Selâm ile…
Geçtiğimiz hafta ABD ile İran arasında yürütülen nükleer müzakereler çerçevesinde İran’a uygulanan ambargo kaldırıldı ve İran’ın uluslararası ekonomiyle bütünleştirilmesi çalışmaları başladı. Çok uzun süredir Batı ile İran yakınlaşması tartışılıyor ve bu yakınlaşmanın dengelere nasıl tesir edeceği hususunda bir sonuca varılmaya çalışılıyor. Defalarca söylediğimizi tekraren belirtelim: Senelerdir Batı ile İran arasında birbirini şeytanlaştırma üzerinden ortaya konulan mizansen son buluyor, saman altından yürütülen ilişkiler her geçen gün daha da açıktan yürütülmeye başlıyor. Elbette Batı’nın senelerce düşman gösterdiği İran ile olan ilişkilerini açığa çıkarmasının hem bölge hem de Türkiye ile yakın alâkası var.
Soğuk Savaş’ın ardından ortaya çıkan uluslararası keşmekeş ve 2000’li yıllarda ABD’nin doğrudan müdahaleleriyle Ortadoğu, çözülmesi zor bir denklemin içine sokuldu. Bugün gelinen noktada, kafalar karışık ve kimin kimle hangi hesabı yaptığı üzerine sağlıklı analizler yapılamıyor.
Bu keşmekeş üzerine kafa yorulurken unutulmaması ve gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, Batı’nın şuuraltına yüzyıllar öncesinden işlenmiş İslamofobidir. Evet Batı, çocukluğunda sopa yediği adamdan büyüse bile korkmayı sürdüren bir psikolojinin esiri. Kendisini yüzlerce yıl ezen İslâm ordularının tekrar zuhurundan ödü patlıyor. Bunun olmaması için de elinden ne gelirse yapıyor. Yoksa dünya Ortadoğu’dan ibaret değil, ancak ABD dış siyaseti neredeyse tamamen Ortadoğu merkezli. İsrail ve petrol faktörlerinin etkisini inkâr etmiyoruz, ancak şuuraltındaki bu husumet ve korku kanaatimizce daha önemli.
Hilafeti ilga edip onu taşıyan coğrafyayı denetim altına almalarının üzerinden neredeyse bir asır geçti. Bakın şu Allah’ın işine ki, zaman onların aleyhine çalıştı. Denetim altına aldıkları topraklar, tıpkı Firavun’un öldürmeye çalıştığı Musa’yı aldığı saray vazifesini gördü. Bunun farkına vardılar sanki ve son 40 yıldır aleyhlerine işleyen süreci tersine döndürmek için büyük çabalar sarf ediyorlar. Ama nafile! Zamanın bir maksadı vardır ve hiçbir şey veya oluş kader sırrı dairesinin dışına çıkamaz.
Evet dediğimiz gibi fark ettiler bir şeyler olduğunu, bir şeylerin hiç de istemedikleri yönde gittiğini. Son beş yıldır giriştikleri tüm teşebbüslere bu gözle bakabilirsiniz. Ama ola ki durduramazlarsa, yeni aletleri de hazır etmek lazım: Bu aletlerden birisi Kürdistan, diğeri ise İran…
ABD, Irak’ta Şehid Saddam Hüseyin’i devirip yerine İran güdümünde bir hükümet bırakarak Şii nüfuz alanını genişletmiş, aralarında çatışma varmış algısının olduğu bir dönemde Şii kuşağını besleyip büyütmüştür. I. Dünya Savaşı esnasında körüklediği ırkî kimliğe dayalı sun’î uluslaşmanın küreselleşme ile çatlamasının ve Türkiye’deki projelerinin bir bir iflas etmesinin akabinde mezhep merkezli projesini Şiilik üzerinden uygulamaya koymuştur.
ABD-İran ekseninde yaşanan gelişmeleri bu şekilde değerlendiriyoruz. Nasıl ki bugüne kadar İslâm düşmanlarıyla kavgadan imtina etmediysek; Kemalistlerle ve Fettuşîler ile nasıl mücadele ettiysek, bu nevi İslâm düşmanlarına karşı mücadeleden de geri durmayacağız. Bu meseleyi kapağımıza taşıdık ve “İslâm Dünyasını Bölme İhalesi Batı Kucağındaki İran’a” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “İslâm Düşmanlığı İhalesi İran’a” başlıklı yazısında işledi.
Sezâi Kırlangıç’ın bu haftaki yazısının başlığı “Sığ Aktüalite’den Büyük İslâm Rönesans’ına”…
Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Türkiye’deki Gidiş Nereye?” başlıklı yazısında Sultanahmet’te yaşanan patlamanın akabinde Türkiye’nin nereye doğru kıvrılacağını analiz ediyor.
Fatih Turplu, bu hafta “Eylemde Pasifist Hasette Aksiyoner İlayca” başlıklı yazısıyla dergimizde.
İlhami Işık, İran’a uygulanan Batı ambargosunun kalkmasını değerlendirdi. İlginç bulacağınıza eminiz.
Oğuz Can Şahin, Erkan Can’ın başrolünü oynadığı “Takva” filmine dair bir eleştiri kaleme aldı.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri Ölüm Odası B-Yedi 296. bölümüyle devam ediyor. Bu haftaki bölümün alt başlığı ise “Bir Velî Lâtifesi (Kim Geldi? Kim Geldi?)”…
Gülçin Şenel’in bu haftaki makalesinin başlığı “Müziğe Adanmış Bir Ömür: Murat Taner.”
Sizler için derleyip yorumladığımız haberlerle bu hafta böyle…
Gelecek sayımızda görüşmek üzere…