Selâm ile…
Sömürgecilik akımı ile beraber ham madde ve pazar arayışına giren Batı’nın hedefindeki topraklar, bugün “3. dünya ülkeleri” olarak anılan devletlerin topraklarıydı. Batı adamı, sömürgecilik döneminde Asya’nın, Afrika’nın, Güney Amerika’nın en ücra köşelerine kadar girmiş ve bu bölgeleri işgal etmiş, insanlarını köleleştirmiş, katliamlar yapmış, zihinlere pranga vurmuş, yer altı ve yer üstü zenginliklerini Avrupa’ya taşımak suretiyle iliklerine kadar sömürmüştü. Gırnata’nın düşmesiyle Afrika’yı, “coğrafî keşifler”le Amerika ve Asya’yı, son olarak da Osmanlı’nın dağılması neticesinde Ortadoğu’yu işgal eden Batı adamı, buraların tüm kaynaklarını sömürerek “konformizm”in doruklarında gezinmeye başlamış, bu konformizmin bedelini de 3. Dünya Ülkelerine ödetmiştir, ödetmektedir.
Doğrudan sömürünün, “fizibl (yürütülebilir)” olmadığı görüldüğünden bir müddet sonra vesayet/örtülü manda idaresine dönülmüş, kendi yerlerine bıraktıkları kukla rejimler vasıtasıyla eski sömürgeler idare olunmayı sürdürmüştür. Bu rejimler de miadını doldurduğunda bir nevi bilgisayarlardaki “ara yüz” işlevi gören vesayet rejimlerinin dönüştürülmesi için düğmeye basıldı. Bu çerçevede “Arap Baharı”, “turuncu devrimler” vs. denen hadiseler ile beraber büyük bir yangın Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Sovyet bakiyesi ülkeleri sarmaya başladı. Batı daha düne kadar bu yangını “balkonlarından” keyifle izlerken, bugün o yangın kendilerine doğru ilerlemekte.
Son haftanın gündemde en çok yer tutan olayı mülteci sorunu… Aslında yeni bir problem olmayan mülteci sorunu, Suriye’de beş yıldır süregelen savaş ortamının bir türlü son bulmaması ve bilhassa Suriyeli mültecilerin binlerce kişilik gruplar hâlinde Batı’ya doğru ilerlemesi ile beraber daha büyük bir problem olarak kamuoyunda yer bulmaya başladı. Oysaki Türkiye iki milyon mülteciye ev sahipliği yaparken hiçbir problem yoktu. O mülteciler Batı’ya doğru ilerlemeye başlayınca Avrupa’dan çığlıklar yükselmeye de başladı: “Aman orada çatışmalardan, açlıktan ölün de bizim topraklarımıza gelmeyin!”
Mültecilerin Avrupa’ya doğru ilerleyişi ve bu durumun Avrupa devletlerinde bugüne kadar hiç olmadığı kadar büyük bir mülteci krizine dönüşmesi, bizde “Kavimler Göçü”nü tedâi ettirdi. Milattan sonra 4 ila 8. yüzyıl arasında Çin baskısından ve kıtlıktan kaçmak için Asya’dan yola çıkan kavimlerin, karşılarına çıkan diğer kavimleri de önüne katarak bir heyula misali Avrupa’ya doğru ilerlemesi neticesinde dönemin dünya düzeninde müthiş değişimler baş göstermişti. “Kavimler Göçü” ilk tesirlerini Doğu Avrupa’da ardından da Roma’da göstermişti. Asya’nın steplerinden gelen kavimlerin akınları neticesinde dönemin hâkim gücü Roma İmparatorluğu dayanamadı: 476 yılında büyük bir gürültü ile çöktü.
Bugün ise Batı’nın yüzyıllar boyunca sömürdüğü ve topraklarına kan, zulüm ve sefalet bıraktığı insanların torunları Batı’ya doğru ilerliyorlar. Batı’nın hâlihazırdaki zenginliği üzerindeki haklarını almaya gidiyorlar. Bu durumun elbette sosyal, siyasî ve iktisadî birçok neticesi olacağı herkesin ortak kanaati… Batı’nın bu denli çığırtkanlık yapmasının sebebi de elbette bu neticenin doğuracağı vahameti görmesinden…
Kapağımızı bu mesele etrafında şekillendirdik ve “Son Kavimler Göçü - 3. Dünya Batı’yı İşgal Yolunda” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “….” Başlıklı yazısıyla kaleme aldı.
Bahattin Yeşiloğlu’nun bu haftaki makalesinin başlığı, “Kurban Vesilesiyle”… Biz de Baran Dergisi olarak tüm İslâm Alemi’nin Kurban Bayramı’nı en içten dileklerimizle kutluyor, bu mübarek haftanın bereketinden bizi istifade ettirmesini ve bütün ümmetin kurtuluşuna bu bayramı vesile kılmasını Cenab-ı Hakk’dan niyaz ediyoruz.
Salim Muhammed (Çakal Carlos), “Herkes Niçin Fransa’ya Karşı?” başlıklı yazısında İslâm coğrafyasında Fransa’ya duyulan nefretin sebeplerini sıralıyor.
Bu sayımızda Aksivist-Yazar Osman Atalay ile “mülteci meselesi” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Osman Atalay, “İslâm âlemi fikirde birlik sağlamadan mülteci sorunu çözülemez” diyor.
Fahri Özcan, “Ah Bir Galü Bela Gününe Dönebilsek” başlıklı yazısında Gülencilerin “marifetlerinin” bilinmeyen cihetlerine dikkat çekiyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi isimli eserinin 279. bölümünün alt başlığı “Şehîd (Hadis-i Şerif)”… Her hafta olduğu gibi bu hafta da büyük bir alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Yeni yazarımız Kübra Akyüz “Remz Şahsiyet’e Dair Birkaç Hatırlatma” başlıklı ilk yazısıyla dergimizde. Bu vesileyle genç yazarımıza “aramıza hoş geldin” diyoruz.
Abdullah Kiracı, “Çin’de Vakıf” müessesesini “Budizm” çerçevesinde işlemeye devam ediyor.
Gülçin Şenel, bu hafta Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından biri olan Hale Salih Asaf’tan bahsediyor. Yazısının başlığı “Hale Asaf: Kısa Bir Hayatın Resmi”…
Ayrıca bu sayımızda sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere, Allah’a emanet olun...