“Biji Serok Obama” ile başlayan sürecin bugün geldiği noktayı görüyoruz. Son yaşanan hâdiselerle birlikte gelinen durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihe baktığımızda Batı’nın birçok Kürt hareketlerini kullanıp daha sonra sattığının şahidiyiz. Bunun en güzel örneği 1946’da Kadı Muhammed’in kurduğu Mahabad Cumhuriyeti’nin İngilizler tarafından Şah’ın kaderine bırakılması olayı herkesin hatırındadır. Daha sonra da Kadı Muhammed’i asıp Cumhuriyeti yıkıyordu ve onun silahlı kuvvetlerini oluşturan Mustafa Barzani Sovyetler’e kaçmak zorunda kalıyordu. Aynısını 1958 darbesi sonrası Kuzey Irak’a gelen Mustafa Barzani ile görüyoruz. Barzani’yi kullandı, kullandı sonrasında 1974 Cezayir Antlaşması, Saddam ile Şah’ın arasındaki antlaşmadan sonra Şah tüm desteğini Mustafa Barzani’den çekiyor ve Saddam, Mustafa Barzani’nin tüm altyapısının ve milislerinin işini hallediyordu. Yani Batı yine Kürtleri satmıştı, bu son düzlükte özellikle YPG üzerinden Batı, İngiltere ve bölgedeki Almanlar çok etkili. Mevzuun tamamına batığımız zaman hepsi birlikte hareket ediyorlar. Çünkü İngiltere ve ABD o kadar yıprandı ki, sahada eleman kullandırmakta zorlanıyorlar. Ama diğerlerine nazaran, Almanlar daha sempatik gibi geliyor. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nda yenilmeleri, özellikle de Doğuya gittiğinizde Alman Ajandası’nı net bir şekilde sahada görebilirsiniz. Meselenin perde arkasında ise İngilizler, Amerikalılar yahut onların üstlerindeki diğer takımlar sahada yok. Ama sahada Almanları daha fazla görmemiz, diğerlerinden ayrı hareket ettiği mânâsına gelmez. Resmin tamamına baktığınızda birlikte hareket ediyorlar. Kurmay zekâsını ise en başta İngiltere oluşturuyor,  bölgedeki Kürtlerin faaliyetlerini Almanlar ve Fransızlar yapıyor, beyin gücü olarak İngiltere, operasyon gücünü de Amerika oluşturuyor diyebiliriz. Amerika’nın hava kuvvetleri “PYD”nin hava kuvvetleri haline dönüştü. Bu “Biji Serok Obama” diyecek kadar, net ve açıktır. PKK gibi Marksist ve Siyonist bir örgüt, şu anda emperyalizmin sembolü olmuş, Amerika’nın “lejyon” yani paralı askeri olmayı kabul etmiştir. Ama ben o zaman da birçok kez Kürt Siyasal Hareketin temsilcilerine dahi “Çok seviniyorsunuz, dinlemiyorsunuz ama bunlar yine bizi satacak” demiştim. Bu hâdiseler itibariyle de tam mânâsıyla olmasa da kısmen bizi sattıklarını gördük. Daha doğrusu ABD ve İngiltere Kürt gücünü Türkiye’yi ya masaya oturtmak için ya da masadaki Türkiye’yi bir şeye ikna için kullanıyor.  Yoksa Kürt Siyasal Hareketiyle bir şey yapılamayacağını biliyor.
 
Bu pazarlık masasında acaba ne konuşuldu da “hıyarım var” der demez tuzluğu alıp koşa koşa gittiler?
