Selâm ve duâ ile…

Mactan Adası sultanı olan Lapu-Lapu Filipinler'in ilk millî kahramanıdır; Lapu-Lapu ve Mactan kabilesinden savaşçılar 27 Nisan 1521 tarihinde Ferdinand Magellan komutasındaki İspanyol birliklerini yenmiş, işgali püskürtmüş ve Macellan bizzat Lapu-Lapu tarafından öldürülmüştür.

Filipinliler, bir vefa borcu olarak Mactan Eyalet Adası'nın başkentine "Lapu Lapu" adını vermişlerdir ve bugün aynı yerde katil emperyalist Macellan’ın da bir heykeli bulunmaktadır… Filipinlerde Sultan Lapu-Lapu gibi büyük bir kahramanın heykelinin bulunması ne kadar tabiî bir hâl ise, Macellan’ın heykelinin bulunması da bir o kadar mânidârdır. 

Macellan heykeli, aslında, Filipinler’in, Moro’nun ve bütün İslâm beldelerindeki “bağımlılık” hâlinin de bir göstergesidir. Misâl vermek gerekirse, İslâm beldelerinin tarassut altına alınmasında düşmanlarımız bazı zamanlar bizzat kendileri rol alırken, bu durum Filipinlerde “Ferdinant Marcos”, bizim gibi ülkelerde ise yer yer “Ulu Önder” diye isimlendirilen kendi milletinin hainleriyle de olmaktadır. Bütün İslâm beldelerinin hâli de böyledir maalesef…

Olanlar oldu ve ne olduysa başımıza gelen her şey Hilafetin ilgasından, hatta daha doğru ifadesiyle Hilafetin tesis ettiği ruh kıvamı kaybedildikten sonra oldu… Yaklaşık 5 asırlık suskunluktan ve aslî cevherini unutuştan sonra Büyük Doğu-İBDA’nın getirdiği İslâm’a Muhatab Anlayış Dâvâsı’nın ektiği tohumlar bugün Türkiye’de yeşermeye yüz tutmuş vaziyettedir…  “Hilafet ve Türkiye” denildiğinde İslâm Dünyasındaki yankısının ve hissiyatının ne olduğu Sağır Sultan’ın bile mâlumu; ve defaatle hatırlattığımız üzere Salih Mirzabeyoğlu’nun “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor” teşhisi…  Neredeyse bugünden tam kırk yıl önce Salih Mirzabeyoğlu öncülüğünde 15 Kasım 1975’te “İnsanımız ve inancımızın kavgası” sloganıyla yayın hayatına başlayan Gölge dergisi, Filipinler ve Moro’yu Türkiye gündemine taşımış, İslâm’a, çağın meselelerine bakışta o günün “bizde kavga var mı?” seviyesine kadar düşen idraksizliğini bir anda darmadağın etmiştir… Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Aydınlık Savaşçıları-Moro Destanı” isimli şiiri dilden dile ulaşarak sadece tekrarlanan bir şey olmaktan öte, bir nesli imân ve aksiyon etrafında birleştiren muharrik güç-yakıt vazifesi görmüştür; o şiirdeki ruh ve mânâ sadece Türkiye’deki Müslümanların aksiyonuna vesile olmamış, bereketiyle birlikte adı-sanı duyulmadık diyarlarda unutulan kardeşleriyle Mindanao’yla, Moro’yla kalblerin bir atmasına vesile olmuştur…  Bu, zamanının ruhunu yakalayan bir fikir adamının ileri görüşlülüğüdür aynı zamanda… 

