Büyük Doğu; son ve tek kıvılcım… Kökleri, eskimemiş yeniye, “NAKŞÎ SIRRIDIR KAVGAM” hikmet ve feraseti ile Abdulhâkim Arvasi ve daha öncesine kadar giden bir kıvılcım… Pazarlıksız Allah ve Resulü dedikten sonra “Allah’ın kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik” (NFK) hayali ile yanıp tutuşan son ve tek kıvılcım.

Büyük Doğu–İbda, mahalli anlamda bir ticarethane değil, bir “fikir damıtma, fikir üretme” ve bunun kavgasını yapma merkezi. İslâm’a Muhatap Anlayış zaviyesinden Büyükdoğu; “güneşi astarı içerisinde kaybetmiş marka müslümanları’na ‘gerçek Müslümanlığın «ne idüğü»nü ve «nasıl»ını” sistemlik çapta örgüleştiren, gösteren son ve tek kıvılcım. Ve muhatap olduğu mukaddesatçı gençliğe “Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koyma” (NFK) vazifesi ve emri veren, kurtuluşunu bu iş ve fikir üzere işaret eden ve dört gözle büyümesini, büyütülmesini dilediği son ve tek kıvılcım.

Büyük Doğu salt bir heyecanın, bir arzunun, bir öfkenin yahut bir ideolojinin adı değil aynı zamanda elinde kurtuluş reçetesini barındıran Müjdecinin de yol haritasıdır. 

Bu harita neticesidir ki; ‘NE DUR NE DURAK ENGELCİLERİ EZE EZE” (S.M) Gölge dergisinden günümüze Yürüyen Büyük Doğu halinde İBDA ve Mimarı fikir ve aksiyon planındadır. O günden bugüne birçok dergi çıktı, her biri farklı istidatta ve formatta göründüler. Cephe esprisi gereği “BD-İBDA Ekolleri” olarak zuhur ettiler. Ama içlerinde hiçbiri Baran Dergisi kadar kesintisiz 8 yıllık bir yayın grafiğine sahip olmadı.

Adımızdaki birleştirici mana ve bayrağımızla birlikte figürleştirdiğimiz dergi simgemiz. Zaman gösterdi ki hepsi çok özel ve yerinde. İlk sayımızda; “Baran... Erkek ismi... Baran, kelime olarak, “Şiddetli yağmur ve rahmet” demek... Allah’ın güzel isimlerinden biri de EL-BÂRÎ... “Bar” ve “ân” olarak ayrı okunursa, “her ân Allah” da diyebiliriz. Bizim zikrimiz fikrimiz olduğuna göre, her ân Allah’ı anmak, eşya ve hadiseleri her ân tevhid sırrında toplayabilecek bir dünya görüşüyle ve bunun diyalektiğiyle mümkün ancak. Yüzyılımızın dili; İslâm'a Muhatap anlayış, yüzyılımızın diyalektiği; İbda diyalektiği ve derinliğine kendinden zuhur hikmeti..

Keyfiyetimiz bir tarafa, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “İnsan 1-2”, “Esatir ve Mitoloji”, “Ölüm Odası B-Yedi” eserlerinin ilk önce ve sıcağı sıcağına yayınlanmak suretiyle dergimizi şereflendirmesi ve Müslüman Anadolu’nun nefes almasına, huzurlu ve ümitvâr olmasına sebeb olması bizim en büyük gururumuz ve onurumuzdu. Bu sürede cılız da olsa onun sesine ses katmak, onun sesine akis olmak en büyük gayretimizdi. Zaman zaman ona ahenk sağlayamasak da, ondan ayrı düşmemeye, düşünmemeye özel çaba gösterdik ve bunun neticesi olarak 400’ncü sayıdayız. Üstadın bilfiil elinin değdiği, kaleminin yazdığı Büyük Doğu dergilerinden sonra en uzun soluklu Büyük Doğu kökenli dergi olarak tarihe not düşüyoruz.

İslâm dairesi içerisinde, kendisine, İslâm’ın dış daire çizgisini sınır bellemiş, bundan başka yol ve yordam tanımamış Ehl-i Sünnet ve yine Ehl-i Sünneti kendisine temel dayanak kabul etmiş ve onun dış sınırlarını kendi kırmızı çizgileri olarak ortaya koymuş Büyük Doğu–İbda... Silsile halinde ‘O’değil O’ndan’ diyalektik sırrı gereği dergimiz de, “Büyük Doğu değil ama Büyük Doğu’dan, bu yüzden O.” Madem yazarlarının başında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu var; “O halde O’değil O’ndan sırrı Yürüyen Büyük Doğu İBDA” halinde Mütefekkir’de tezahür eder. Mütefekkir, Yaşayan Necip Fazıl.

