Eğitim sistemimiz, Batı ilim ve anlayışını kutsayan, Batıyı merkeze alan ve İslâm’ı görmezden gelen sakat bir anlayışla yoluna devam ediyor. Sürekli revizyona tâbi tutulsa da bu bozukluk temelinde mevcut. Onun için reform çabaları da sonuç vermiyor. Sadece eğitimde değil her sahada bu bozukluk kendini gösteriyor ve artık sona gelindiğini ihtar ediyor.
1924 yılında John Dewey’i getirmişler ve Amerikan eğitim sistemine geçilmiş, tepeden inmeci Batıcı devrimler gereği. Eğitim felsefesinin kimliğimize uyup uymadığına bakılmamış, pedagoji dikkate alınmamış. Fikir üreterek değil, Batıdan kopya çekerek nesil yetiştirecekleri zannına kapılmış elit Kemalistler. Materyalist ve pragmatist anlayışla nasıl bir nesil yetiştiğine ise Cumhuriyetin küsbe nesilleri misaldir. Günümüzde ise artık Cumhuriyet nesli kalmamış; daha çok moda tabirle “bireyselliği” kutsayan, kendi aklını beğenen, her tür yeniliği tüketmeye aç ve hiçbir şeye samimiyetle bağlanmayan bir nesil doğmuştur.
İlim çevrelerinde hâlâ Batıdan ilimler ve kavramlar kopya olarak alınıyor. Sanki tüm bilgeliği Batı temsil ediyor ve koskoca Doğu kara cahilmiş gibi Batının değerleri tartışmasız ve şablon olarak kabul görüyor. Tabiî bunu eleştiren ilim ve fikir adamları da var; fakat statükocu anlayış kafa cehdi istemediği için daha yaygın. Ne Batı muhasebe ediliyor, ne Doğu biliniyor. Batının hangi çilelerden sonra bu noktaya geldiğinin muhasebesini yapsak, kendi eksikliklerimizi bileceğiz. Fakat çoğu kere kopyacılık ve Batı taklitçiliği tercih ediliyor ve Batı alternatifsiz görülüyor.
Dünyada yükselen İslâmî değerler iken, Müslüman ilim ve fikir adamlarının bu sahaları yeterince doldurmadığını müşahede etmekteyiz. Hâlbuki dünyada şu anda objektif bir değerlendirmeyle bile İslâm’dan başka bir yaşanmaya değer hayat alternatifi bulunmamaktadır. Müslümanların bu zafiyetlerinin muhtelif sebebleri var olsa da bunlardan bir tanesi kanaatimizce çok önemlidir: Bütüncül anlayış demek olan sistem fikri ihmâl edildiği zaman, Müslüman ilim adamlarının bütüne nisbetle parça mevzularındaki emekleri de bir yerde toplanamıyor ve zayi oluyor. Meselelerin birbiriyle irtibatını ve uyumunu gösterecek bir ideolocya/bütüncül düşünce şartı kendini dayatıyor. Çünkü mesela hukukun iktisadla, iktisadın ahlâkla ilişkisi var. Mütefekkir Necip Fazıl ve onun öğrencisi Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri sistem ihtiyacına cevap iken, bunun yeterince idrakinde olunamıyor. Bu fikrin bağlıları ise sahalarında uzmanlaşmadığı için sisteme bağlı alt sistemleri kuramıyorlar.
Eğitim ve öğretime başlama yaşı ve devreleri gibi meseleler aslında sisteme ait şeyler değil, teknik konular. Muhteva ne olacak? Asıl soru bu. Anadolu’dan zuhur etmiş, geçmişten bugüne tarihî ve kültürel formumuzu teknesinde yoğurmuş bulunan İslâmî değerlere uygun sistemimizden hareketle meselelerimiz çözümlenmelidir. Batı merkezli düşünceden vazgeçip, ilimler bu sistem anlayışına göre yeniden tasnif edilmelidir.