Zamanın ruhu; her şey ona doğru akıyor ve o ruhun akışı etrafında kümelenirken bugün Filipinler'deki Müslümanların verdiği savaş zafere doğru ilerliyor…  Moro İslâmî Kurtuluş Cephesi ile hükümet arasında arabuluculuk yapan Türkiye ise, kurulacak Müslüman otonom devlete her türlü desteği veriyor ve bizzat ilgileniyor. Bu durum sadece bir devletin “birileri”ne yardımı değil Türkiye’nin kendi tarihî misyonuyla da alâkalıdır… Söylediğimiz zaviyeden ele alındığında Türkiye’nin fevkâlâde bir işe imza attığı ortada… Moro’lu Müslümanlar kendi özerk-otonom devletlerini  kurmaya doğru adım atarken, bağımsız bir İslâm Devleti’ne doğru ilerlerken bu hâdiseye elbette -hem de biz!- kayıtsız kalamazdık. Bu haftaki kapağımızı bu mevzuya ayırdık ve “Moro’da İslâmî Devlet’e Doğru” dedik; dünkü temel problem “anlayış” eksikliğinden mütevellit “bizde kavga var mı?” idi; bugünkü mesele ise, fikren teşekkülünü tamamlamış İslâm’a Muhatab Anlayış davâsının tecelli zeminini arayışıdır. İnsanlarımızın konformizm peşinde hayatlarını ziyan etmeleri, imân heyecanının yerini başka başka telaşelere bırakması ülkemizin ve İslâm aleminin genel manzarasını çiziyor. Âhir zaman dedikleri bu olsa gerek... Bu iş, kurtuluşumuz, illâ olacak ve illâ olacaksa, Allah bunu vaadetmişse, bize düşen borç her hâl ve şartta bu davanın güdücüsü olmaktır…

*

Yeni şafak Gazetesinin röportaj yaptığı Alman Gazeteci Udo Ulfkotte’nin çarpıcı açıklamaları gündeme bomba gibi düştü, demek isterdik ama hiç de öyle olmadı. Neredeyse yaprak kımıldamadı. Uzun yıllar Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yayın yönetmenliğini yapan Ulfkotte ne diyordu? Dünyada bir çok ülkedeki bir çok gazetecinin CIA tarafından satın alındığını, ülkelerin kamuoylarının bu gazeteci kılıklı ajanlarca ABD çıkarları doğrultusunda manipüle edildiğini... Türkiye’de de bu CİA ajanlarından mebzul miktarda bulunduğunu... Ulfkotte, bizim zaten yapılanlardan ajanlıklarını bildiğimizi deklare ediyor; malumun ilamı yani... Kim bunlar? Cevabı aslında bilinen bu soruyu biz yine de cevablayalım: Bu gün ana akım medyada köşe işgal eden, malum gazetelerde editörlük yapan, televizyonlarda idarecilik yapanları, bu “bağımsız ve tarafsız” gazetecileri bir aklımızdan geçirelim, yeter... Cengiz Ç., Emre U., Hasan C., Mehmet B., vb. Bazı gazeteler yekten “ajan gazete” şeklinde yayın yapmakta. Bunların hangileri olduğu herhalde herkesin malumudur. Aynı şekilde hükümet yanlısı gözüken medya organlarında da bu ajanların mevcut bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu nedir? Vatan hainliğidir! Bu tip adamların çoğu ya CİA’dan ya Mossad’tan para alan tiplerdir ve hemen hemen hepsi masondur. Bunlar her zaman hak ve halk düşmanlığı yaparlar ve hiçbir zaman “tarafsız” olmadıkları hâlde en büyük etiketleri de tarafsız olduklarıdır! Başlıbaşına işlenmesi gereken bu meseleyi haftaya daha teferruatlı bir şekilde ele alacağız.

Ömer Emre Akcebe kapak mevzumuzu “Moro’da İslâm Devletine Doğru” başlıklı yazısıyla ele aldı… 

Nabız Haber’in Genel Yayın Yönetmeni ve Gazeteci Şükrü Sak’ın, Prof. Dr. Anıl Çeçen ile yapmış olduğu “Amerikan Devleti ile Küresel Sermaye Karşı Karşıya” başlıklı röportajı sizlerle…

Çakal Carlos (Salim Muhammed) bu hafta “Cihadçı Gençler Batı’yı Asıl Niçin Korkutuyor” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri “Ölüm Odası B-7”, alt başlığı “Büyük Doğu-İBDA (Esatirî Halı)” olan 235. Bölümü ile sürüyor.

“Ak Saray Meselesi etrafında” başlıklı yazısıyla Faruk Hanedar “Ak Saray” meselesine farklı bir açı getiriyor.

Sezâi Dilbilen “Yahudi Yetiştirmesi Şii ve İran Terörü” başlıklı yazısının 3. bölümünde Şiilerin İslâm düşmanlıklarını anlatmaya devam ediyor.

Shaftesbury: “Bütün Güzellik, Doğruluktur!” başlıklı yazısı ile Gülçin Şenel güzelliğin doğruluk üzerinden tanımını yapıyor.

Sizler için derleyip yorumladığımız güncel haberler de dergimizin sayfaları arasında.

Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere Allah’a emanet olun.