Şöyle, burada Cumhurbaşkanımızın temsil ettiği bakış açısı farklı, Sn. Davutoğlu’nun ve ekibinin temsil ettiği bakış açısı farklı, ilk önce bu ayrımı yapmak lazım. Asıl pazarlık Suriye üzerine dönüyor, Suriye’de bizim tezlerimiz var. Suriye’de Afganistan’dan Lübnan’a kadar uzanmış bir Şii eksen var. Türkiye’nin alt taraftan ciddi bir şekilde kuşatıldığını da görebiliyoruz. Zaten üstten hilal şeklinde kuşatılmışız, baktığımız zaman İslâm Dünyası ile tek bağlantımızın Suriye olduğunu da görebilirsiniz. Esed rejimi ile beraber Suriye’nin uzun süredir İran’ın gündeminde olduğunu da görebiliyoruz. Eğer muhalifler galip gelmezse, mevcut statüko korunur, ABD’nin istediği şey olursa “kendi sınırlarımız içinde hapsediliyoruz, etrafımız çevrilmiş oluyor.” Hemen güneyimizde de zaten Irak, Şiilerin kontrolünde, yukarıda Barzani olsun, aşağıda İran yanlısı Şiilerin kontrolü, Suriye’nin de İran yanlısı Şiileri ve bizim de düşmanımız olan PKK’nın Suriye versiyonu olan PYD’nin kontrolüne geçtiğini görürsek bu bizim etrafımızın çevrildiği mânâsına geliyor. Oysa Cumhurbaşkanımızın 4-5 senedir özenle takip ettiği politika tamamen farklı. Esed’in düşmesi ile beraber Orta Irak dediğimiz “Sünnî” bölge Türkiye’ye yakın, böylece tüm Ortadoğu’daki bütün haritalar yeniden çizilecek, şu anda da yapılan savaş şu “bu haritaları kim çizecek?” Bu haritaları ya biz çizeceğiz yahut 100. yılın başında olduğu gibi İngiltere ve Amerika çizecek. Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan bu sınırların bizim tarafından çizilmesi gerektiğini söylüyor ve kendi çapında bunun için mücadele ediyor. Sn. Davutoğlu ve ekibi ise “bunu tek başımıza yapamayacağımızı, bir şekilde yine Amerika ve İngiltere ile oturup müzakere edilmesi gerektiğini” savunuyorlar. Dünkü anlaşma net bir şekilde ortaya çıktı. Bu anlaşma başarılabilir mi, başarılamaz mı belli olmaz. Sn. Başbakan’ın geçen gün televizyondaki görüşmeleri, sonra da PYD başkanı Salim Müslim’in “Suriye ordusuna katılabiliriz” açıklamalarını alın,  İran’ın açıklamalarını alın, sonra yine “Nükleer Anlaşma” açıklamalarını alın, son olarak da Obama’nın açıklamalarını üst üste koyduğumuz zaman, özellikle en tepeye Nükleer Anlaşmayı koyduğumuz zaman olay şu: Suriye’de Esed’siz bir çözüm düşünülmüyor, ama tamamen de Esed hakim olmayacak. Esed zaten açıklamasında “Lazkiye, Humus ve kısmen Halep hattına yoğunlaşacağım” diyor. Yani diğer taraftan çekileceğini, Kuzeyi PYD’ye bırakacağını ifade ediyor. Zaten Salim Müslim’in “Suriye Ordusu’na katılırız” demeci bu görüşü destekliyor. Çekilecek ama oradaki rejimin silahlı kuvvetlerini PYD oluşturacak, Esed de kendi rejimini Suriye’de kullanacak. Muhaliflere de Halep’in bir kısmı, Rakka, Iblid tarafları düşünülüyor, proje bu. Türkiye’nin buradan aldığı iki tane avantaj gibi görünen husus var. PKK’nın Türkiye sınırlarının dışına çıkması, tasfiye olması değil. Çünkü Davutoğlu dünkü açıklamasıyla bizim daha önceki tezlerimizden geri adım attı. 2013’te yaptığımız anlaşmaya göre “kesinlikle PKK ilk önce sınır ötesine çekilecek, liderleri 3. bir ülkeye gidecek; ama netice itibariyle PKK kesinlikle lağvedilecektir. Biz bu noktadan Davutoğlu’nun açıklamasından şu noktaya geldik, PKK yine Kandil’de Kuzey Suriye’de varlığını devam ettirecek ama silahlı birimlerini Türkiye içinden çıkaracak, anlaşmasına vardı. Bu da Sn. Cumhurbaşkanımızın kabul etmeyeceği bir şey ve bu bizim tezlerimize tamamen karşı. Bir diğer husus da üç kanton var, ikisini birleştirdiler Haseki ile Kobani arası, Tel Abyad’ı da aldılar. Bu kantonların içindeki Kürt nüfusu %25, diğer %75 Arap, Türkmen ve Çerkezlerden oluşuyor. Şimdi 3. Kantonu birleştirmek istiyorlardı, Kobani ile Afrin arası Türkiye burada çizgisini koydu. Bu güvenlikli bölgede kantonu “şimdilik” birleştirmeme tavizini aldı. Bunun dışında Türkiye bence buranın en büyük kaybedeni. Çünkü Cumhurbaşkanımız buna karşı. Anlaşma sahaya yansır mı yansımaz mı bilinmez?
Son hâdiselere nazaran soruyorum: Nereye kadar gider bu süreç, sonunda ne olur?