Baran ‘gölge’ hükmünde olmakla beraber asıla doğru koşuda, ‘gölge olmakla gölgelikte durmayı’ karıştırmamış, gölgelikte durmayı ‘zaaf ve korkaklık’ olarak addetmiş ve “gölgenin muradı aslı gibi olmaktır” ideali ile bu uzun soluklu koşuda yerini almayı hedeflemiş ve bu sırrın peşini hiç bırakmamıştır. ‘Mücerred fikir’ okurunun ve idraklisinin azaldığı bu demlerde Baran Dergisi, ‘Mücerred fikir’dehasının eserlerine köprü olabilecek tarzda kendi idraki ve anlayışı miktarınca ‘SAF FİKRİ’ anlamaya ve anlatmaya çalışmış ve hiçbir yayın organının cesaret edemediği mücerred meseleleri işlemekten geri durmamıştır. Popüler olanın değil doğru ve gerekli olanın peşinde oluş muhteşem zuhurun kapısını aralayacaktı. Bu çerçevede Kazım Albayrak, Nazif Keskin, Mevlüt Koç gibi büyüklerimizin yazıları mühim işaret taşları barındırmaktaydı. Şükrü Sak abimizin anlaşılır ve akıcı üslubu bizi kendi kafamızda derin tahlillere doğru sürüklerken Ömer kardeşimizin derleyen toplayan ikram eden araştırmacılığı oldukça dikkat çekiyordu.  

Onun peşinde, onun izinde. ona layık olabilme dert ve ızdırabı içinde fikir ve aksiyon teknesinde yoğruluş. Hatalarımız ve kusurlarımız belki iyi yönlerimizden katbekat fazla ama şundan eminiz ki; biz inancımızda, davamızda ve kavgamızda samimiyiz. Ve İslâm ihtilâl ve inkılâbı davasında NİYETİ CİDDİ OLANLAR’la bir ve beraberiz. 


NE DEDİYSEK O !

Dergi arşivimiz yerli yerinde. 2007’de dergimizin ilk sayısından itibaren bakıldığında görülen; tarihî tesbitlerle meseleleri yıllar önceden işaretlememiz, sıkıntıları ve arızaları baştan deşifre edip teşhir etmemiz ve hemen hemen son 8 yılın tarihine objektif bir şekilde ışık tutmamız. Ve düşmanlarımız tarafından bile itiraf edilmektedir ki; Büyük Doğu–İbda Mimarlarının vakayı tesbit ve tedavisi en geçerli yoldur. Reformacıdan ham yobaz kaba softaya, Vehhabi kılıklı devrimciden sahabeye hakaret üzerine ideolojisini bina etmiş Şii sapıklığına, Kemalist batıcılıktan Kürtçü batıcılığa ve sahte hocasından ucuz siyasetçisine kadar hepsinin nasıl tek başına birer fitne ve fesat odağı olduğu ve bunların DDT ile kurutulması gerektiği artık sadece dostlarımızca değil düşmanlarımız tarafından bile zaruri görülmektedir.

Suriye ve Irak’ta gelinen durum bunun en güzel ilanıdır. Ve yine Kemalist rejimin resmi mezhebi-partisi halinde CHP’nin fikren maymunlaşmaya başlaması bunun en güzel ilanıdır. Kürt meselesinin ‘Kürt’ün Meselesi Ne Olmalıdır?’a evirilmesi de yine İBDA mimarının on yıllar öncesi ferasetinin neticesi olarak dillendirdiği ve şimdilerde başkaları tarafından ‘korsan bir şekilde’ sahnelenmesi olarak bunun en güzel ilanıdır.

