Her sahada Batı hâkimiyeti… Her sahada Batı normlarına dayalı bilgiler, fikirler ve hadiseler… Kendi öz bünyemizden siyah ile beyaz kadar uzak olan bu normlar üzerine kurulu bir hayat tarzı ile yaşıyor, bu hayatı idame ettirirken bu kalıbın dışına çıkamıyor, bize faydası olacak şeyleri tarihi-sosyal altyapımıza uyacak şekilde bir şuur süzgecinden geçirip devşiremiyoruz. Bunları yapmak bir yana bu kalıbın dışına çıkmamız gerektiğini bile idrak edemiyoruz. Zorunlu olduğumuz bir şeyi kavrayamıyoruz. Elbette ki “neden zorunluymuşuz, gül gibi yaşayıp gidiyoruz işte” diyenler çıkacaktır. İşte temel problem de burada “gül gibi yaşayıp gitmek”;  fakat neden yaşadığımız, hayata geliş gayemizin ne olduğunu unutarak sadece “yaşayıp gitmek”…

Temelde, Batı düşünce tarzının insan ruhunu hırpalayan ve hatta yerle bir edip ayaklar altına alan yapısını, ruhî değerlere fazlasıyla itibar eden yahut öyle görünen bizim, idrak bile edemeyişimiz ise durumun vahametini daha aleni bir şekilde ortaya koyuyor.

Batı insanının asırlar boyunca kendi zaviyesince geliştirerek bugüne getirdiği bir sistemler manzumesi ile karşı karşıyayız. Öyle bir sistemler manzumesi ki insanı ve insanlığın şuurunu bir ahtapot misali sekiz kolla sarmış, örümcek misali ağlarla dolamış; sonra kurtul kurtulabilirsen, gerçi kurtulmak adına çabalandığını iddia etmek de bir hayli güç…

Bu sözünü ettiğimiz sistemler manzumesi, içine aldığı her toplumu modernizm sonrası süreçte (post-modernizm) potasında eriterek uyuşturuyor, koflaştırıyor ve kendi hastalıklı bünyesine eklemliyor. Devleti zaman içerisinde Tomas Hobbes’un “Leviathan” kitabında bahsettiği vaziyete getiren sistem sakat fikirlerini dört bir koldan empoze ederek, siyasî, iktisadî ve içtimaî olarak tahakküm altına alıp, toplumun bu durumu farketmesine bile müsaade etmeden yaparken, kullandığı en temel silah ise eğitimdir.

Bir atasözümüz der ki “ağaç yaş iken eğilir”… Bir insana çocuk yaşta ne kazandırırsan, hayatını o kazandığı şeyler etrafında idame ettirir. Tam da bahsi geçen yaşlar olan 5-6 yaşlarında çocuklar eğitim almak adına köhne sistemin okullarına gidiyorlar. Eğitim öğretim sistemine atılan ilk adımla beraber çocukların beyni yalanlarla yıkanmaya, düşünme yetisi elinden alınmaya başlarken, başarının sadece bu anormal normlar içerisinde geleceği fikri alttan alta aşılanıyor. Bir şeyin “ne?” olduğu bilgisi verilirken –ki o da yanlış olarak- hadisenin fikri altyapısından hiç bahsedilmiyor, “nasıl?” ve “niçin?” boyutlarının görülüp anlaşılmaması için kırk takla atılıyor.

Hayatın bir bütün olduğu ve tüm şubelerinin birbirinden ayrılamayacak şekilde birbirine eklemli olduğu düşünülürse, disipliner ayrımın her geçen gün daha da derinleştirildiği sistemin, temel gaye olan “hakikat”e ulaşmayı kolaylaştırmak, en azından “hakikat”e ulaşmada yol göstermek yerine “hakikat”e ulaşmayı daha da çetrefilli hâle getirdiği kanısına varmak pek de güç olmasa gerek. “Kendi adlarına düşünmeyi bilen çocuklar, herkesin birbirine bağımlı olacağı gelecekteki kollektif toplumun âhengini bozar” düşüncesi etrafında oluşturulan ve geliştirilen eğitim sisteminin hür düşünebilen ve orijinal önermeler ortaya koyabilen bireyler yetiştirmesi de zaten beklenemez. Bu eğitim sisteminde yetişen bireyler dünyaca ünlü rock müzik grubu Pink Floyd’un The Wall albümünde tasvir ettiği gibi “duvara yeni bir tuğla (another brick in the Wall) olmaktan öte geçememektedir. Eğitim sisteminin temel düşüncesi itibariyle felsefî, ruhî ve fikrî bir altyapısı olmayan bir takım bilgiler bize dikte edilirken adeta “sizin düşünmenize gerek yok, biz sizin yerinize düşündük ve doğruları bulduk” denilirken, bu dikte edilen bilgileri en iyi şekilde hafızaya atıp papağan gibi tekrarlayan mekanik kafalar da sistemin “başarılı insan profili” olarak servis edilmektedir.

Öte yandan Türkiye’nin de 1924’ten bu yana bahsi geçen normlar üzerine kurulu eğitim modelini benimsediği göz önüne alınırsa bahsettiğimiz şeylerin genelde tüm insanlığı, özelde ise üçüncü dünya ülkeleri ile bu kategoriye yakın bir konumda olan bizi de kapsadığını belirtmekte fayda var. Aslında tüm bunlar neden haşhaş müptelası gibi uyuşuk bir haleti ruhiyyeye sahip olduğumuzu anlatmaya yetiyor. Üçüncü sınıf taklitler üzerine kurulu eğitim sistemi “millî eğitim” olarak addedilirken, bunun esasında “gayr-ı millî eğitim” olduğunu farkedebilmek için çok meşakkatli çalışmalara ve derin analizlere girmek de gerekmiyor.