Bunu ilk 8 ay önce en son katıldığım “bıçak sırtı” programında paylaşmıştım. Çözüm sürecinin, ihanet sürecine dönüştüğünü, PKK’nın bunu suistimal ettiğini, silah bırakmadığını orada tamamen bir devlet kurulduğunu, oradaki askerlerin ve polislerin kışladan dışarı çıkamadığını, PKK’nın kendi mahkemeleri ile beraber, kendi vergi toplama ya da asayiş birlikleri ile dört dörtlük bir devlet olduğunu, kendisi dışında kimseye yaşam alanı tanımadığını net bir şekilde söylemiştim. Bu bekleniyordu, hatta sadece orada değil İstanbul’da bile “genel Kürt ayaklanması” için tüm hazırlıklarını yaptı. Bunu o zaman söylediğimde “Faşist” damgası yemiştim. İstanbul’da bazı semtlerde silah depoladılar, her bir yapılanmanın kendine ait liderleri var. Ve genel bir ayaklanmaya karşı hazırlar, şu an itibariyle kısmen 6-7 Ekimde yaptıkları gibi Doğuda da bunu yapmaya çalışıyorlar, yapıyorlar, birçok askerimize saldırıyorlar. Tam mânâsıyla ayaklandıklarını düşünmüyorum. Neden derseniz, ya korktukları yahut başka bir sebep için belki de kulaklarına başka bir şeyler fısıldadılar. Daha büyük ayaklanmalar bekleniyor. Mesela Suruç’taki saldırı için bir şey söyleyeyim, 11 Eylül saldırıları gibi hemen bir suçlu bulundu ve olay kapatıldı. Ben Kobani gündeminde oradaydım, IŞİD orayı almak üzereyken, bir anda nedensizce çekip gittiği vakit ben oradaydım; iki kere Kobani’de bulundum, Suruç’u çok iyi biliyorum. Suruç: KCK’nın merkez üssü, orada Türkiye Cumhuriyeti yok. Suruç’ta hiçbir insanın KCK’dan habersiz adım atmasının imkânı yok. Saldırının olduğu yer, Kültür Merkezi, KCK’nın merkez üssü. Oraya KCK’dan izinsiz adım dahi atılamaz, polis bile giremez. Böyle bir eylemin özellikle Suruç’ta olmasına imkân yok! IŞİD denilen terör örgütü dünyanın dört bir tarafında eylem yapan ve özellikle İslâm dünyasında yapan, bir örgüt. Bu örgüt Palmira Antik Kentinde topluca infaz yapıp, bunu dünyaya yayan bir örgüt. Yani IŞİD yaptığı eylemleri üstlenen bir örgüt, haberlerini takip ederseniz beğenirsiniz beğenmezsiniz, bir yeri aldıysa almıştır, çekilmişse çekilmiştir, vurmuşsa vurmuştur. Ama YPG’nin haberleri tamamen spekülatiftir. Peki IŞİD Suruç saldırısı ile ilgili açıklamasında “ben yapmadım ama kim yaptıysa alnından öpüyorum” dedi. Yani yapmadığını söyledi bu örgüt. Bu açıklama terör örgütü olmadığı anlamına gelmez tabiî ki. Zaten yapanları destekliyor ama “ben yapmadım!” diyor. Buna rağmen biz devlet olarak KCK’nin tezlerini kabul ettik ve bu saldırıya bir Adıyaman Türküsü uydurarak, IŞİD’in üzerine attık. Olayda bir nüfus cüzdanı bulundu, bu nüfus cüzdanını da polise KCK verdi. KCK’nin verdiği nüfus cüzdanı üzerinden faili belirledik. Peki, intihar saldırısını yaptı, 30 kişiyi de öldürdü bu nüfus cüzdanı nasıl yanmıyor? Siz o saldırıyı gördünüz mü?  11 Eylül saldırıları da böyleydi, adamlar uçakla ikiz kulelere giriyor ama pasaportlarına bir şey olmuyor. Devletin Suruç saldırısının faillerini ortaya çıkarması lâzım. Bana kalırsa %100 KCK bu işin içinde.
Özetle Türkiye’nin nasıl politika izlemesi gerekiyor. Yani hem Kürt hem Türk kardeşlerimizin İslâm merkezli bir anlayışla ortak noktada buluşmadan bu iş olmaz. Bunu anlamaları gerekmiyor mu?
