Selâm ve duâ ile…

“Cambaza bak” devrinin sonuna geldik. Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, bir zamanlar yedi iklimde hüküm süren devleti yıkılmış bir milletin torunlarıyız biz; idaresi müstevliler tarafından kuyrukçularına tahsis edilmiş, uzun yıllar süren Soğuk Savaş döneminde biçilen rolün dışına çıkmayı, vitrinin ardında ne olduğuna bakmayı akıl ve cesaret edememiş bir ülkeyiz biz. Şimdiyse işler değişiyor; Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir yana, hemen ardından tesis edilen tek kutuplu dünya düzeni etrafında şekillenen kapitalist, liberal, seküler, global dünya düzeni de iflâs ediyor ve dünya Amerikan rüyasından uyanıyor. Bizim için de, perdenin ardında yanan ışık marifetiyle Amerika’nın kendi kıtasındaki gerçek yüzünü müşahhas planda müşahede etme imkânı ortaya çıkmış oluyor. Öyleyse neler gördüğümüzü paylaşalım...

Bir kere en başta, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi insanından başlayıp dünyanın geri kalanına vaaz edebileceği bir medeniyet tasavvuruna mâlik olmadığını; Yakınbatı Avrupa’nın nefsânî arazlarının örgüleştirildiği bir zihniyetle, insanın yalnızca nefsî veçhesine bakan bir devlet olduğunu gördük.

Medeniyet kıstasları içinde yer alan maneviyat planındaysa, ABD’nin kendi insanından başlayarak dünyanın geri kalanına anlatacağı, manevî örtülü maddî masallardan ve maddî plandaki terakkinin manevî olanı perdeleyerek geri plana ötelemesinden başka bir şeyin mâliki olmadığını görüyoruz

ABD’nin benimsediği seküler dünya görüşü, ferd ve toplum meselelerinin ruhî planına el atılması önünde zaten başlı başına bir engel teşkil etmektedir; öyle ki, yalnızca dünyevî olana dönük olan bu zihniyet, bir veçhesi sonsuzluğa bakan “insan”ın temsil ettiği ferd ve toplum meselelerini hâlli karşısında acizdir.

Kendi atalarının hırsızlık, arsızlık ve namussuzluklarıyla nam saldıkları coğrafî keşifler dönemindeki arazlarını bir türlü giderememiş ve 2015 senesine girdiğimiz şu ânda bile, “insan”ın siyah da olsa beyaz da olsa eşref-i mahlûkat olduğunu kabul edemeyip hâlen “cahiliye devrini” yaşadıklarını dün dünyaya deklare etmişlerdir. Amerikan polisinin zencilere karşı takındığı şiddetli tavra, devletin bu tavrın arkasında durmasına bakarak bunu rahatlıkla söyleyebiliriz herhâlde...

Hürriyet ve ahlâk planında, hayvanata yakın bir manzara arz ederek, nefislerine tutsak edilmiş ve yalnızca “ben” diyen bir ferd ve toplum manzarasıyla karşılaşıyoruz ABD’de. 

Demokrasi çığırtkanlığı içinde sesi en yüksek çıkan ABD olsa bile görüyoruz ki; imtiyazlı zümreler tarafından kendi çıkarları istikâmetinde senaryolaştırılan bir tiyatrodur demokrasi dedikleri ve en meşhur artist ve aktrislere taş çıkartacak siyasîler tarafından sahnelenmektedir.

İmtiyazlı zümre derken kast ettiğimiz zümrenin etrafında temerküz ettiği şeyin ne olduğunu da söyleyelim; para! ABD ve onun medeniyet telakkisinde marifet paraya tâbidir. İnsanî verim sahaları ABD’nin dünya görüşü çerçevesinde metalaşmıştır ve bütün kıymet ölçüleri yalnızca ederine bakılarak değerlendirilmektedir. Bu ise, insanlığın başına tarih boyunca gelen en büyük felâketlerden biridir herhâlde. 

Nasıl ki insan aydınlık bir yere girdiğinde yalnız ışık kaynağını görür ve bir süre sonra göz ortamdaki ışığa alışarak diğer şeyleri de görmeye başlarsa, ABD’nin insanlığın gözünü kamaştıran muşamba dekoru da artık tesirini yitirmiş ve bakan göz muşamba dekorun ardında neler olduğunu da görmeye başlamıştır. 

Ferd ve toplum meselelerinin çözümü noktasında temel meselelere çözüm getirecek bir dünya görüşü olmayan ve böyle bir dünya görüşü olmadığı için de tüm mesaisini bu dünya görüşüne olan ihtiyacı dünyevî olanla, maddî olanla, nefsanî olanla perdelemeye sarf eden ABD’nin tüm çabası beyhude bir hâl almış ve takke düşmüştür.

Teknik plandaki terakki her ne kadar haşmetli görünse de, bu planda terakkinin zirvesinde olan ve ruhî olan karşısında tutunamayarak darmadağın edilen Nemrud’u da, Firavun’u da unutmayalım.

ABD, “Mutlak Fikir”e bağlanmadığı ve Büyük Doğu-İbda gibi ruhçu bir dünya görüşü ile kıymet ölçütlerini hakiki olana irca etmediği sürece ruhî olan karşısında mağlûb olmaya mahkûmdur.

ABD, devlet olmanın temel amili kabul edilen ferd ile toplum arasında muvazene kurmaktan ziyade imtiyazlı zümrenin çıkarları peşinde savrulduğu sürece, dünyanın geri kalanına teklif edebileceği ve sunabileceği cazib hiçbir şeyin mâliki değildir. 

Her ne olursa olsun geleneklerine bağlı kalmış olan Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi güç merkezlerinin tezahür etmeye başladığı, globalizm sürecinin sekteye uğradığı, Batı’nın mutlak hâkimiyetinin kırıldığı şu demde, ABD’nin artık kendi içine dönüp, benzeri görülmemiş bir varlık-yokluk mücadelesine hazırlanmasının vakti gelmiştir; “Hâkim ve Hakîm Fikir”in mensupları olarak pervasızca söylemiş olalım... 

Bu haftaki kapak mevzumuzu Faruk Hanedar  “Mukadder Olana Doğru ABD Çökerken” başlıklı yazısıyla kaleme aldı.

Yazarımız Çakal Carlos (Salim Muhammed) Avrupa’daki İslam düşmanlığı münasebetiyle “Avrupa’daki Camiilere Yönelik Saldırılar”  başlıklı yazısında gündeme dâir bir değerlendirme yapıyor

Kâzım Albay, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi - Matla’ Beyitler isimli son çıkan eserini nasıl okumamız gerektiğine dâir ipuçlarını “Ölüm Odasını Anlamaya Dâir” başlıklı yazısında bizlerle paylaşıyor.

Gazeteci-yazar Hakan Albayrak ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Hakan Albayrak Mirzabeyoğlu-Erdoğan görüşmesine nasıl baktığını bizlerle paylaştı.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi”, alt başlığı “Orta Yol” olan 242. bölümü ile devam ediyor…

Yazarımız Gürsel Tanrıverdi’nin “BD-İBDA Kesintisiz Devrim -Kavramlar-”, Sezâi Kırlangıç’ın “Kürdistan Korkunç Bir Kıyım Altında” başlıklı yazılarını dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.

Gülçin Şenel “Küçük Prens’in Pilotu Exupery”nin hayatına dâir alaka çekici bir yazı kaleme aldı.

Dergimizde ayrıca sizler için derlemiş olduğumuz haber-yorumları da bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun.