Selâm ve Duâ ile,
II. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa devletlerinin birbirleriyle olan münakaşasının son bulması adına ortaya atılan Birleşik Avrupa devleti ve tek Avrupa milleti fikrinin, zaman içinde ticaret serbestisi, ortak para birimi, serbest dolaşım ve uluslarüstü siyasî organizasyon gibi unsurlarla geldiği son nokta Avrupa Birliği... Ticarî çıkarlar merkezinde kurulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu organizasyonlarından sonra tek Avrupa milleti ve birleşik Avrupa devleti fikrinin gerçekleştirebilmesi adına gerekli olan siyasî birliktelik 1993 senesinde kurulan Avrupa Birliği ile tesis edilmek istenmiştir. Soğuk Savaş’ın ardından ortaya çıkan yeni dünya düzeninde Avrupa’nın kontrol altında tutulmasını kolaylaştıran ve ortak ticarî kanunlar vesilesiyle birliğin merkezinde bulunan Almanya ve Fransa'nın diğer devletleri daha rahat sömürebilmesinin önünü açan birlik, 2008'de ABD'de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan ekonomik krizin de etkileriyle sıkıntılı günler yaşamakta. Zaten tarihleri boyunca birbirleriyle çatışma içerisinde olmalarından dolayı milletler arasında bir türlü tam entegrasyon sağlanamazken, bir de ekonomik krizin tesiri ile II. Dünya Savaşı sonrasında atılan dikişler patlamakta.
Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’nın borç yükü artık taşınamaz vaziyette ve Avrupa’nın zengin devletlerinin destek ve kredi şartlarıysa işgâl şartlarından beter. Zaten herhangi bir ortak paydası olmadığı için sunî bir zemin üzerine teşekkül ettirilmiş olan birlik anlaşıldığı kadarıyla, bu haliyle son demlerini yaşıyor.
Pazar günü Yunanistan’da yapılan genel seçimlerden Avrupa Birliği karşıtı Syrıza Partisi’nin birinci çıkması da, artık milletlerin bu birlik içinde olmaktan hiç de memnun olmadığının göstergesi.
Türkiye’de 2007 ve sonrasında gerçekleşen, daha sonra Arab ülkelerini saran değişim ve dönüşüm rüzgârı, görünen o ki Avrupa’yı da sarmak üzere... Eskiden olduğu gibi toplumdan kopuk, toplumun hassasiyetlerini yansıtmaktan aciz, yalnızca belli imtiyazlı sermaye grublarının çıkarları ve dışarıdaki efendilerinden gelen direktifler doğrultusunda hareket eden siyasetçi ve bürokrat tipi artık kabul görmüyor. Dolayısıyla bugün bütün dünya bir arayış içinde ve artık Avrupa Birliği de bu arayışın bir parçası olmuş vaziyette.
Gelelim bu konjonktür içinde Türkiye’ye. Senelerdir anlamsız bir şekilde Türkiye’ye âdeta bir Kızılelma gibi dayatılan Avrupa Birliği’nin artık herhangi bir cazibesinin kalmamış olması, bizim için önemli bir eşiğin de atlatıldığı anlamına gelmektedir. Artık Türkiye’deki siyasîler gözlerini AB haricindeki istikâmetlere de rahatça dikebilir ve memleketin menfaati hangi istikâmetteyse, o cihete doğru yol alabilirler.
Bunun yanı sıra millet ile urlaşmış sermaye arasındaki 28 Şubat döneminden kalma hesabı görmenin de tam vaktidir. Mâdem ki devir milletle aynı hassasiyetlere sahib olmanın devri, o vakit AB’nin içinde bulunduğu kargaşa, Amerika’nın başındaki badireler, İsrail’in bir mahsulü olduğu statükonun sallanıyor oluşu fırsat bilinmeli... Bu fırsatları değerlendirip memleketin içindeki urlaşmış sermayeyi kazıyıp Anadolu’dan def etmenin tam zamanıdır. Onlar kendi meselelerinden kafalarını kaldırana kadar bu işi görmek ve kimsenin itiraz etmesine mahal vermeden bu hesabı kapatmak son derece ehemmiyetlidir. Böylelikle geçmişin bedeli ödetileceği gibi bundan sonrasında da dışarıdan tutulan iplerin ucunun boşta bırakılması Türkiye’nin menfaatinedir.
Bu çerçevede kapağımızda Avrupa Birliği'ni kastederek "Avrupa Baharı Başladı, Bu Tabutu Kim Kaldıracak" manşetini atıyoruz. Kapak yazımızı ise Ömer Emre Akcebe "Çivilenen Tabutun İçinde Kimler Var?" başlığı altında kaleme aldı.
***
Fransız Charlie Hebdo Dergisi'nin Peygamber Efendimiz'e (sav) ve Müslümanlara yönelik hakaret içeren karikatürleri tekrar yayınlamasının ardından Türkiye'de de İslâm düşmanlığı ile tanınan yayın organları aynı yolu izliyorlar; ne de olsa ortak paydaları Hak ve halk düşmanlığı. Diğer taraftan Büyük Doğu coğrafyasının kalbi Anadolu, bu kansızlığa karşı haykırmaya devam ediyor. Cuma günü Diyarbakır'da yüzbin kişinin katılımıyla, ardından İstanbul Fatih'te binlerce kişinin katılımıyla eylemler düzenlendi. Biz de arka kapağımızı bu çerçevede değerlendiriyor ve "Fatih'in ve Selahaddin'in Torunları Kıyama Durdu" diyoruz.
***
Abdullah Kiracı'nın, bugün de bir çok problemin çözümünde misal olabilecek Osmanlı vakıf sistemi üzerine kaleme aldığı yazı dizisi, "Vakıf Kurumunun Tarihî Seyri" başlıklı bölümü ile devam ediyor.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in oğlu Mehmet Kısakürek Yeni Şafak Gazetesi’ne bir röportaj verdi. Bu röportajı önemine binaen sizler için iktibas ediyoruz.
Sabah Gazetesi Dış Haberler Müdürü Taha Kılınç ile Ortadoğu üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı tahmin ediyoruz.
Sezâi Kırlangıç bu hafta "Başyücelik Devleti Öncesi Bir Hâl Muhasebesi" yapıyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun "Ölüm Odası B-Yedi" eseri, altbaşlığı "Hâlihazır"da (Tarih-i Ebü'l-Feth) olan 245. bölümü ile devam ediyor.
Kültür-sanat sayfamızı Fatih Turplu’nun “Atıf, Judas Kiss ve Edebiyat Üzerine” başlıklı yazısına ayırdık.
Gürsel Tanrıverdi'nin, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun "İBDA DİYALEKTİĞİ" eserinden tasnif ederek hazırladığı "İBDA Mimarı'nın Perspektifiyle Son 4 Asır ve Büyük Doğu-İBDA Tarihi" başlıklı yazısı ve ayrıca sizler için derlediğimiz gündem ve kültür sanat haberleriyle beraber bu haftanın muhtevasını alâkanıza sunuyoruz.
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...
Allah'a emanet olun.