Artık merkezden yönetim birçok sahada zorlaşmaktadır. Dağınıklık ve parçalanma da kötü. Sirayet edici bir fikir sistemi ile hem çevrenin serbestliğinin sağlanacağı hem de dağılmanın önleneceği aşikârdır. Böylece merkezin yükü de azalır, yerinden yönetimler anlamlı hâle gelir.
Millî Eğitim Bakanlığı eğitime bütçe ayırıyor, bina, teknoloji vs. yatırımlar yapıyor, bunlara bir şey diyen yok. Ama hangi seviyede ve nasıl bir nesil yetişiyor bu tartışmalı.
Ruh ve bedenden müteşekkil insanın eğitimi, hem maddî hem manevî yönünü tatmin ile mümkün ancak. Üstad’ın belirttiği üzere, gençlik sadece madde tazeliği demek değil, maddenin yanında ruh adalesi de genç olacak. Kumandan’ın Haliç Kongre Merkezi’ndeki konferansında fikir manivelasını vererek, “dünyayı fethe namzet genç” hitabında vurguladığı husus işte budur.
Bilgi hamalı değil, şahsiyet madenleri yetiştirmektir mühim olan. Bu, insanın psikolojik ve doğal yapısı eğitimin her aşamasında dikkate alınarak yapılmalıdır. İnsan, içi doldurulacak boş bir kap değil, içindeki güzellikler ortaya çıkarılacak bir aynadır. Bunu parlatabildiğimiz kadar doğru eğitim veriyoruz demektir. Aksi takdirde kötülüğe teşvik etmiş oluruz. Allah korkusu ve şuuru vermeyen, sadece diploma veren günümüz eğitim sisteminde olduğu gibi. Büyük Doğu Mimarı “İdeolocya Örgüsü” eserinde, ilim ve nazariye, telkin ve terbiye bir arada nesiller mektepte yoğurulurken, aile ile mektep arasındaki sıkı münasebetin Maarif Teşkilâtına bağlı Halk Terbiyesi Şubesi ile yürütüleceğini belirtir. Mektep, bandrollü bilgi posalarını veren tarafsız bir müessise olmaktan çıkacağı söylenir. Yine Üstad’ın teklifiyle beş yıllık ilkokul ve beşyıllık ortaokuldan sonra lise olmayıp üniversite başlayacaktır. Tabiî işin muhtevası mühimdir. “Mücerred keyfiyet olarak müsbet bilgiler, İslâm’ın malıdır” diyen Üstad, “bir milleti gece ve gündüz hiç uyutmayıp, gece gündüz durmadan okutup” diyerek sahici inkılabın usul ve prensiplerini va’z eder. Güzel sanatlara ise, davanın en sihirli telkin vasıtası gözüyle bakar.
Sistem, bir değerler bütünü demektir. Bu anlamda “sistemsizlik durumu” diye bir hal zaten düşünemeyiz. Mesele, bu sistemin şekil ve muhtevasının ne olacağıdır. Nasıl ahlâk, iyi davranmak değil de, “her tür şuurlu insan davranışı” anlamına geliyor ve buradaki en önemli tartışma noktası “neye göre iyi” meselesi oluyorsa, eğitimde de en büyük sorun öğretmenleri yetiştirmek değil, onu yetiştirecek kıstasları tayin etmektir. Bizim sorunumuz budur. Fikir ve ideali olmayan mevcut rejimin öğretmenlere bir şey vermesi mümkün değildir. Balık baştan kokar hesabı yukardakilerde ideal yok ki aşağıdakilerde bir şey olsun. Öğretmenlerin çoğu maaşına bakıyor, bir kısmı da siyasî yandaşlığa. İdealist öğretmenlerin sayısı az.
Devlet aslında eğitime hâkim değil. “Yirmi milyon öğrenci sorun çıkarmasın da ne yaparsa yapsın” zihniyetinde. Çünkü kontrol edemiyor, başa çıkamıyor. Sınıflarda ise öğretmenlerin hâkimiyeti var ama onlar dahi disiplin sağlayamıyor. Aslında işin kralı öğrenciler oluyor. Böylece zincirleme olarak eğitim problemi baş gösteriyor. Ondan sonra bol bol düzenlemeler yapılıyor, yama üzerine yama vuruluyor.
