini kapatmak lâzım. Mesela, öyle ki karakollara da ihtiyaç yok, kapatsınlar. Çünkü birini şikâyet edeceksen Anayasa Mahkemesi’ne gitmen lazım, niye karakola gidesin, nasıl olsa onlar biliyor gibi bir durum çıkıyor. Can Dündar’ın yaptığı şeye gelince; Can Dündar, Türkiye’yi NATO’ya bombalattırmak üzere hain bir komplo kurdu. Türkiye’nin siyasetçilerini, askerî suçlar mahkemesinde yargılatmak üzere Paralel Yapı ile işbirliği yaptı. Kendi babasının da mensup olduğu MİT kurumuna kara propaganda yaptı. Bunun da “basına özgürlük”le falan bir alakası olduğunu düşünmüyorum ben. Anayasa Mahkemesi’nin kararını basına özgürlük diye atıflarda bulunuyor. Bu konu basın özgürlüğü ile ilgili değil. Anayasa Mahkemesi de “basına özgürlük” dediği andan itibaren davanın içeriğine karışmış oluyor ama aslında böyle bir yetkisi yok. Her açıdan bakıldığında çok yanlış bir karar.

Bu karar ile birlikte devletin belli merkezlerinde bürokratik bir çete zihniyetinin devam ettiğini ve atanmışların seçilmişlere tahakküm kurmaya çalıştığını söyleyebilir miyiz?
Tabiî söyleyebiliriz. Kurumsal vesayet dediğimiz bir durum var Türkiye’de. Milletin verdiği egemenlik hakkı mecliste değil, kurumlar vasıtasıyla kullanılıyor birçoğu. Anayasa Mahkemesi gibi, anayasa tanımlı otuza yakın kurum var. Bunların içerisinde o çete, bu çete demeye lüzum yok. Zaten yapıları olarak vesayet kurumları olduğu için ne yazık ki bu durum devam ediyor. Mesela şu anda başkanlık sistemi tartışılıyor, “nasıl olmalı” diye. Bence en az onun kadar önemli olan, bu vesayet kurumlarının ne olacağı da tartışılması. Mesela bir Anayasa Mahkemesi’ne ihtiyaç var mı? Millî iradenin tecelli ettiği mecliste bir kanun çıkmış, Anayasa Mahkemesi de buna “olmaz” diyor, böyle bir yetkisi olmaması lâzım. Anayasa Komisyonu var zaten, bu bir insan anayasaya uygun mu, değil mi zaten bakıyor. Bunun ötesinde bir kuruma ne kadar ihtiyaç var, bunlara bakmak lâzım.

Peki Anayasa Mahkemesi neden böyle bir karar aldı?
Anayasa Mahkemesi genel olarak, AB’nin, buradaki Beyaz Türklerin memnun olacağı yönde kararlar alma endişesi taşıdığını düşünüyorum. Burada gerçekten çoğunluğun yahut millî iradenin değil, birtakım azınlıkların çıkarlarına göre hareket ediyor. Üyelerinin de çoğunu zaten Abdullah Gül atamış. Abdullah Gül’ün belirsiz siyasî tavırları da hepimizin malumu... Sonucunda da böyle bir şey çıkıyor ortaya.

Joe Biden’ın Türkiye ziyaretinin bu duruma bir tesiri olmuş olabilir mi?
Yok. Ama şöyle bir şey olabilir, Joe Biden’den olmasa bile ben birtakım bir yandan düğmeye basıldığını düşünüyorum. Mesela Gezi’de bir düğmeye basılmıştı ve herkes bir anda harekete geçti. Şimdi de başka bir algı operasyonu kampanyasının başladığını hissediyorum. Bugün de galiba bir bildiri yayınlandı. Küskünlerin, kırgınların demeçleri ve röportajları. Daha sonra değişik mahkeme kararlarının daha da köpürtülerek insanların kışkırtılması, birtakım terör eylemlerinin failleri falan çarpıtılarak toplumun karıştırılması yönünde düğmeye basıldığını hissediyorum. Ama “bunun bir delili var mı” deseniz öyle bir şey söyleyemem.

“Gezi benzeri bir hareket mi başlıyor” diyorsunuz acaba?
Tam Gezi benzeri bir hareket başlatabileceklerini düşünmüyorum. Toplumdaki o statik enerji birikimi Gezi zamanındaki gibi değil. Şu anda kimsenin sokağa çıkacak gibi bir kızgınlığı yok. Ama bir düğmeye basılarak bu kızgınlığın yeniden birikmesi, gündemin bulanması, şu anda konuşulan Yeni Anayasa’ya Başkanlık projesinin karambole getirilmesi gibi bir planın olduğunu hissediyorum ben. Bunun düğmesine basıldı. Bir sürü provokasyona şahit olacağız, özellikle Bahar ayları geldiğinde. Terörle ilgili de birtakım şeyler olacak herhalde. Tabiî bu düğmeye basılmış olması, düğmeye basanların amacına ulaşacağı manasına da gelmiyor.