2007'den günümüze 8 yıl geçmiş ve Baran dergisi olarak biz ilk sayımızda Saddam Hüseyin’i işlemişiz. ABD ve İran işbirliğinde Irak’ın nasıl kan gölüne döndürüldüğü, milyonlarca insanın nasıl yerinden edildiğini, yüz binlerce kadın ve çocuğun nasıl tecavüzden geçirilip öldürüldüğü yahut kamplarda seks kölesi olarak kullanıldığını, Şii terör örgütlerinin binlerce camiyi nasıl bombalayıp masum insanları katlettikleri yazmışız. Ve ilerleyen sayılarda Mütefekkir’in Saddam Hüseyin için dediği ‘emperyalizmin tekerine çomak sokan adam’ sözünü yüksek sesle dillendirmişiz. Bu dillendirişle birçok müslümanın yüreğine su serperken bazı odakları ise rahatsız etmiştik. İşimiz ve gayemiz de bu idi zaten: KEMALİST REJİMİ RAHATSIZ ETMEK… Ve konfor içerisinde tatlısu Müslümanlığı güden ARSIZ GÜRUHUN KONFORUNU BOZMAK… Başarılıda olduk hani. Fikrimizden ve kavgamızdan rahatsız olanlar gardını aldı ve dava üstüne davalar geldi. Ve tarih henüz 2007 idi… Cesurca konuşmak için Büyük Doğu-İbda çatısında olmak lazımdı.  Çünkü bu çatı altındakiler düşmanlarına karşı pervasız, dostlarına karşı zariftiler. Bugün bile söylenemeyenler o günlerde en keskin ve en açık haliyle dergimizde tefrika ediliyordu.

Bir misal; Fetullah Gülen, namı diğer Pensilvanyalı Feto. Baran dergisi birçok sayıda bu öznenin ABD ve İsrail’le olan ilişkilerini deşifre etmekle kalmamış, en keskin üslupla fikri anlamda hedef tahtasına oturmuştu. Ve yine Pensilvanyalı’nın cemaatini ‘kartondan adamlar’ şeklinde markalayıp ‘Bir İmaj Cemaati, Fetullahçılar’ olarak seri yazılarla milletin gözü önüne sermişti. Dün sessiz duranlar, hatta bizi kınayanlar F.G’ye ve cemaatine bugün bizden daha hızlı sövmekte yahut bizden daha fazla düşman kesilmekteler. Değişen nedir?  Değişen kimdir? 

Baran’ın izlediği çizgi kendinden önceki Büyük Doğu–İbda bağlısı dergileri gibi netti. Belli bir dünya görüşü etrafında hareket ediyor olmak hangi cephede olursa olsun yahut hangi fıtrat ile cepheleşilirse cepheleşsin aynı tepkiyi ve dili doğuruyordu. Evet, sihirli bir değnek değmişçesine 17 ve 25 Aralık hükümete darbe-operasyon yapan Fetullah, ava giderken avlanmış ve tüm zamanların en kötü oyuncusu olarak rezil rüsva olmuştu. Elbette bunda ilgili öznenin eline buladığı binlerce kişinin kanı, hakkı ve sözleriyle incittiği milyonlarca müslümanın etkisi vardır. Dini istismar yanında hırsızlığı, makam gasbı, KPSS ve ÖSYM gibi önemli sınav sorularının çalınması vs. ve bu suçlara teşviki ise ayrıca bu bunağın dosyasındaydı.

Ergenekon; Kemalizmin paçavra haline geldiği, Kemalist rejimin kendi ayakları üstünde duramadığının ilanı... Ülkenin “idrarını tutmaktan aciz tekaüt darbecilerin” elinde olduğunu gösteren “Ergenekon operasyonları” vasıtasıyla kimin kime ne ettiği, hangi tuzakları nasıl kurulduğu, uluslar arası şebekelerin nasıl çalıştığı vs. artık günümüzde aşikâr olmuş durumda. Elbette, bugün bile yapılan operasyonlar dün ‘Ergenekon’ başlığı altında yapılanlar gibi yarın geniş bir malumat ve birikimle aşikâr olacaktır. Ancak o günün Baran sayılarına bakanlar görecektir ki; bu vatanın bu milletin bu toprağın gerçek sahibi kimdir, gerçek dostu kimdir? Düşmanı bile olsa, batı ve işbirlikçisi hain zümre istiyor diye belli bir çevrenin sözcülüğünü yapmamış, kendi dünya görüşü neyi gerektiriyor, neyi dayatıyor ise onu gündemleştirmiş yahut gündemi o ana esaslar (ideolocya) çerçevesinde değerlendirmiştir. Bunun neticesi ve bereketi olarak da bugün varılan nokta, Baran Dergisinin o günkü çıkışlarının birçoğunun isabet ettiğini göstermektedir.