Eğitimde merkez çocuk ama, ne keyfîliğe yol açılmalı ne de robot insan yetiştirilmeli. Her şeyden önce Allah, insan ve kâinat münasebetine tutarlı bir izah getirmeden çocuk eğitimi nasıl verilebilir ki? Ayrıca öğrenci, okuldan ayrı evden ayrı değerler alıyor. Bu da çatışmaya yol açıyor. İdeolocya Örgüsü’ndeki Halk Terbiyesi Şubesi’nin fonksiyonu bu açığı kapatmak. Sokak desen tam bir keşmekeş. Olması gereken okul, ev, cami uyumu yok!..
İslâm’da esas olan hâldir, kâl (söz) değil. Yani kişinin sözü ve bilgisi değil, tavrı ve yaşayışı önemlidir. Eşya ve hadiseler karşısında tavrımız olan ahlâk davası. İslâmî eğitim sisteminde her şeyden önce kişinin kalbine hitap edilir, bilgi de bu amaçla verilir. “Bilmek itikadın aynı değildir” ölçüsü de bunu ifade ediyor. Modern eğitim sistemi ise tam tersidir, bilgi yüklemeye bakar ve ne kadar bilgi yüklenirse o kadar başarılı kabul edilir. Bu arada şunu da bir çelişki olarak söyleyelim: Hem Amerikan eğitim sistemini revizyonla devam ettiriyorlar, hem din dersleri koyuyorlar.
“Hikmet, mü’minin yitiğidir” Hadisi emrince bizim malımız olan ilmî buluşlar Batıdan veya başka yerden alınır. Fakat ilmin zarfı ve onun içine sinmiş anlayışı alınmadığı gibi kendi bünyemize yararlı bir şekilde nakledilir. Yani kendi şuur süzgecimizden geçer ve bize yarayışlı bir hâle döndürülür. Tıpkı Batının İslâm’dan ilimleri alıp kendine mâl ettiği ve rönesansını yapmasında olduğu gibi. Her ne kadar Batılılar İslâm’dan aldıklarını inkar etseler de hakikat budur ve işin doğrusu bu alıp-verme meselesi son derece tabiidir. Ferden her şeyi dışardan, ama bünyemize uydurarak almıyor muyuz? Garbı mı fethediyoruz, yoksa Garp tarafından mı fethediliyoruz? Alıp verirken dikkat edeceğimiz husus budur. İBDA Diyalektiği bu hususta benzersiz misaldir.
Batıcı ve materyalist temeldeki üniversite öğretiminden birkaç misâl verelim:
Hukuk fakültelerinde paganist Roma Hukuku esas alınıyor. İslâm Hukuku atlanarak Batının Kamu Hukuku okunuyor ve Batının kanunlaştırma faaliyetleri anlatılıyor. Borçlar Hukuku, Ceza Hukuku vs. Batılının aile ilişkileri demek olan Medenî Hukuk aynen kopya ediliyor hem de Batı ile bizim aile ve kültür farklılıklarımız göz ardı edilerek… Hukukçunun kendi toplumundaki ihtilâfları çözecek kişi olması gerekirken kendi toplumunun kültürüne yabancı bir eğitimden geçiyor, Batılı aile problemlerine bakacak gibi Batının medenî hukukunu okuyor. Kanunlar sık sık değişse bile hukuk fakültelerinin temel sistematiği Batı hukukudur, zaten meri hukuk sistemi de böyledir. Ama halk Müslümandır. Böyle saçma bir durum. Ayrıca hukuk eğitiminde hukuk ve ahlâk ilişkilerine girilmiyor. Kanunlar üzerinde duruluyor ancak. Sözde “hukuk” tahsili yapılıyor böylece. İslâm kültürü bu toplumla ilgisi yokmuş gibi inkâr ediliyor. Hâlbuki hukuk kelimesi bile aynı zamanda Allah’ın bir ismi olan “Hakk” kelimesinin çoğulu ve tamamen İslâmî bir kavram iken…
Bütün üniversiteler Batıdan alınan kopya ilimlerle rahatlarına bakıyor. Söz konusu Batı bilimi olunca sorgulamacı kafa çalışmıyor, “özgür üniversite” unutuluyor. Batı bilim ve kültürüne peşin bağlılık var, gönüllü kölelik diyeceğimiz bir hâl. Ancak Batı ekolleri içinde kalmak şartıyla teorilere ve tartışmalara yer veriliyor. Genelde Batı sistemi alternatifsiz görülüyor, gösteriliyor. Tabiî ki Batı bilinci ve anlayışına karşı çıkan ve İslâmî temelde tezler geliştiren öğretim üyeleri de var, onların istifade ettiğimiz güzel çalışmaları da var. Fakat üniversitelerde genel olarak Batı merkezli öğretim veriliyor.