Bizleri en baştan itibaren millî ve manevî değerlerden arındırılmış insanlar haline getirmeye çalışan “gayr-ı millî eğitim”, akla-havsalaya sığmayacak yanlışları bize doğru olarak sunuyor ve tıpkı anayasamızın 4. Maddesindeki gibi “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dâhi edilemez” hükmünde olduğunu zihnimize nakış nakış işliyor. Fizikte ve kimyada teoriler gerçek olarak gösteriliyor. Önce tarihçiler oluşturulup sonra yalan bir tarih yazılıyor… Sosyal bilimlerde analizlerin sadece “iceberg (buzdağı)”in görünen yüzünü gösterecek nitelikte olması sağlanıyor. En basit misalle IMF üniversite sıralarında “Uluslararası Para Fonu (IMF) parasal konularda küresel işbirliğini arttırmak,  mali istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek ve tüm dünyada yoksulluğu azaltmak”, Birleşmiş Milletler ise “dünyada barışı tesis etmek ve korumak” için kurulmuş kuruluşlar olarak gösteriliyor. Öğrenci bu yalan bilgilerin dışında bir analiz yaparsa durumu hocasının insafına kalıyor.

İlköğretim 1. Sınıfta başlayan, lisede pekişen ve üniversite sıralarında kemikleşen bir hastalık şeklini alan düşünememe, diyalektik kuramama ve neticesinde bir çözümleme yapamama hâli, insanımıza bir labirentin içerisinde kaybolmuş ve bir türlü çıkışı bulamayan aslında çıkışı bulmak için de çabalamayan, sadece önüne koyulan yoldan yürüyen bir görünümü kazandırıyor. Materyalizm temelli eğitim sisteminin duvarları arasında kaybolmak ve kendisine ne öğretilirse öğretilsin, maymunvâri bir biçimde benimsemek, bu sayede Batı’nın tek tip insan ve mekanik dünya tasavvurundaki idealinde başköşeyi almak… Bu sistemi bir mankurtlaştırma projesi olarak telaffuz etmek de yerinde olur.

İşin çözüm safhasına geldiğimizde ise mevzuumuzun ne kadar çetrefilli bir mesele olduğunu ve bu sebeple çözümlemenin idealist kadroların yapacağı derin analizler neticesinde ortaya çıkabilecek olduğunu belirtelim. Bu geniş çaplı çalışma isteyen sorunun cevabını teorik bir deneme ile cevaplamaya çalışalım.

İlk olarak çekirdekten başlayarak, tüm eğitim kademelerinde müfredatın ve eğitim şeklinin değiştirilmesi… İlk olarak müfredatın bütün ilimleri birbiriyle olan ilintisi bağlamında düzenlenerek, öğrenciye bir şey öğretildiğinde onu sağlam temellere oturtabilmesi sağlanmalıdır. Öğrencilerin muhakeme ve münazara yeteneklerini geliştirici programlar uygulanmalı... Bu sayede “şer’i hükümler” hariç tüm bilgilere septik bir şekilde yaklaşılması öğretilerek, meselelerin künhüne kendi aklî melekelerini kullanarak inmeye çalışmaları, hadisenin “nasıl?”, “neden?” ve “niçin?”ini kendilerinin yorumlaması sağlanmalıdır. Yani öğrencilere “balık verilmemeli, balığın nasıl tutulacağı öğretilmeli”dir.

“Hakikat”e ulaşmanın meşakkatli bir yol olduğu ve bu yolu aşmamız gerektiği duygusu sosyal aktiviteler çerçevesinde aşılanmalı; eğitim ve öğretim sadece kağıt, kalem, dört duvar, bir oturak, bir tahta, bir masa olarak algılanmaktan kurtarılmalıdır. Yani eğitim sistemi bilgi değil, fikir odaklı hâle getirilmelidir.

Hem Batı, hem de Doğu sağlam bir şekilde idealist kadrolar tarafından analiz edilmeli, özü bizde olan hiçbir şey Batı’nın malı imiş gibi lanse edilmemelidir ki bu önemli psikolojik eşiklerden biri olarak algılanabilir.

Bugün yapılan iyileştirme çabalarının çoğunun niceliksel olduğu ve niteliksel değişimlerin ötelendiği dikkat çekmektedir. Elbette okul sayısının artırılması, maddî kolaylıklar sağlanması da önemli gelişmeler; fakat temel mesele kafa yapısının değiştirilmesi… Materyalist eğitimin çizdiği sahte “başarılı insan profili”nden hakikî insan-insanlar yetiştirici bir safhaya geçilmesi gerekmektedir.

Tüm tavsiyelerimiz, teori safhasında iken bir anlam bütünü teşkil etmediği düşünülse de, pratiğe dökülmeye başlandığı andan itibaren eğitimdeki gelişim gözle görülür bir noktaya evrilecektir. Eğitim sorunu ivedilikle incelenip çözümlenmesi gereken en temel meselelerimizden birisidir...



Aylık Dergisi 111. Sayı (Aralık 2013)