Ve CHP; bütün varlığı İslâm'ı imha üzerine kurulu ve bütün fikri de altı okluk bir reçetecikten ibaret CHP. Her bir oku, milletin bağrına, ölümden beter, ‘dumura uğratma’ gibi aşağılık bir gayeyle saplayan ve aynı milletin ölmesini değil de ‘şuursuz-sarhoş-serseri’ olarak yaşamasını arzu eden köküne kibrit suyu dökülesi CHP. Baran tarihi bir çıkış yaparak “CHP’nin altı okunu Kemalizm'in kurucusunun mezarına sapladığını” resmeden bir karikatürü kapak yaparak çıkar. Soruşturma şu bu derken, bugün gelinen nokta; Baran’ın açtığı o yol üzere daha ağırı ve daha keskini hem de resimlerde değil gerçekte yaşanmaya başlanmış olmasıdır. 1.Put savaşını hatırlayınız. Önü alınmazsa memlekette bir hafta içinde hiçbir put kalmayacaktı.

Baran dergisi İBDA cephelerinden bir cephe, hatasıyla sevabıyla kendi dil ve üslubuna göre BD-İBDA çatısı altında hareket eden ‘ÇEKİRDEK EKOLLER’den bir ekol, burası oldukça mühim. Bu kısım atlanırsa yahut anlaşılmazsa söylenenlerin pek bir kıymeti yok.

Baran Dergisi olarak genel gündemimizi Mütefekkir'in deyişiyle “kendimizden başlayarak insanımızın düşüncesinin «genel fikir çerçevesi»ne kendi dünya görüşümüzü yerleştirmek…” olarak belirlediğimizden, siyasî ve içtimaî meselelerin yorumlanması ve zihinlere taşınması FİKİRSE FİKİR KAVGAYSA KAVGA şeklinde yayınımıza ve hayatımıza yansıdı. Düşenler olduğu gibi az da olsa geri kalanlar oldu. Onlarca kez gâzi taltifine mazhar olmuş kadromuzun, beden yaşına aldırmaksızın gençlerimizin esir düşenleri, on yıllarca ceza alanları bile oldu. Sadece gençliğini değil çocukluğunu bile İslam Mücadelesi yolunda cezaevlerinde tutsak olarak geçiren gâzi yazarlarımız olduğu gibi peşinde olmakla şereflendiğimiz, sesini duyunca ‘Peygamber Efendimizin Latif Üslubu’nun Ümmete akseden sirayetini hissettiğimiz İlim ve İrfan Sultanı Gâzi Salih Mirzabeyoğlu ve mazlum diyarların öfkeli ve bilge sesi ‘Çakal Carlos’ namlı uluslararası terörizme ve sömürüye başkaldıran tecrübe ve tarih deryası Venezüella’lı yiğit akıncı Salim Muhammed’de kesintisiz her daim dergimizde idiler. Kırgızistan’dan Dilmurat kardeşimiz, “Eserleriyle ve Yaşadığı Hayatla Sayın Salih Mirzabeyoğlu Bizim Anlayışımıza Göre İslâm Âlemi’nin Beklediği Halife’dir”  diyen Kırgız Ordusu Özel Tim Eski Komutanlarından Albay Cumay Suyunalıyev ve Şehid Abdullah Ballavi’nin eşi Ürdün temsilcimiz Defne Bayrak ise unutulmayanlardan.


