Zindanları görenler, orada kalanlar daha yakından bilirler ki, bir kavga sürdüren herkes kıymetlidir; fikri ne olursa olsun kendi davası için zindanda yatmayı göze alan her adam-kadın bir başkadır! Tıpkı, "Müslüman" olduğu hâlde davasını umursamayan birisiyle İslâm olmadığı hâlde inancı için zindanlara göğüs gerenler arasındaki başkalık gibi; bizim için bu kıymet, İslâm olmayan ama inancı uğruna zindanlara göğüs gerenin İslâm ahlâkından bir nüveyi barındırmasından, bunu parıldatmasından gelir... Bu sebeble "sol" fikriyata mensup birçok insan ile kavga vermenin, düzene başkaldırmanın müşterekliği içinde yakınlığımız olmuş ve hâlen de olmaktadır; haksızlığa, zulme, bozuk düzene karşı oluşan bu müştereklik bir yanıyla da, insan olmanın, birbirine karşı saygı göstermenin de billurlaşmasıdır.

Böyle arkadaşlıkların harika hikâyelerini ya bizzat yaşamış olduğumuz yahut yakinen tanıdıklarımızdan duyduğumuz için bizde bunun bir kültürü vardır ve iyisi ile kötüsünü ayırt edebilme hassası da. Geçtiğimiz aylarda kendi arkadaşlarına kumpas kurup silah çekmelerine ve medyada dezenformasyon yoluyla itibarını zedeleme girişimlerine -ki kendisi haksızlık ve zulme karşı dik duruşuyla bilinen bir isimdir- bakarsak, hakikatli bir Mirzabeyoğlu tenkidi yapabilmelerini de beklemek zor gözüküyor. Bir sayfalık haber-yorum içerisinden vereceğimiz sadece şu misâlin bile, kendisini devrimci fikirlerle ifade edenler ve bir mücadele geçmişi olanlarca kabul edilebilir bir yanı yok bizce: "İkincisi de bir cumhurbaşkanının, cumhurbaşkanı olduğu ülkenin mahkemeleri tarafından cezalandırılan “yasadışı terör örgütü” lideri ile özel görüşme yapması..." (Yürüyüş Dergisi, Sayı: 447, 14 Aralık 2014, sayfa 40.)

Yeni değil, 60’lı yıllara dek uzanan bir süreçten bugüne gelerek ve hâli hazır yapı-kanun dâiresi içerisinde hâlâ "yasadışı terör örgütü" sayılanların "bir başkası"na "sen yasadışı terör örgütü”sün demesindeki çelişkinin özeleştirisini yapmak çok mu zor?

Elbette, sol camia içerisinde kadim arkadaşlıklar kurduğumuz hiçbir insanı ve fraksiyonu, aynı pota içerisinde değerlendirmiyoruz; belli ki bu dergi kadrosu çevresinde böylesine bir özeleştiri kültürünün yoksunluğu var! Ama hem edebiyatı ve hem de fikriyatı ile dünyayı etkilemiş insanların bu inceliği görmeleri için ayrıca özeleştiri yapmasına ne gerek var? Ve son husus; özeleştiri yapılacaksa, ilk önce, Haliç Kongre Merkezi’ndeki iki buçuk saat süren “Adalet Mutlak’a”  konferansı boyunca Mirzabeyoğlu'nun sol fikriyata dâir yaptığı fikrî tesbitler üzerinden başlanmalı!

Şimdi soralım: Bu yürüyüş nereye?