Başka bir misal. İktisat ilminin tanım ve niteliğinde, “kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları karşılamak” deniyor. Kaynakların kıt olduğunu kesin bilemeyeceğimiz gibi, insanların ihtiyaçları da sınırlıdır, ancak ihtirasları sınırsızdır. Bu tarifte bile Batının yanlış insan tanımı görülmektedir. Doymak bilmez ihtirasıyla dünyayı sömürecek ve kaynakları tüketecek Batının sakat anlayışı iktisat ilminin tanımında bile tezahür etmektedir. İktisat ders kitaplarında faizsiz bir anlayışa yer yoktur. Faizsiz düşünmeye bile beyinler karşıdır. Sermayenin getirisi olarak hemen faiz söylenir. Başka bir şey olamaz gibi. İktisat ilmi ise kapitalizmin öncüsü Adam Smith ile başlatılır.
Eğitim sistemimizin birçok meselesi vardır. Bunlardan bazılarını sayalım:
Eğitimde kalite ve standart, eğitimde fırsat eşitliği, öğrenmeyi öğretme, istidatları ortaya çıkarma, bir kültüre ait olma, fazileti ve dürüstlüğü önceleme, temel değerleri verme, sanat ve estetik zevki verme, sınavcı ve ezberci sistemden kurtulma, eğitimi sevdirme, meslekî eğitim, idarecilerde ehliyete yer verme, kendi pedagojimizi uygulama, içten gelen disiplin zevki, kız-erkek karışık öğretim meselesi, öğretmen yetiştirme meselesi vs. daha da sayabiliriz.
Batıcı eğitim temelde materyalisttir ve insan ruhunu sakatlayıcıdır. Batının insan modeli bize uymaz ve esasen insanlığa da uymaz. Sadece eğitimde değil bütün sahalarda Batı kültürünün ilim anlayışının tekelinden kurtulmalıyız. Necip Fazıl’ın temellerini atıp Salih Mirzabeyoğlu’nun yürüttüğü BD-İBDA dünya görüşü etrafında kendi ruh ve anlayış sistemimizi tatbike geçmeliyiz. Her şeyden önce Batıya zihnî esaretten kurtulmadan özgür olamayacağımız gibi sorunlar içinde kıvranır dururuz. Ancak günübirlik çözümlerle işi idare etmeye bakarız.
İslâm nizamında mekteb, kök ideolojiye bağlı, Batı ve Doğu’nun sırlarına ermiş, vatan sevgisini pırıldatmış, ev-okul-cami uyumunu sağlamış, ilme ve araştırmaya açık, canlı ve olgun nesiller yetiştirecektir. Gencin ideal mevceleri köreltilmeyecek, sadece Allah’a boyun eğmek öğretilecektir. Kendine güvenen ve kendisine güvenilen karakterli şahsiyetler olacaktır. Adım adım bu ideallere doğru yürümenin, hem kendimizin hem ülkemizin faydasına olduğunu düşünüyoruz. 
Baran Dergisi 481. Sayı