HER DEM DİRİLİRİZ BİZDEN KİM USANASI

Derdimiz Ümmetti, derdimiz imanımızdı, derdimiz davamızdı. Kumandan'ın yaşamıyla bayraklaştırdığı mealen; ‘Benim hürriyetimden önce Ümmetin hürriyet ve salahiyeti’ ifadesi bize ilham kaynağıydı, heyecan ve aksiyonumuzu motive eden en temel unsurdu. Bu minvalde, nerede bir Müslüman'ın acısı derdi varsa can pahası kan pahası onun acısı ve ızdırabı dile getirilmiş, zalimlere karşı, zulüm sahibi temsil şubelerine karşı sanal kahramanlıklardan uzak, gerçek bir er olarak, genç kadın, yaşlı çocuk meydan yerine çıkılmış ve hakikat çirkin yüzlere haykırılmıştır. Irak, Libya, Yemen, Suriye, Afganistan, Miyanmar, Doğu Türkistan, Çeçenistan’da estirilen her çeşit (ABD-İran-İsrail-Çin-Tayland) devlet terörüne karşı “gerektiği yerde gerekeni yapma şuuru” ile varlık gösterilmiş ve şuurlara alternatif eylemlere imza atılarak Müslüman camianın daha rahat hareket edebilmesi sağlanmıştır. Sadece bunlar değil elbette; başörtü eylemleri, içteki haksız tutuklamalara dik duruş, üniversitelerde baş gösteren laik dinsiz Kemalist güruhun İslâm'a karşı saldırılarına anladıkları dilden cevap vs. hepsi inancımızın kavgası içerisinde ‘kendinden zuhur’ halinde beliren aksiyon misalleriydi. Hal böyle olunca kim ne derse desin, hala bile, aksiyonunu bizden aldıkları, dil ve üslubunu bizden aşırdıkları ve Büyük Doğu–İbda külliyatından beslendikleri her hallerinden belli olan birçok kişi, menfaat ve çıkar endeksinin getirdiği rehavet ile bu kutlu yürüyüşe ‘haset ve kıskançlık’ nazarıyla bakabilmektedir. Ancak sahtenin yahut sahtelerin tesellisi, asıl açığa çıkınca kadar, asıl görününceye kadardır.

Bu çerçevede;

Baran olarak en büyük mutluluk kaynağımız Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 16 yıldır tek başına ve işkence altında tutulduğu hücreden kurtulmuş ve tahliye olmuş olmasıdır. ‘Salih Mirzabeyoğlu’na Özgürlük’ üst başlığı ile mazlum ve masum binlerce Müslüman tutsağa özgürlük arayışına bilfiil ortak oluşumuz ve herkesin yaptığı kendine hesabı, Salih Mirzabeyoğlu’na tahliye getiren bu davaya katkıda bulunmamız Baran Dergisi kadrosu olarak en büyük övünç kaynağımızdır. 

Ve Başbakanından Cumhurbaşkanına, MHP'sinden Ak Parti’sine değişik ifade ve şekillerle Kumandan’a ve tahliyesine özel ilgi gösterdiler. Ve bu durum dergimiz yazarlarından Şükrü SAK tarafından tarihi bir tespitle ‘Batıya vurulmuş en büyük darbe’ olarak nitelendirildi. Öylesine nazik, öylesine ince ve o derece haklı.

Diğer taraftan 5.yılımızı doldurduğumuz vakit kaleme aldığımız bir yazıda ifade ettiğimiz üzere; “Saddam Hüseyin Şahsında İslam Milleti’ne can çekiştirmeyi düşünenler, Irak'ta Milyonlarca kadın-erkek-genç-ihtiyar-çocuk-bebek demeden katledenler şimdi can çekişiyor… Askerleri birbirlerini becermeye başlamış, devlet askerinin günlük yemek-iaşesini tedarik edemeyecek duruma gelmiş ve koca koca ABD ramboları (!) dünün peşmerge dediklerinin arkasına saklanacak kadar tükenmişlerdir. Ve tarih Dünya Çapında bir İnkılâb ve onun liderinin bereketinden istifade için gün sayıyor…”

Ve hepsi bir bir çöküyor, Batı ve Yahudi bataklıkta çırpındıkça batıyor. Havlamaları artık boşuna, kimseyi korkutamıyor ve hesaplaşma günü yaklaştıkça da şirinleşmeye çalışıyorlar. Ancak film bitti, imaj cumhuriyetleri ve sömürü çağı kapandı. Artık Büyük Doğu-İbda çağı başlıyor. Ve dünya bu büyük inkılâba hazırlanıyor.

Nihai sözümüz Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’ndan. Ve bu söz nihai noktamız değil, yeni bir başlangıç için hem mihenk taşımız ve hem hareket ettiren fikir kuşağımız.

O diyor; “Ve biz her şeye rağmen yürüyoruz, yürüyeceğiz ve güzel isimleri arasında ‘Galib’ isminin sahibi Allah adına ve aşkına yürümekten vazgeçmeyeceğiz.” 

Ve biz de tekrar ediyoruz: “Ve biz her şeye rağmen yürüyoruz, yürüyeceğiz ve güzel isimleri arasında ‘Galib’ isminin sahibi Allah adına ve aşkına yürümekten vazgeçmeyeceğiz.”