28 Şubat döneminden bu zamana bir sürü mağduriyetler var... Mahkemelerin vermiş olduğu haksız kararlar var... Anayasa Mahkemesi bu gibi hususlarda devreye girmezken, Can Dündar’ın tutukluluğu hususunda nasıl devreye giriyor? Yani bir şahsın haklarının korunması için illa o şahsın Amerikancı mı olması gerekiyor? Anayasa Mahkemesi o zaman mı devreye giriyor?
Anayasa Mahkemesi hangi davaya, hangi aşamada, ne zaman isterse müdahil oluyor. Böyle bir şey yok yani. Bakkalda bile ilk hangi müşteri gelirse ilk ona bakılıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bir kişisel hak ihlali müracaatı vardı Anayasa Mahkemesi’nin, ona bile cevap vermiyor. Ama mesela, bir anda Can Dündar’a cevap verme kararı alabiliyor. Bu da zaten ne kadar yanlış bir yapı olduğunu göstermeye yeter. 2010 referandumunda biz buna bireysel başvuru hakkını verirken şunu hesaplamıştık; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne çok müracaat gidiyor, bunlar gitmeden evvel bir tane daha merci olsun diye biz bu bireysel başvuruyu çıkarttık. Ama Anayasa Mahkemesi’nin bunu tamamen amacının dışında kullandığı anlaşılıyor. Anayasa Mahkemesi zaten patlamaya hazır saatli bomba gibi bir kurum. O yönünü bize bir daha hatırlatmış oldu. Bu zaten yapmış olduğu en masum şeylerden birisi. Çok daha toplumu karıştıracak kararlar da çıkabilir oradan. Bunları da göz ardı etmemek lâzım.

Türkiye’de şu anda Gezi çapında bir ayaklanma girişiminde ortaya çıkacak sarsıntıyı devlet sistemi kaldırır mı?
Asıl 28 Şubat’ta sarsıntı yaşadı Türkiye. Soygunu yapanların hesabı sorulmadı hala... 28 Şubat aslında bir askerî darbe değildi, bir sermaye ve medya darbesiydi. 28 Şubat tanklarla yapılmadı, tank resmiyle yapılan bir darbeydi. Bunun hesabı sorulmadı, bunu yapanlar servetlerine servet kattılar. 300-500 milyar dolarını yok ettiler Türkiye’nin. Bunun hesabı sorulmadığı için sürekli, “bunu bir daha yapabilir miyiz” diye deneyeceklerdir. Gezi de bu denemelerden biriydi. Başarıya ulaşmadı. Bundan sonrakiler de bence başarıya ulaşmayacak.

28 Şubat üzerine bir yargılama devam ediyor. Aslında bu davada, medya-siyaset-sermaye üçgenindeki kilit çözülmeden, hiçbir şekilde Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler deşifre edilemeyecek kanaatindeyiz. Siz ne dersiniz?
Doğrudur ve şu anda 28 Şubat davasında yargılananlar her kimse, gerçek 28 Şubat darbesiyle çok da fazla ilişkisi olmayanlar. Yani nasıl yapıldı 28 Şubat darbesi ona bakalım... Medya, milletvekillerini tek tek tehdit ederek istifa ettirdi ve bir darbe yapıldı. Bunu yaparken de birtakım kendini bilmez askerlerin isimleri, cisimleri, tanklar kullanıldı. Mahkemede sorulan hesap bu mu, alakası yok yani...

Askerler bir nevi, piyon gibiydi.
Şu anda mahkemede yargılanan askerlerden hiç alakası olmayanların bulunduğunu biliyorum. Uzaktan-yakından alakası olmayan askerlerin yargılandığını biliyorum şu anda.

Bu yargılamaların sağlıklı yapılabilmesi için ne gibi tedbirler alınması gerekiyor, hükümetin ne yapması gerekiyor?
Bu yargılamaların sağlıklı yapılabilmesi için, bir kere popüler değimiyle Paralel Yapı’nın temizlenmesi lâzım. Çünkü Türkiye’de darbe olmadı mı? Bir sürü darbe girişimi yaşandı. Biz “darbelerle hesaplaşıyoruz” diye paralelcilerin güdümü altında hesaplaşmak yerine başka bir şey yaşamışız. Ergenekon mesela. Var mıydı, yok muydu, yargılananlar mı bunun sorumlusuydu bu çok belli değil.

Yani bütün bu davalar Paralel Yapı tarafından mı sulandırıldı?
Tabiî ki sulandırıldı. Bunlarla nasıl yüzleşiriz? Mesela, 2000-3000 hâkimin hala Paralel Yapı’ya yakın olduğu söyleniyor.  Bunlar durduğu sürece gerçek manada bu yapılarla hesaplaşılamaz. Biz ümitlendik, “aa geliyor ucundan, bak 28 Şubat’tan hesap sorulacak” derken bir baktık acayip yerlere kayıyor. Bu arada belki paralelciler gidip darbecileri bir daha korkuttu, “bak sizi yargılarız, yargılamayız falan” diye. Hem korkutup hem kolladılar. Böyle bir şeyi yaşadık biz. Bu paralel hâkimler durduğu müddetçe kolay kolay hesaplaşılamaz. Tabiî yargı sırf bu hâkimlerden de ibaret değil. Bağımsız hareket edenleri de çıkıyor. Ümit ediyoruz ki onların etkinliği arttıkça bu yapılar da temizlenecek.

Peki tüm bu hâdiseler, devlet zihniyetinde bir değişime gidilmesini gerekli kılmıyor mu hocam?
Kılıyor. Zaten devlet yapısındaki değişim dediğiniz şey, “yeni anayasa ve başkanlık” diye hepimiz yırtınıyoruz. Bu düzenin böyle yürümediği belli. Değişim toplumdan geliyor, ama ne yazık ki siyaset kurumu bu değişime direniyor. Belki Ak Parti’nin içindeki bazı odaklar da dâhil. Böyle bir durum var, ama toplum bu değişimi kabul ediyor ve bu talep bitmeyecek. Devletin kendini yeniden tanımlayıp, kurumsal vesayeti ortadan kaldırıp, egemenliği tamamen siyasi iradeye veren devlet yapısına sonunda kavuşacağız. Ama bu 1 yıl içerisinde mi olur, 30 yıl içerisinde mi olur açıkçası görülmüyor şu anda.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Çok teşekkür ediyorum, iyi günler diliyorum sizlere.
     Biz teşekkür ederiz, sağ olun.