Türkiye'de devlet ile millet arasındaki en önemli mesele, rejim meselesidir. Senelerdir üstüne basa basa vurguladığımız bu hakikat maalesef bir türlü tam mânâsıyla idrak edilemiyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan beri üstlendiği yegâne vazife; İslâm ve İslâm'a dair olan ne varsa ortadan kaldırmaktır.

 Halifeliğin kaldırılması, şapka ve kıyafet kanunu, medenî kanun, soyadı kanunu, medreselerin kapatılması, harf devrimi,  İstiklâl Mahkemelerinde kurulan darağaçları, Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi, ezanın Türkçe okunması ve 28 Şubat'a kadar yaşanan tüm hadiseler, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun içeride olması, işte bunların hepsi rejimin İslâm’a olan kin ve nefretinin ifâdesidir. .

Devlet-i Aliyye, Osmanlı Devleti'ni, yalan ve dahî dolanla yıkan, milletini, milletinin mukaddesatını efendilik hevesiyle efendilerine peşkeş çeken bu rejim, İstiklâl Mahkemelerinden başlayarak bugüne değin efendilerini bile utandıracak bin türlü rezaletin ve cinayetin bizzat fâilidir. Üstad Necib Fazıl'ın tabiriyle; "İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet..."

Şimdi, bizim bu yazıyı kaleme almamızın sebebine gelecek olursak; İslâm düşmanlarının başörtüsü üzerinden İslâm’a olan düşmanlıklarını hâlen sergilemeye devam ediyor olmalarıdır. Geçtiğimiz günlerde ODTÜ adlı öğretim kurumu içerisinde İslâm’a olan nefret Gülen Cemaati bahane edilerek en aşağılık şekliyle kusulmuştur. Burada bir parantez açalım, kafaların öylesine ırzına geçilmiş ki maalesef, tek tek izah etmek gerekiyor…

Gülen Cemaati’nin bu ülkede İslâmî olan her şeyin hemen yanına sahtesini imâl etmesi, hakiki oluşları parçalayıcı rol oynaması, küfür bürokrasisi karşısında sürekli elleri havada beklemesi ve bunu metod olarak takdim etmesi, İslâm akaidini tahribat teşebbüsleri, mevcud hâlleriyle tezat içinde olan hedefleri, havanda su dövmek nev’inden hizmet, yüksek maddî menfaat etrafında buluşmuş çıkar zümresi ve kandırılmış, istismar edilen Müslümanlar… Gülen Cemaatinin bizim nezdimizdeki durumu budur da bugünkü İslâm düşmanlarının onda vehmettiği ve karşı olduğu İslâm’dır. Hâl böyle olunca, küfür zümresinden Gülen Cemaatine yönelik yapılan eylemlerin de asıl muhatabı biz olmuş oluyoruz. Unutmadan; her daim eller havada teslim vaziyette bekleyen cemaatin, küfür zümresinin kurtarılmış bölgesi hâline gelmiş Taksim’de, “Başörtüsüne Uzanan Elleri Kırarız” diye dikilen Müslüman Anadolu Gençliği’nden bir nebze olsun feyz almasını, en azından utanmasını umuyoruz, öyle ya utanmak insanî bir hâldir.

*

Başörtüsü ve rejim meselesinin başına dönecek olursak:

- Yasa, çeşitli Anadolu illerinde protestolara neden oldu. Yasanın kabul edildiği gün Erzurum'da protesto gösterileri oldu ve bu ilde bir ay sıkıyönetim ilan edildi. Tutuklananlardan 13 kişi idama mahkûm oldu.

- 24-25 Kasım tarihlerinde Kayseri'de Şeyh Ahmet Efendi dört arkadaşının yönlendirmesi ile büyük bir yürüyüş yapıldı, 300 kişi tutuklandı. Şeyh Ahmet Efendi dört arkadaşı İstiklal mahkemesinde yargılanarak idama mahkûm edildi.

- 25 Kasım günü Sivas'ta duvarlara şapka aleyhine afiş ve bildiri asılması nedeniyle şehrin bütün muhtarları tutuklandı; suçsuzluğu anlaşılanlar beraat etti; ulemadan İmamzâde Mehmet Necati Efendi ile Abdurrahman Efendi idama mahkûm edildi.

- Rize'de on gün kadar süren olaylar sonucu 143 kişi tutuklandı; içlerinden 8 kişi idama mahkûm edildi.

- Maraş'ta ise Camii-i Kebir etrafında toplanıp "Şapka İstemeyiz" diye bağıranlar tutuklandı, 5 kişi idama mahkûm oldu.

- İstanbul'da özellikle Fatih semtinde yaptıkları konuşmalarla halkı isyana teşvikle suçlanan çok sayıda kişi tutuklandı ve sanıklar Ankara'da yargılandı.

- ve Şehid İskilipli Atıf Hoca; şapka devriminden önce yayımlamış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne davet ediyordu. Müslümanların Müslüman olmayanların kılık kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. Bir Müslüman ile Hıristiyan’ın veya bir Yahudi’nin kılık kıyafetinden ayırt edilebileceğini, hatta edilmesi gerektiğini savunuyordu. Kendi ifadeleriyle "Batı medeniyeti insanın ancak hayvanî ve cismanî yönüne hizmet ediyor”du.

26 Aralık 1925'te risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla birlikte ile beraber 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklâl Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayınlamış olduğunu, içerikleriyle ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Savcı, İskilipli Âtıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı.

Ertesi gün, mahkeme reisi Ali Çetinkaya, müdafaa yapmaya gerek görmeyen Atıf Hoca'yı idama mahkûm etti. Atıf Hoca 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı'nda asılarak şehid edildi.

*

 Yukarıda kısaca resmetmeye çalıştığımız ilk devre, 28 Şubat ve bugün hâlen resmen devam eden İslâm ve başörtüsü düşmanlığı. Hükümetler değişiyor, zaman değişiyor, dünya değişiyor da bu ülkedeki İslâm düşmanlığı bir türlü dinmek bilmiyor. Efendilerinin kuyruk acısını dindirmek ve istikbâlini kurtarmak adına mücadele eden efendi olma heveslisi bu zümrenin devletin sivil ve askerî bürokrasisinden ivedilikle kazınıp atılması gerekmektedir. Her gün yeni bir çetenin elinde fuhuş maskarası olup devleti kendi nefisleri karşılığında peşkeş çekenlerde bunlardır, İskilipli Atıf’ı şehid edenler de bunlardır, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu idama mahkûm edenler de…

Milletin, millet nezdinde milletin temsilcisi olan hükümetin bu hesablaşmayı geciktirme, pazarlık mevzusu etme lüksü yoktur. Gezi benzeri olayları bitirmenin, 28 Şubat şartlarını ortadan kaldırmanın, ekonomik müdahalelerin önünü almanın, gelir dağılımını dengelemenin, adalet sağlamanın, kürt sorununu çözmenin, ferasetli nesil yetiştirmenin ve hepsinden öte bu devleti devlet yapan milletin devletiyle barışmasının tek yolu, devlet içerisine çöreklenmiş bu zümre ile millet arasındaki kanın hesabının sorulmasıdır!..

*

“Bütün hesapları bu, bütün kaygıları bu! ..

Ve rejim ellerinde el sürülmez bir tabu.

 

Örter de toprak saçıp köpek kazuratını,

Gezdirir mini etek köpeklik beraatını.

 

İslam’a serbest olan, camilerde mahpusluk;

İman, fikir, ruh, lisan,suyu kesilmiş musluk.”

Necib Fazıl, Hâlimiz,1973