Tüm bunları yapmak için ilk önce silahlı örgütleri tasfiye etmeniz lazım. Ellerinde silahlar varken konuşamazsınız, sahaya indiğiniz zaman net bir şekilde anlarsınız. PKK ve KCK’nın korkusundan insanlar adlarını söyleyemiyor, iki kişi bir araya bile gelemiyor. Bölgeden sürekli bilgiler geliyor “hocam insanlar 1990’lı yıllarda yan yana gezemiyordu, şimdi Ak Partili olarak biz bile yan yana gezemiyoruz” diyor. Yani müthiş bir baskı var, ilk önce barışın gelebilmesi için, her şeyi masaya yatırabilmemiz için: “Terör örgütü” dediğimiz PKK’nın tüm silahlı kanatlarının tamamen silahla tasfiye edilmesi lazım. Bu olmadığı sürece, PKK’ya hak ettiği ceza verilmediği sürece masaya oturduğunuz zaman, onlar zafer kazanmış gibi oturur. İlk önce bu olayın silahlı kanadını tasfiye etmek lazım. Bu şart olmadan, kesinlikle bir sonuç alınamaz. Kardeşlik noktasına gelince Türkiye Cumhuriyeti o bölgede 80 yıldır zulüm yapmıştır. Bunu hepimiz senelerce duyduk ve söyledik. Türkiye Cumhuriyeti sadece Kürtlere zulüm yapmadı, tüm Müslümanlara zulüm yaptı. Ben Denizli’liyim, jandarma görünce kaçacak yer arardık. Bu millet Kur’an-ı Kerim’i vapurlarda öğrendi, ama gavura kızıp oruç mu bozduk? Yani rejime kızıp dağa mı çıktık? Kürtlerin bu mağduriyet edebiyatı belirli bir noktadan sonra yemiyor. Diyarbakır cezaeviymiş. Mesela bırakın İslâmcıları MHP’liler bile bu ülkede hapishanelerde işkence gördü. Beğenmediğiniz Alparslan Türkeş dahi Tabutluk’ta işkence gördü. Yahut 12 Eylül darbesinden sonra MHP’liler Mamak Cezaevi’nde işkence görmedi mi? Mekânı cennet olsun şehid Muhsin Başkan da tonlarca işkence görmedi mi? Sadece PKK ve Kürtler mi işkence gördü? Sadece Diyarbakır Cezaevi mi vardı? Bu ülkede sadece Kürtlere işkence yapıldı masalını anlatıyorlar. Elbette Kürtlere zulüm yapıldı, bunu kabul ediyoruz. Devlet bu noktada gereken önlemleri ve tedbirleri almıştır. Karşılığını da kesinlikle görmedik. Bugün Doğu’ya yapılan yatırım Batı’ya yapılmıyor, kendi gözlerimle gittim ve tek tek gördüm… İnanır mısınız bir kuruş su, elektrik parası ödemiyorlar. “Oradaki yollar batık, yok, evler yıkıldı, yakıldı” diye on binlerce, milyonlarca Euro para aldılar. Bu şeyleri hiç söylemiyorlar. Devlet gereken şeyleri yaptı, bizim beş yıl önce konuştuğumuz şeyleri devlet tamamen yaptı. Karşılığında ise sadece suistimal edildi, PKK devlet kurdu, bölgede PKK’dan izinsiz nefes alamazsınız. Sözde “İslâmcıyım” diye geçinen herkes PKK’ya biat etmiştir. Bilindiği için söylüyorum, Altan Tan bunlardan sadece birisidir. Hüda-Par ve bir kaç selefi grup dışında, bölgede bulunan tüm örgütler PKK’ya biat etmiştir.  Bunlarla oturup bir nokta üzerinde konuşamazsınız, ilk önce silahlı tarafı tasfiye etmeniz lazım, sonra oturup konuşursunuz. Kaldı ki ne konuşacaksınız, anlayamadım. Benim için tek önemli olan şey İslâmiyettir, ama ben Türküm. Kendi kimliğime sahip çıkamıyorum, “Türküm” deyince bana “faşist” diyorlar. Mesela ben Vahdettin İnce ile televizyon programına çıktım, programdan sonra bana yumruk atmaya kalktı. Nedenmiş, programda 100 cümle kullandım 90’ı Kürt, Kürt kimliği Kürt edebiyatı, Kürt bilmem nesi, bir defa Türk kelimesini kullansak faşist damgası yiyoruz. Yani Türk faşizmine karşıyız, inkar etmiyoruz. Ama şu anda ülkede tehlikeli olan nokta “Kürt Faşizmi”dir, biz buna nasıl karşıysak “Türk Faşizmi”ne de karşıyız. Biz dağlara taşlara “ne mutlu Türküm diyene” yazıyoruz, onlar da “ne mutlu Kürdüz diyene” demek istiyor. Biz bu iki şeye de karşıyız, bu kadar net ve açık. Bugün Kürt Siyasal hareketin beş sene önce istediği her şey verilmiştir, verilecek de başka hiçbir şey yoktur. Bunlar coğrafî özerklikler, kantonlar istiyorlar. HDP Güneydoğuyu tamamen özerk hale getirmek istiyor, Batıda da özellikle İstanbul’da özel kantonlar oluşturmak istiyorlar. Her bir yerin savunma hakkı, kendi meclisi olacak. Hiçbir devlet bunu kabul etmez,  İsveç modeli kantonlar oluşturmak istiyorlar. “Kanton” demek ayrı devlet demektir. Bu süreç bitmiyor, biz vermemiz gerekenden daha da fazlasını verdik ve onlar silah bırakmadılar.
Teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ederim.
Baran Dergisi 446. Sayı