Selâm ile...
Gerek memleket çapında, gerekse de global çapta yoğun bir gündemin içerisindeyiz.
Gündemin en önemli maddelerinden birisi, Türkiye’nin dönem başkanlığında Antalya’da gerçekleştirilen G-20 Zirvesi... Bu toplantıda masaya yatırılacak mevzular, üçüncü dünya ülkelerinin ekonomik gelişimleri ve Suriye iç savaşı çerçevesinde mülteci problemi olacak.
G-20 dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan 19 ülkeden ve Avrupa Birliği Komisyonu'ndan oluşuyor. Aslında modern siyasî sistemin ekonomik kontrol mekanizmalarından bir tanesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yaklaşık bir asır önce Müslümanların kan kaybetmesi neticesinde başsız kalmasıyla beraber Batı tarafından olabildiğine sömürülmeye başlanan İslâm coğrafyasında, o gün bugündür huzur tesis edilemedi. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde kontrol mekanizması olarak uluslararası ve uluslarüstü organizasyonlara önem verildi. Küreselleşme ve kültür emperyalizmi çerçevesinde dünya halkları toplu olarak kontrol edilmeye çalışıldı. Kimi zaman despotik idareler kimi zaman da manipülasyona açık hale getirilmiş sözde demokratik rejimler dayatılarak, devletlerin iktidarlarının istedikleri zaman el değiştirmesi sağlandı ve böylece hâkim güçler dışındaki devletlerde istikrar yakalanamadı. “Efendi”lerinin istediklerini yerine getirememeye başlayanlar tasfiye edildi. Yerine göre bazen iktisadî, bazen siyasî operasyonlar yapıldı. Yeri geldi askerî operasyonlar tertiplendi. Yüz küsur yıldır ne istedilerse oldu; fakat bugün gelinen noktada BM, IMF, AB, G-7, G-20 ve daha ne varsa hepsinin tartışılması gerektiği gün gibi ortadadır. Kuzey ile Güney, Batı ile Doğu arasındaki adaletsizlik makası bugün hiç olmadığı kadar çok açılmıştır. Bu adaletsizliğin bir gün mutlaka son bulacağı ve dünya düzeninin böyle gitmeyeceği mukadderdir. Tüm bunlardan, bize yeni dünya düzeni diye dayatılan sistemin artık pörsüdüğü rahatlıkla anlaşılıyor ve gerçek mânâda yeni bir dünya düzenine ihtiyaç hasıl oluyor.
Bir ülkenin bütün dünyaya Don Kişotvari meydan okumasının doğru olmayacağı söylenebilir. Doğru, dünyanın gidişatına şu veya bu miktar tesir eden bu müesseselere kuru kuruya karşı olmak anlamsızdır. Ayrıca, bu müesseselerde söz sahibi olmanın kötü bir yanı da yoktur. Ancak, hâli hazırda G-20 ve benzeri kurumlar içerisinde bulunan Müslüman ülkeler yaptırım gücüne sahip olmadıkça, ne üçüncü dünya ülkeleri olarak anılan yoksul ülkelerin, ne parya statüsünde olan İslâm ülkelerinin, ne de bugün iç savaş ile cebelleşen Suriye’nin sorunlarına bu müesseseler bünyesinde düzenlenen zirvelerde çözüm bulunamaz; asıl mesele bu… Bu hafta Suriye özelinde toplanan G20 zirvesinde bu mevzuyla alâkalı bir çözüm çıkmayacağını biliyoruz; çünkü biraz evvel de bahsettiğimiz gibi başta Türkiye olmak üzere bütün İslâm ülkelerinin hâlihazırdaki iktisadî ve askerî güçleri diğer ülkelerle mukayese edildiğinde pek cılız bir vaziyette kalmaktadır. Uluslararası platformlarda, ikili ilişkilerde ve anlaşmalardaki etkin faktörler ne coğrafyadır, ne yönetim şeklidir, ne milliyettir; “fayda”yı azami noktaya çıkaracak temel faktörler iktisadî ve askerî güce dayalıdır. Sanayi ve teknoloji bakımından başkasına muhtaç olan her ülke, sanayi ve teknoloji bakımından kimseye muhtaç olmayan ülkelerin toplanarak aldığı kararlara ister istemez uymak zorunda kalır. Türkiye’nin ve diğer İslâm ülkelerinin bu zirvelerdeki, mevcut durumu da böyledir. Bu meseleyi kapağımıza taşıdık ve “Bu G-20’den Suriye’ye Çözüm Çıkmaz” manşetini attık.
Kapak mevzumuzu “Türkiye Kendi Birlik Şartlarını Tesis Etmedikçe
Figüranlıktan Kurtulamaz” başlıklı yazısıyla Ömer Emre Akcebe kaleme aldı.
      Yine G-20 zirvesi ile alâkalı olarak Sezâi Kırlangıç’ın “İslâm Ülkelerini Kana Boğan ABD Öncülüğünde G-20 Zirvesi” başlıklı yazısını dergimiz sayfalarında bulabileceksiniz.
      Fatih Turplu'nun bu haftaki yazısının başlığı "Aktüel Meseleler Etrafında Dipnotlar"...
Carlos (Salim Muhammed), bu hafta “Suudîler Niçin Baş Düşman?” sorusuna cevap veriyor.
Prof. Dr. Ahmet Keleş ile Fetullahçı Terör Örgütü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Cemaatin henüz tam olarak tanımlanamadığını söyleyen Keleş, bu hareketin çöktüğünü söylemenin de gerçekçi olmayacağını belirtiyor.
Bahattin Yeşiloğlu’nun “Filistin Müftüsü Emin el Hüseyni” ile alâkalı kaleme aldığı yazı ikinci bölümü ile devam ediyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 286. bölümünün alt başlığı “Aktör-Andıran”...
Abdullah Kiracı, “İslâm Vakıfları – Terminoloji” bahsini işlemeye devam ediyor.
Oğuz Can Şahin, “Stefan Zweig’ın “Satranç” Kitabı Üzerine” bir yazı kaleme aldı.
Dergimizde ayrıca sizler için derlediğimiz ve yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere Allah’a emanet olun.