Selâm ve Duâ ile…
Her ferdin, her cemiyetin, her toplumun birçok önemli meselesi varken, topyekûn insanlığın ve bilhassa mensup olduğumuz İslâm dininin felsefesinin, düşünce yapısının ve hayat tarzının kilometre taşlarından birini oluşturması hasebiyle sanat, estetik ve estetik idrâkı tüm meselelerin en başında; temel meselemizdir…
Bugün eşya ve hâdiselere, sağlıklı bir şekilde bakamayıp neye, nerede, nasıl yaklaşacağımızın portresini çıkaramayışımızın da en temel sebebi estetik anlayışını kaybetmiş bir cemiyete dönüşmüş olmamızdır. Sanat ve estetik, en başta insan olabilmenin gereğini ortaya koyarken, “her şeyin zıddıyla kâim olduğu” kâinatta zıt kutupları birbirinden ayrıştırıcı bir vasıf kazanabilmek adına en mühim çerçeveyi teşkil etmektedir. Estetik bir anlayışa sahip olmadan yahut yanlış temeller üzerinde ve insanî hasletleri içinde barındırmayan bir estetik anlayışı ise insanın ruhunu beslemesi önünde elzem bir engel teşkil etmektedir. Ancak ve ancak estetik bir formla ve gözle yaklaştığımız hâdiselerde zıt formları birbirine karıştırmayıp, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırabiliriz. İşte bu sebeple olsa gerek Üstad Necip Fazıl, “21. Asrın yenileyicisi estetik idrâki başa alsın” ihtarında bulunmaktadır.
İşte Batı, estetik idrâki sana en başa alıp tırnaklarıyla kazıya kazıya Rönesans’ı gerçekleştirirken, biz ise gözlüğünü kaybeden bir hipermetrop edasıyla gözümüzün önündeki dört kolla sarılmamız gereken sanat ve estetik anlayışı kaybettik. Nihayetinde bugün bu haldeyiz ve en nihayetinde zamanla, kâinata bakış ve anlayış normları-hayat tarzı sebebiyle sanat ve estetiği materyalizmin sığ anlayışı kapsamında mücerret-metafizik olana erişemeyen dar bir çerçeveye hapseden Batı’nın peşinden sağa sola savrulup gitmekteyiz.
Modernizm sürecinde, metafizik unsurlardan arındırılmış bir sanat anlayışı ile kof kültürü üzerimize empoze eden Batı’nın bu saldırısına maruz kalırken, postmodernizmde toplumumuzun bir önceki süreçte yaşanan taarruzun tesiri ile iki farklı düşünce yapısına hapsolduğunu görüyoruz.  Bu düşünce yapılarını modernist ve yobaz olarak nitelendirebiliriz. Sırasıyla birincisi, Batı’nın empoze etmiş olduğu kültüre adapte olarak, maddeci-somut bir sanat anlayışına sahip; ikincisi ise karşısındaki fikre muhalif olmak gayesiyle zamanın ruhunu reddederek geleneksel bir kutu içerisinde kendini geliştiremeyen ve karşı olduğu düşünce tarzını tersten yaşatan…
Netice olarak her ikisi de yanlış ve bu yanlışın en temel sebebi estetik bir form kazanamamış olmaktır.
Geleneğe taparcasına kendini veren yobaz, kendi alanı dışına çıkamamaktadır. Hurafeler içinde geleneksele takılı kalan yobaz, soylu olan ve İslâm’ı en iyi şekilde yaşatacak olan “yeni”ye yani “İbda”ya da kökten karşı çıkmış oluyor. Böylece kadim anlayışı bir papağan gibi tekrarlayarak ortaya hiçbir şey çıkaramıyor. Oryantalistlerin kendi kültürümüzü alıp, istedikleri şekilde yoğurması sonucu ortaya çıkan ve onlara enjekte ettiği birikimle tamamen kadim geleneği inkar edip “yeniliği” de reformdan ibaret görüyor modernist… Elbet ne yobaz kafalı Müslümanın, ne de reformcu Müslümanın durumunda olacağız.
Bilakis sanat ve estetiği her alanımıza dahil ederek; politikadan şiire, matematikten iktisada, kültürümüzden yaşayışımızın her karesine yerleştirerek… Öyle bir bediyyat idraki içinde olmak ki; o bediyyat içerisinde zamanın ruhunu hakkın kaidelerine uyarlayarak… Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilal” kitabında dediği gibi: “İslâm yenilenmez, anlayış yenilenir. Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik… ‘Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.’ Hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.”
Sanat ve hayatın iç içe oluşu, insan ve sanatın zaruri birlikteliğinden Allah’ın sanatkârane yarattığı insanı, bütünle kaynaşması için sanat şart, Müslümanların birbirleriyle kaynaşması için.
Sanat aynı zamanda
Bu sonsuz idrak içerisinde İslâm’ı ve İslâm medeniyetini genişleten bir estetik anlayış olmadığı sürece kalıpların dışına çıkamayacağız ve aynı gözlükten aynı yere bakmakla kalacağız…  Sanat, aynı zamanda başka hayatları ve düşünleri de paylaşma kabiliyetidir. Demek ki, sanat Müslüman için oluş ve fetih demek.
Sanat, duruşumuz ve tavrımızdır, ahlâki olandır. Doğru tavır ve dik duruş için ise sanatın manivelası, sistemli fikir yeni ideolocya şart. Hayatı İslâm gayesine göre yorumlayan sanatçı, üstün fikri kuşanmış derin hassasiyet sahibi demektir. Çağından mesul insan ve Müslüman olarak…
Kâzım Albayrak, 29-30 Kasım - 01 Aralık-2013 arasında gerçekleşmiş olan VI. Dini Yayınlar Kongresi - İslâm, Sanat ve Estetik Sempozyumuna katıldı. Sanat üzerinden dinlediği şiir, mimari ve sair meseleler üzerine “İslâm Sanat ve Estetik Kongresinden Notlar” başlıklı yazısıyla ele aldı.
Doç. Dr. Can Habip Türker ve Prof. Dr. Abdulkadir Dündar ile Sanat ve İslâm mevzuu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
M. Taha İnci, “İslâm, Sanat ve Estetik Sempozyumu” başlıklı yazısıyla, Dini Yayınlar Kongresi’nde akademisyenlerin konuşmalarını özetliyor ve “bu tarz sempozyumlara önem verilmesi gerektiğini, okullarda da sanat yönünden farklı yapılar oluşmasını ve daha küçük yaşta sanata bakış açısının geliştirilmesini, harici kafasından ve çöl bedevilerinin durumundan uzaklaşmamız gerektiğini” anlatıyor.
Yazarımız Salim Muhammed (Carlos), bu hafta “Türkiye-Mısır Gerilimi” yazısıyla dergimizde.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun her hafta tefrika ettiği Ölüm Odası B-Yedi, bu haftaki “Hafızam” başlıklı yazısıyla dergimizde…
Fatih Turplu, “Buna Er Meydanı Derler, 5 Aralık 1999” başlıklı yazısıyla sizlerle…
Dergimizde her hafta sizler için yorumladığımız ve derlediğimiz “Hasta Adam Batı” başlıklı haberleri de sizlere sunuyoruz.
Estetik hissimiz dâim olsun. Haftaya görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz.