Selam ve Duâ ile…
Bilindiği üzere memleketimiz, emaresi periyodik sancılar olan müzmin bir illetin pençesinde kıvranıyor ve bu güne kadar girişilmiş tedavi çabaları sadre şifa olamadı. Kendimizi geriye çekip daha geniş bir perspektiften baktığımızda gördüğümüz manzara şu: Anadolu büyüklüğündeki bir hasta yatağında, iyileşme temayülünde, kendisinde halen ümit olan bir hasta yatıyor; bu hastanın etrafında, doktor elbiseli, simaları bozuk, şaibeli tipler. Biraz daha dikkat edince, bu kişilerin gerçekte doktor olmadıklarını fark ediyorsunuz: Bunlar, hastayı sürekli uyutmakla ve iyileşmemesini teminle mükellef ajanlar. Belki bir film sahnesi gibi gözükebilir, ancak Eflatun’un “Mağara” benzetmesi gibi, biz de durumu biraz böyle anlatalım dedik. Son iki asrın, bilhassa son bir asrın İslâm dünyasının hazin hikâyesi maalesef bu…
1908 devresinin ardından, İslam düşmanı Mustafa Kemal’in herkesin bildiği ayak oyunlarıyla hilafeti İngilizler lehine kaldırmış olması, sadece bizde, yani Türkiye’de değil, tüm İslâm âleminde bir travmaya yol açtı. Aslında bu travmanın tesirlerini, sadece İslâm âlemi de yaşamıyor; tüm insanlık, Batı barbarlığını dengeleyecek, menfaati değil fazileti esas alan bir güç odağının yokluğundan muzdarib. Allah ve insanlık düşmanı zalimler açısından dünya, hiçbir zaman, şu son bir asırda olduğu kadar dikensiz gül bahçesi olmadı. Ama Allah’a şükür, zalimlerin de, zulüm rejimlerinin de bir ömrü var. Batı’nın tüm dünyada estirdiği bir asırlık tedhiş kasırgasının son demleri yaşanıyor. Bütün emareler o yönde. Zalimler de bunun farkındalar ama kör gözüne saldırmaktan başka bir şey gelmiyor ellerinden.
Bu saldırının, emperyalizmin elinde tutmak için akıl almayacak her türlü pisliği yapmaktan çekinmeyeceği Türkiye ayağında son 20 yıldır olanlar herkesin malumu: 1995 yılından itibaren başlayıp 28 Şubat 1997’de zirveye çıkan ve “bin yıl sürecek” denilen emperyalist darbe, daha aradan 10 yıl bile geçmeden sönüp gitti. Bu arada Mütefekkir Mirzabeyoğlu ve binlerce Müslüman cezaevlerine kondu, ki aslında niyetleri hepsini katletmekti. Fakat cesaret edemediler. Zaten tarih boyunca bütün savaşlar “irade mücadelesi” biçiminde gerçekleşmiştir. İradesi sabit kalan, sebat eden nihayetinde muzaffer olur. Müslümanlar, Mirzabeyoğlu’nun şahsında bu irade savaşını kazandılar Allah’ın izniyle. Onlar saldırabilir, öldürebilir, işkence edebilirler; biz Allah’ın dinini tüm dünyaya hâkim kılana kadar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.
17 Mayıs 1999’da İsmailağa Camii İmamı Hızır Ali Muratoğlu Hocanın 14 kurşunla şehid edilmesi, 3 Eylül 2006’da İsmailağa Camii İmamı Mektubatçı Bayram Hocanın bıçaklanarak şehid edilmesi ve 2002 Aralık’ında kurulan ilk AK Parti hükümetinin öncesi ve sonrasında yapılan kumpaslar ve bin bir türlü tezgâhla işlenen faili meçhul cinayetler… Ehli Sünnet vel-Cemaatin savunucularından “İsmailağa Cemaati”ne saldıranların da zindanlardaki gönüldaşlarımızı şehid edenlerin de azmettiricileri bizim nezdimizde bellidir: Türkiye’deki İslâm yönlü akışı kesme gayretindeki malum mihraklardır bunlar. Fakat bu azmettiricileri ortaya çıkarıp cezalandırması gereken irade? İşte o şu an için ortada yoktur ve meçhuldür. Şartların zorluğunun biz de farkındayız; fakat ne olursa olsun “konjonktür gereği” denilen şeytanî tesellinin kanatları bugüne kadar kimseyi korumamıştır, bundan sonra da korumayacaktır. Bu şehidlerimizle beraber son bir asırdır işlenen tüm cinayetlerin hesabı, Büyük İslâm İnkılâbı’nın mücahidlerini beklemektedir.
Kapak mevzumuzu ele alan Ömer Emre Akcebe’nin yazısının başlığı da olan “Meçhul Failler Değil, Meçhul İrade” ifadesini manşetimize taşıyor ve “Şehidlerimizin Katilleri Ne Zaman Bulunacak?” diye soruyoruz.
Fransa’daki cezaevinden tele-sohbet yoluyla yazılarını tarafımıza ileten Çakal Carlos (Salim Muhammed) “Fransa’nın Lübnan ile Tuhaf Ticareti” başlıklı yazısıyla, yine hiç kimsenin dikkatini çekmeyen, ama son derece önemli bir hususa parmak basıyor.
Sezai Kırlangıç “Mahabat Ne Yana Düşer Usta, Tecavüz Ne Yana?”, Tayyar Tercan “Makedonya’da Neler Oluyor?”, Abdullah Kiracı “Antik Roma’da Vakıf”, Bahattin Yeşiloğlu “Sahabenin Rolü ve Mânâsı”, Gülçin Şenel ise “Puşkin’in Sırrı” yazılarıyla dergimizdeler.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı ve dergimizde tefrika edilen Ölüm Odası-BYedi isimli eserinin bu haftaki alt başlığı “Bir Mühür (İki Destimal)”…
TÜRDEB’in düzenlediği 6. Uluslararası Dergi Fuarı açıldı. Baran Dergisi ve kardeş yayın organımız Aylık Dergisi’nin standlarını da bu fuarda 14-17 Mayıs tarihleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Haberlerimiz ve yazılarımızla birlikte dergimizin muhtevası böyle… Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle Allah’a emanet olunuz.